İstanbul Barosu, önceki başkanı Muammer Aydın döneminde “Darbeci Baro” ünvanını kazanmıştı.
Ümit Kocasakal başkanlık koltuğuna oturunca.. Darbecilik çizgisini değiştirir umudu vardı.
Deniz Baykal sonrasında, Kemal Kılıçdaroğlu genel başkanlığındaki CHP için duyulan umut gibi.
Ama ne Kemal Bey’in genel başkanlığı CHP’yi özgürlükçü yaptı.
Ne de Ümit Kocasakal’ın başkanlığı, Baro’yu darbecilikten kurtardı.
CHP, yine bildiğiniz o eski CHP.
İstanbul Barosu da, bildiğimiz o eski darbecileri savunan baro..
“Darbeci baro” derken, haksızlık mı yapıyoruz?
Hayır..
Somut dayanağı var, bu eleştirimizin..
İstanbul’da Küçükçekmece’den Büyükçekmece’ye, Çağlayan’dan Kartal’a, Tuzla’ya kadar ondan fazla adliyede, her gün yüzlerce duruşma yapılıyor.
O duruşmalarda insanlar, “Hak.. Hak” diyerek, çöldeki susuzluğun esiri olmuşcasına arayış içindeler..
Hak arayışı içinde o insanları savunan avukatların, mahkemelerde hakimlerin azarlamasından vazgeçtik, icra memurlarının bile şamar oğlanına döndürüldüğü bir ülkede yaşıyoruz...
Ama, Bakırköy Adliyesi’nde, Kadıköy Adliyesi’nde, Beykoz Adliyesi’nde azarlanan avukatların haklarını koruyamayan baro, yönetim kurulu üyeleri ile birlikte tam heyet halinde, Balyoz davasına gelip, darbecilerin yargılanmasında ağır ceza başkanına posta koyuyorlar.
Farklı olan ne ki, başka davalarda katiplerden bile hakaretler işiten avukatlar, darbe davalarında ağır ceza başkanlarına tehditler savuruyorlar?
Farklı olan, “sanıkların/hak arayanların kimlikleri..”
Evet, tüm adliyelerde avukatlar, şu garibanın, bu kimsesizin hakkını ararken, hakaretler işitiyorlar.
Sadece ve sadece, darbecilerin hakkını (!) ararken, hakarete maruz kalmıyorlar (Küçücük bir ima olsa, ertesi günü tüm medyanın bombardımanına tutuluyorlar). Hatta kendileri hakimlere hakaret ediyorlar...
Demek ki tılsım, “savunma” yapmakta değil.. “Darbeci”lerin savunmasını yapmakta..
Ancak burada da benim kafama takılan bir husus var.
2006’da, Danıştay’da bir yüksek hakimi öldüren tetikçi, İstanbul Barosu’nun üyesi olan bir avukattı.
Cinayetin işlendiği günün hemen ertesinde, baro yönetimi tarafından üyeliği donduruldu..
Hani şimdilerde, darbeci generalleri savunurken, “Onlar şu an sanıktır. Herkes mahkum olana kadar, masumiyet karinesinden yararlanır” diye ahkam kesip, duruşmalarda mahkeme heyetlerine o generaller lehine tehditler geliştiriyorlar ya..
Merak ediyorum, aynı masumiyet karinesini, kendi barolarına kayıtlı bir üye olan Alparslan Arslan için niçin kullanmıyorlar?
Alparslan Arslan’a gelince “masumiyet karinesi” yok...
Ama darbeci generaller söz konusu olunca, “masumiyet karinesi”nin uygulaması, mahkeme heyetlerine tehditler yapacak boyutta.
Nedir aradaki fark, söyler mi İstanbul Barosu’nun çok bilmiş yönetim kurulu üyeleri..
Niçin Alparslan Arslan’ın duruşmalarına katılarak, “Arslan’ın savunma hakları kısıtlanmaktadır. Biz bu davayı denetlemeye geldik” demiyorlar da..
Darbe suçunda yargılanan generallerin devasında o savunmayı geliştiriyorlar?
Haydi Ümit Bey.. Sizi göreyim.
İlkelerinizi sarsmayın.
Her sanık, mahkum olana kadar masumdur.
Alparslan Arslan da halen mahkum olmadığına göre, şu an için masumdur.
Öyle ise, Danıştay tetikçisi Arslan’ı da savunun.. Onun da hak ihlaline maruz kalmaması için duruşmalarını izleyin..
Üstelik o, sizin bir üyeniz..
Aynı mantıkla devam edelim..
Sizden önceki başkanın, Danıştay cinayeti sonrasında, alelacele kaydını askıya aldığı Alparslan Arslan’ın baro levhasındaki ismini, yeniden yazın..
Öyle ya.. Henüz mahkum olmadı!..
Burda ne demek istiyorum?
Çok bilmiş hukukçuların, bazı “temel kuralları” nasıl “istismar ettikleri”ni göstermek istiyorum.
Tabii ki masumiyet karinesi doğrudur.
Ama ayan beyan hükümete tehditler savuran generallerin “mahkum olana kadar masum oldukları”nı iddia ederek yırtınırcasına savunmalarını yapmak, “masumiyet kuralı”nın açık bir istismarıdır. Aynen Alparslan Arslan’ın masum olduğunu söylemek gibi.
YENİ AKİT