Hayatın anlamını, kaybettiğimiz yerde tekrar bulabilecek miyiz?

Fatma Barbarosoğlu beğenilerin şekillendiği sosyal platformların hakikiliğini sorgularken modern insanın çıkmazlarını gösteriyor.

Fatma Barbarosoğlu / Yeni Şafak

Hayatın anlamını, kaybettiğimiz yerde tekrar bulabilecek miyiz?

Son yıllarda kendimizden ya da yakınlarımızdan çok duyduğumuz iki şikâyet var:

“Canım bir şey yapmak istemiyor. Elim ayağım tutmuyor. Hiçbir şeyin tadı yok. İnsanlar eskisi gibi değil. Yaşamanın ne anlamı var ki. Kimse ile konuşacak iki çift laf bulamıyorum.”

“Herkes keyfinin derdinde. Dünya umurlarında değil. Ne yiyelim ne giyelim, başka da dertleri yok. İnsan gibi insan ile konuşmaya hasret kaldık. O onu demiş, bu bunu giymiş.”

Bu iki şikâyet kategorisi birbirine uzak gibi duruyor. Birinciler kederli ve kederini kendi içinde yaşayanlar, ikinciler başkalarının neşesini kıskananlar diye ilk bakışta kabaca ayırmak mümkün.

Peki, o kıskanılan her anını paylaşanlar, paylaşımları ile başkalarının haset damarını genişletenler... Onlar nerede?

Onlar bu iki grup arasında geçişkenliği sağlıyor.

Nasıl sağlıyor geçişkenliği?

Mesela bir Instagram kullanıcısı olarak Zeynep’i ele alalım. Zeynep 33 yaşında. Evli. İkinci çocuğunu dört ay önce dünyaya getirdi. İstanbul’da doğdu, büyüdü. Ta ki üniversiteden mezun olup evleninceye kadar daima İstanbul’da yaşadı.

27 yaşında Anadolu’nun büyük şehirlerinden birine gelin gitti.. Evli barklı, çoluklu çocuklu, aş kaygısı, iş kaygısı olmayan güzeller güzeli Zeynep’in yerinde olmak isteyen binlerce, hatta milyonlarca insan vardır dünyada

Lakin Zeynep kendi yerinde olmak konusunda sıkıntı çekiyor.

Yeryüzünde kapladığı alan ile ilgili olarak zihnini hiç yormamış. Yormak zorunda kalmamış. Yanlış anlamayın. Zeynep dindar bir insan. Başı örtülü, tesettürüne olabildiği kadar titizlik gösteriyor, kimsenin kalbini kırmıyor. Dikkatli ve rikkatli bir kalp.

Acaba?

Yakınlarına sorarak Zeynep’in ne kadar dikkatli ve rikkatli biri olduğunu test edebilirsiniz.

İstanbul’da yaşayan annesi ve kayınvalidesi ondan sitayişkar ifadelerle bahsedecektir. Hele hele torunlarının her halini WhatsApp aile gurubunda, sosyal medya hesabında paylaşmasından pek memnun, torunlarına çiçek gibi baktığı için takdirlerini arka arkaya sıralayacaklardır.

(Annenin ve kayınvalidenin çocuk pornosu ile ilgili hiçbir fikri yok elbette. Zeynep’in de yok.)

Zeynep’in Instagram hesabına baktığınız zaman “Bana mutluluğun resmini yapabilir misin?” diyen şaire yıllar sonrasından verilmiş bir cevap sanki. Sana mutluluğun fotoğraflarından albüm yaptım, tek bir resim ne ki, der gibi.

Acaba?

İkinci bebeğini dünyaya getirdikten sonra hesabına yüklediği fotoğraflara bakalım.

Şık bir lohusa yatağı. Koltuğunun birinin altında henüz doğmuş kızı, diğerinin altında üç yaşındaki küçük bir adam gibi giydirilmiş oğlu.

Başka bir fotoğrafta abi, kardeşine ve kendisine gelen hediyeleri açarken görülüyor.

Günün 24 saatinin fotoğraflandığı hesapta, akşam saatlerinde olanca şıklıkları içinde (hiçbiri ev kıyafetinin sallapatiliğini taşımıyor) “Biz babamızı böyle karşılarız” cümlesi ile evin babası dahil oluyor.

