Yaşar Değirmenci/Yeni Akit
Hayatımızın ölçüsü Kur’an-ı Kerim ve Sünnettir
Peygamberimizin sözleri, fiilleri/davranışları, tasdikleri/tasvipleri Sünnetidir. Sünnet ve hadisler gerek ferdî, gerekse toplum hayatında yerini almalıdır. Müslümanların en önemli vazifesi, en tabii kulluk görevlerini yerine getirilebilmeleri, Kur’an-ı Kerim’de üsveyi hasene olarak zikredilen Peygamber Efendimiz örneğine uygun davranmamıza bağlıdır. Sünnet dışında yaşamak, o yaşayışını bile ‘dindarlık’ olarak değerlendirmek tamamen yanlıştır.
Günümüzün en acı gerçeği, dini kurum ve kuruluş adı altında yaşayan değil, tartışan Müslüman olma eğilimidir. Din, sadece iman değil, ameldir de. “Allah, bir topluluğa şer murad ederse onlara tartışma (cedel) kapısını açar ve onları amelden alıkoyar.” Sözünü dikkate almamız gerekmez mi? Yaşanmayan, hayata intikal etmeyen, vicdanlara hapsedilmiş, tartışmalarla ana çizgisinden saptırılmış bir din ve iman iddiasının pratik bir faydası görülemez. Dindarlık, dini olanı, dinde olanı tartışmakla değil, yaşamakla ve kullanmakla olur. Dinlerini oyun ve eğlence haline getirenlerle yahut oyun ve eğlenceyi din haline getirenlerin arasında yaşayan bizler, dinimizin hayat tarzımız olduğunu unutmamalıyız.
Sünnet, Kur’an-ı Kerim’in vahiy kontrolünde Peygamberce uygulanmasıdır. Peygamberimiz vahyin muhatabıdır. Allah’ın elçisi olma vasfıyla bütün söyledikleri ya doğrudan vahiydir veya Sünnet ismiyle Kur’an-ı Kerim’in uygulanmasıdır. İslâm, Kur’an-ı Kerim’den sünnet örneği ile anlaşılandır. Kur’an; İslâm’ın canı ve ruhu ise, sünnet de eti ve kemiğidir. Sünnet Kur’an-ı Kerim’in beyanı olması bakımından Kur’an’a tâbidir. Kur’an sünnete tâbi değildir. O halde Kur’an-ı Kerim’e muhalif sünnet düşünülemez. Usulü hadis okuyanlar, hadis meselesine kafa yoranlar, Sünneti Kur’an-ı Kerim’in Peygamberimizce uygulanması olarak görmelidirler. Peygamberce olması, tam isabet olmadığı yerde Allah tarafından anında düzeltilmesi demektir. Bütün mesele, bir sözün veya fiilin Peygamberimize ait olup olmadığını tesbit meselesidir. Peygamberimizin İslâm’ı bütünüyle uygulama tarzı da Sünnettir. Sünnetin, hadislerin devreden çıkarılması, İslâm’ın sadece hukuki yönü değil, ahlaki ve imani yönü de anlaşılmamış olur.
İslâm Medeniyetini kurarken; müessevi (kurumsal) alanda mescid inşası, toplumsal zeminde muhacir ile ensar arasında kardeşlik antlaşması, ekonomik alanda Müslümanlara mahsus Pazar yeri tesbiti, sosyal güvenlik alanında da Medine vesikası olarak bilinen diğer din mensuplarıyla yaptığı yazılı antlaşma ile başlamıştır. Medine döneminde inzal olan vahiylerle şekillenen ve bütünlenen İslâm, kendisine mahsus, içinde Peygamber Efendimiz tarafından hayata geçirilmiş/yansıtılmış ve on senelik bir müddet içinde her alandaki kural ve kurumlarıyla İslâm Medeniyeti ve Medine’si iyice belirgin hale gelmiştir. Sünnet ve hadis; çeşitli isimler altında dışlanarak, tartışılır hale getirilerek zihin bulanıklığı, kültür kirlenmesi, kafa karışıklığı, yaşanan din yerine tartışılan din yerleştirilerek, ne gerçekleştiriliyor? Belli mahremiyet içinde ilim adamları cemiyetinde yapılması gereken toplantı ve çalışmaların sonucu bu mu olmalıydı? İslâm ile insanımızı buluşturma, yaşama ve yaşatma, salih amellerle dolu bir hayat yaşama/yaşatma, Sünneti çağa taşıma/taşıtma, unutulan Sünneti ihya gibi Allah Rızası kazandıracak ameller varken bu seviyesizliğe nasıl âlet olunabilir?
Peygamberler mirasının en gelişmiş şekli demek olan Peygamberimizin Sünneti’ni her çağda bireysel ve toplumsal değerler adına can simidi gibi ona sarılmak, Peygamberimizin ortaya koyduğu bireysel, toplumsal ve devlet/millet/ümmet idaresine varıncaya kadar hayat tarzını dikkate alarak canlı, yaşanır hale getirmek yaşadığımız problemlerin/meselelerin çare ve çözüm kaynağıdır. Kaynağımız da Kur’an (vahiy) Sünnet (ve hadisler) hayatlarına yansıtan sahabeyi kiramdır. Sünnet; söz ve şekilden ziyâde hikmet/ruh/ilke/mânâ ve gaye ile anlaşılmalıdır. Kur’an’ın pratiği veya hayata aktarılışıdır.
İslami Hayat Görüşü’ne sahip miyiz, değil miyiz? Sahip değilsek, Müslümanlığımızda eksik bir taraf var demektir. Bu fark ihmal edilemez ki. İhmal edilirse, kavram yetersizliğine uğrarız ve anlaşabilmemiz çok zorlaşır. Elbette ki inandığım gibi düşüneceğim. Düşünceye yön veremeyen inanç, zaten ciddiye alınmaya layık değildir. ‘İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi, inanmaya başlarsınız’ sözü boşuna mı söylenmiş. Mesele “ölçü” meselesidir. “Bana göre, sana göre, ona göre.” Dinin sâbitelerinin kaldırılması demektir. Sabite pergelin sivri ucudur. Sabitesi olmayan pergel, daire çizemez. Sabiteleri bilinmeyen din yaşanmaz. Her kafaya göre din anlayışı müşterek ölçülerin semtine uğramamalı. Yorum sonraki iştir. Merhum Erol GÜNGÖR ile bitirelim.
“Eğer İslamiyet bir hayat tarzı ise, onu bazılarının istediği gibi vicdanların gizli köşelerine hapsetmekten kaçınmalıyız. İslamiyet’i hayata açmak isteyenler, onun her meselesini gün ışığına çıkarmaya mecburdur.”