“Hayata Dönüş” Tufan’ı

KENAN ALPAY

Türkiye’de siyasetin ve devlet mantığının nasıl işlediğini anlatması bakımından Demirel’in “Bu devlette hiç bir belge kaybolmaz. Zamanı gelince ortaya çıkar” sözünü kenara not etmekte fayda var. Neden mi? Kısa bazı hatırlatmalarla anlatmaya çalışalım.

19 Aralık 2000’de cezaevlerinde F Tipi’ne geçişi sağlamak için MGK’da alınan tavsiye kararı gereği yirmi ayrı cezaevinde ‘Hayata Dönüş’ isimli eş zamanlı operasyonlar başlatılmıştı. ‘Hayata Dönüş’ operasyonu cezaevlerindeki özellikle sol siyasi hükümlü ve tutuklular için ne yazık ki; ölüme ve cehenneme dönüş şeklinde tecelli etmişti. 30 mahkum ve 2 asker ölmüş, onlarca insan da ağır yaralanmıştı.

Cezaevlerinde kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek adına ‘Hayata Dönüş Operasyonu’nda her türlü hazırlık yapılmış, her şey göze alınmıştı. Dönemin MGK’sı, Başbakanı, bakanları, bürokratları ve basını “cezaevlerini düşman işgalinden temizleme ve fethetme” konusunda sıkı bir koordinasyon geliştirmişti. Operasyona giden süreçte, operasyon anında ve sonrasında herkes zaferden bir pay sahibi olmanın gururuyla beyanat veriyordu. Ta ki ölüm ve yaralamalarla biten operasyonla ilgili dava açılıncaya kadar.

Genelkurmay, JGK, İl ve Bölge Jandarma Komutanlığı, Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Bayrampaşa cezaevindeki operasyonla ilgili istenen planlar için 11 yıl boyunca ‘arşiv kaydına rastlanamamıştır’ cevabını vermişti. Emir komuta zinciri başta olmak üzere operasyonun hiç bir kaydına ulaşılamıyordu.

Ne enteresandır ki operasyonu yöneten hiç bir subaya dava açılamıyordu. Mesela cezaevlerinde ölümlerin gerçekleştiği koğuşlara giren Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığı (JKÖAK) ve Halkalı Komando Taburu’ndaki subay ve erlerin isimleri, görevleri, kullandıkları silahlar vs. bildirilmediği, bilgi ve dokümanlar paylaşılmadığı için soruşturma dahi açılamıyordu. Bu süreç 10 yılı aşkın bir zamandır sürerken Vatan gazetesi muhabiri Kemal Göktaş 11 yıldır gizlenen belgeye ulaştı ve kamuoyuyla paylaştı.

Kamuoyuna ‘Hayata Dönüş’ ismiyle takdim edilen operasyon planının aslı 11 Ekim 2000 tarihli JGK’nın emriyle hazırlanan ‘Tufan Müdahale Planı’ymış meğer. Nihayet 11 yıllık direnç sona ermiş ve Tufan Planı 17 sahifelik ekiyle birlikte mahkemeye gönderilmişti. Peki neden mahkemenin bütün talepleri JGK’nın ‘kaydı yoktur!’ cevaplarıyla boğulmak istenmişti? Resmi yazılara göre ne isimler, ne görevler, ne de görüntüler kayıt altındaydı. Operasyonun birinci derece sorumlularından JKÖA Komutanı Yarbay Ergin mahkemeye gönderdiği “Operasyon plansız ve organizesiz geliştiğinden kayıt tutulmadı” yazısıyla olan bitenlerin üzerine sünger çekmek istiyordu.

Tufan Planı, ilk elde dili ve mantığı açısından tahlil edilince karşımıza hiç de yabancısı olmadığımız “İç Düşman-İç Savaş Konsepti” çıkıyor. Tutuklu ve hükümlüler planda ‘Karşı Güç’ olarak, destek birimleri ise ‘Dost Kuvvetler’ olarak tanımlanıyor. Planın icrasında mahkumlara karşı “Tereddütsüz misliyle mukabelede bulunulacak, zor ve silah kullanılacak” şeklinde talimatlar veriliyor. Yol açacağı sonuçlardan operasyonu yönetenlerin hiç tereddütleri yok ki; “Hukuki sonuç doğurmayacak şekilde operasyonun bütün safhaları video kamera ve fotoğraf makinesi ile tespit edilerek tedbirler alın”ması öngörülmüş. Daha birçok hukuksuzluk, aldatma, zulüm yer alıyor planda.

Merkezinde MGK, TSK ve DSP-MHP-ANAP Hükümetinin yer aldığı kapsamlı bir psikolojik harekat ve ardından da cezaevlerinde vahşet planlandığı açıkça anlaşılıyor. Açlık grevlerini bitirmek üzere mahkumlarla Hükümet arasında arabuluculuk yapan aydınlar değil aslında bütün toplum bu süreçte aldatılmış ve kullanılmıştı.

Şimdi de dönemin Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı, Cezaevleri Genel Müdürü başta olmak üzere MGK üyeleri, Jandarma komutanları “devletin otoritesini sağlamak” kutsal vazifesiyle giriştikleri bu kanlı vahşetten sıyrılmak için kıvranmaya başladılar bile. Kimbilir belki 28 Şubat sürecinde cezaevlerinde devlet gücüyle sergilenen vahşetle hesaplaşmanın kapısı açılırsa 12 Eylül cuntasının esir kampına dönüştürdüğü Mamak, Metris, Diyarbakır ve daha birçok cezaevlerinde yaşanan insanlık dışı muamelelerin, imha politikalarının da hesabının sorulacağı günleri görürüz.

Tufan Planı, Balyoz ve Kafes Eylem Planlarını organize eden ‘merkez’ tarafından tasarlanıp icra edildi. Mantığı, dili, örgütlenme biçimi, gizliliği ve sürekli inkar edilişi başta olmak üzere bunun pek çok işaretini nasıl olur da görmezden geliriz? Devlet otoritesini adaletle, hukukla, merhametle değil de zorla, silahla, hileyle temin etmeyi saplantı haline getirmiş bu mantık ve örgütlenmeyle hesaplaşmak kaçınılmazdır.