Henüz dünyayı teşrif etmiş bebek, on günlük iken uçak kapısında çekilmiş bir fotoğraf “Bu tatil başka tatil. Bu benim ilk iki çocuklu anne olarak seyahatim olacak.” yazısıyla paylaşılmış.

Sonra seyahat fotoğrafları.

Ben bunlardan niye haberdarım? Ve bunları size niye anlatıyorum?

Çünkü Mutluluk Onay Belgesi kitabımdan sonra Zeynep (gerçek adı Zeynep değil elbet) bana upuzun bir mektup gönderdi.

“ ‘Mutluluk Hakkı’ öyküsünden sonra size yazmaya karar verdim. Ben de o kayınvalidenin anlattığı gibi bir gelin miyim diye kendimi sorgularken buldum” dedi.

E-mail üzerinden yazışmaya devam etmek istedi. Yazışmak yerine telefonda konuşalım dedim ve bir Pazartesi günü bütün bir öğleden sonra konuştuk. O anlattı, ara sıra ben sordum ve telefonu kapatırken “Sizinle konuşmak çok iyi geldi” dedi.

Oysa benimle konuşmamıştı, bana kendini anlatmıştı, ben ona ara sıra kendisinin kuytusunu keşfedecek sorular sormuştum. (Demek ki Zeynep daha önce kendisine hiç soru sormamıştı.) Anlattıklarını merakla dinlemiştim. Bilmediğim bir dünyayı, daha önce tanık olmadığım bir haleti ruhiyeyi paylaşıyordu.

“Niye bu kadar çok paylaşımda bulunuyorsun? Neden özel hayatını bu kadar yoğun bir şekilde yayınlıyorsun?” diye sorduğumda “Niye özel hayatımı yayınlayayım ki!” diye itiraz etti. Yaptığının bir yayın olduğunun farkında değildi.

Gurbet elde ancak böyle sosyalleştiğini söyleyince sosyal mahrem ve mahrem sosyalleşme üzerine düşünmesini tavsiye ettim. (Tarihin hiçbir döneminde sosyalleşmek, mahremiyet sınırlarını günümüzdeki gibi ihlal ve dahi ihmal etmemişti.)

“Ben mühendislik eğitimi aldım, ne demek istediğinizi çok anlayamadım” dedi.

“Şöyle düşün, dedim. Yaşadığın sitede bir öğleden sonra oturmasına gittin. Yanında aile albümlerini götürür ve hiç kimsenin birbiriyle iletişime geçmesine fırsat vermeden, durmadan kendi fotoğraflarını göstermeye çalışır mıydın?”

“Olur mu öyle şey! Benim böyle bir görgüsüzlüğü yapacağımı nasıl düşünüyorsunuz?”

“Yapmazdın. Çünkü bunun yanlış bir sosyalleşme girişimi olacağını bilirdin. Çünkü daha önce büyüklerinden hiç bu tarz bir sosyalleşme görmemiştin. Tam tersine yediğini içtiğini göstermemeyi, 'Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar' sözüyle öğrenmiştin.”

“Ama ben yemek sofrası paylaşmıyorum ki. Tesettürüme çok riayet ediyorum, yatak odamın fotoğrafını hiç yüklemedim.”

Mahremiyet deyince Zeynep’in aklına bunlar geliyor. Milyonlarca sosyal medya kullanıcısı gibi.

“Paylaşıyorsun, sen hayatının sofrasını paylaşıyorsun. Yani ne kadar mutlu olduğunu...”

“Mutlu değilim ki!”, deyiverdi.

Okul arkadaşları ile görüşüp görüşmediğini sordum Zeynep’e. Hayır görüştüğü hiç kimse yoktu. Şu iletişim çağında e-posta ile düzenli olarak yazıştığı biri?

“WhatsApp guruplarımız var tabii” dedi. “Onu sormuyorum” dedim. “Karşılıklı görüştüğün biri? Yoktu. Üniversitede arkadaşlarını sordum.

“Cemile diye bir arkadaşım vardı, Bayburtlu. Onunla yakındık aslında.”

“Sonra ne oldu?”

Sonra ne olduğunu hiç düşünmemiş Zeynep. Instagramda takipçi sayısı artarken o takipçi sayısını arttırmak için özel hayatını an ve an yayınlarken, arkadaşlarını kaybettiğini hiç fark etmemiş. Fark ettiğinde ise “Kıskanıyorlar, yapılacak bir şey yok” hükmüne razı olmuş.

Harvard Üniversitesi 70 yıl süren bir araştırmaya imza attı. Araştırmanın başlığı şöyle:

Mutluluk üzerine yapılmış en uzun çalışma ve Y kuşağı

Harvard Tıp Fakültesi 75 yıl süren bir araştırma yaptı. 724 kişi ile başlayan çalışma 60 kişi hayatta kalana kadar devam etti.

Cevabı aranan tek bir soru vardı: İnsanları hayatı boyunca sağlıklı ve mutlu yapan şey nedir?

Araştırmadan çıkan sonuç: İyi sosyal ilişkiler bizi daha sağlıklı ve mutlu yapar.

Yakın zamanda yapılan bir araştırmada Y kuşağına (80-99 doğumlular), hayattaki en önemli hedefleri soruldu.

%80’den fazlası hayattaki en önemli hedeflerinin zengin olmak olduğunu söyledi.

%50’si hayattaki diğer bir önemli hedefin meşhur olmak olduğunu söyledi.

Bu hedefler, mutlu ve sağlıklı bir hayat için gerçekleşmeliydi.

Oysa 75 yıllık araştırma gösteriyor ki, MUTLU VE SAĞLIKLI BİR HAYAT İÇİN EN ÖNEMLİ ŞEY, iyi ve samimi sosyal ilişkiler.

Zeynep’in hikayesine geri dönelim. Zeynep takipçi sayısını arttırmanın hiç de kolay bir şey olmadığını, bunu kazanmak için ne çok emek sarf ettiğini söyledi. Nasıl mesela?

“Lohusa iken bütün o fotoğraflarla uğraşmak kolay mı sanıyorsunuz?” dedi.

Kolay olmadığı kesin. Çünkü lohusa yatağında günün farklı saatlerinde çekilmiş ona yakın fotoğraf var, zira Zeynep fotoğraflarının sanatsal olması için gün ışığını çok başarılı bir şekilde kullanıyor.

“Kendim giyiniyorum, çocukları giydiriyorum, etrafı fotoğrafta güzel gözükecek şekilde düzenliyorum, aynı objeyi fotoğrafımda asla iki defa kullanmıyorum.”

“Epey yorucu olmalı.”

“Tabii ki. En güzel pozu bulmak, sonra onu fotoşoplamak bir sürü vaktimi alıyor. Bir ara lohusa depresyonuna girmek üzereydim.”

Uzun konuşmanın sonunda Zeynep “Sizce ben nerede hata yapıyorum?” dedi. “Akletmek bahsini düşün” dedim. “Ne yani ben akılsız mıyım, aptalca mı buluyorsunuz yaptıklarımı?” diye sordu kırgın bir sesle.

“Hayır” dedim. “Akletmek meselesini atladığımızı düşünüyorum. Akletmek için bağlantı kurmamız gerekiyor. Gözlemlerimizi, duygularımızı birbirine bağlayıp bağlantıları tecrübeye dönüştürmemiz gerekiyor. Oysa sosyal medyada sadece veri alan ve veri üreten makinelere dönüşüyoruz.”

Zeynep “kendini” sosyal medyada kaybetmiş ve kaybetttiği yerde nasıl bulabileceğini düşünüyor. Hayatın anlamı, hayatın anlamını kaybettiğimiz yerde bulmamız mümkün mü? Hayır. Hayatın anlamı, kendimizi bulduğumuz yerde yeşerebilir ancak.

Şu soruyu her birimiz kendi nefsimize soralım: Kendimizi bulmak için ne yapıyoruz?

Kelamı kibarı biliyorsunuz, “Aramakla bulunmaz, bulanlar yalnız arayanlardır.”

Arıyor muyuz?

Kültür Sanat Haberleri

Genç Birikim dergisinin Aralık 2024 sayısı çıktı
Vatanına dönerken yaşadıkları kadar ağır değildi yükü
“Made in Gaza: From Ground Zero” Savaş bölgesinde mahsur kalan film yapımcılarının sesi oluyor
Taksim Camii Filistin Kitap ve Kültür Günlerine ev sahipliği yapacak
Ümraniye Kitap Fuarı cumartesi günü başlıyor