Hayat Bayram Olsa

MUSTAFA SİEL

Sıcak Bir Ramazanın Ardından Sıcak Bir Bayram Daha

Hem iklimsel hem de sosyal, siyasal ve askeri açılardan çok sıcak bir Ramazan ayının ardından sıcak bir bayrama daha giriyoruz. Farklı coğrafyalarda 1 yada 2 gün sonrası kutlanacak olmakla beraber, memleketimizde Pazartesi günü Ramazan Bayramını idrak edeceğiz inşaallah.

İslam’da bayramın yeri konusunda bu sütunlarda 15 Ağustos 2012 tarihinde yayınlanmış olan bir yazımızda ayrıntılı bilgi verilmiş olduğundan, konuya tekrar girmeyeceğim. Lakin o yazıda da değindiğim bir hususu, bayramların ve özellikle ramazan bayramının adeta cennetin bir provası olduğu hususunu tekrar vurgulamak istiyorum.

Gerçek Bayram Cennette

Ramazan ayı ve orucu sabır gerektiren dünya hayatına – imtihanına benzetirsek, bayramı da bu imtihandan başarıyla geçmenin neticesi kavuşulan sonsuz ve mükemmel cennete girişe benzetebiliriz.

Prova diyorum, çünkü dünya tamamen imtihan yurdu olduğundan dolayı, dünyada gerçek bayram olmaz, sadece prova olur. Lakin dünyanın imtihan yurdu olduğu gerçeği, hepimizin her an iliklerine kadar hissederek yaşadığı bir vakıadır, kabul etsekte etmesekte.

Ne Kadar Arzulasak ta Asla Hayat Bayram Olmaz

Bu nedenledir ki, dünyayı imtihan yurdu kabul etmeyenlerin dillendirdikleri bir temenni olan hayat bayram olsa boş temennisini biz elbette dillendiremeyiz. Çünkü biz Kur’anın muhkem ayetlerinden biliriz ki hayat bayram olmaz, ama hayatı imtihanından başarıyla geçenlere, ahiret cenneti gerçekten daimi bayram olacaktır.

Hayatın bayram olmadığı tesbiti sadece muhkem ayetlere dayanmaz, aynı zamanda belli bir yaşa ulaşmış aklı başında her bir insanın bizzat yaşayarak ve görerek yakınen (hakkal yakin) idrakine vardığı kesin bir realite – vakıadır aynı zamanda.

Bu nedenle özellikle gençlik çağlarında insanlara hakim olan bir haleti ruhiye olarak boş hayallerin peşinden koşmaktır hayatın bayram olması temennisi. Bununla da kalmaz, aynı zamanda gerçek bayram olan ahiret cennetinden de mahrum eder kişiyi. Çünkü gerçek bayram olan ahiret cenneti ancak dünya hayatınının – imtihanının hakkını vermekle, belalara (imtihan gereği sıkıntı ve zararlara) yakınmadan katlanmakla elde edilebilir ancak.

Hayatın bayram olmasın arzulayanlar, imtihan gerçeğini direk yada dolaylı olarak ret etmekte; bunun neticesi imtihana hiç girmeyerek yada girse bile gerekli ve yeterli gayreti göstermeyerek imtihanı ve dolayısıyla cennet nimetini kaybetmektedirler.

Hayatın imtihan olduğunu kabul etmiyorsak daha baştan kaybetmişizdir zaten. Hayatın imtihan olduğunu kabul ettiğimizi iddia etsek bile, nereden çıktı şimdi bu belalar diye yakınıyorsak, sözlerimizle ifade etmesek bile, aslında hayatın bayram olması boş beklentisi içindeyiz ve gerçek bayramı kaybetme sürecindeyiz demektir.

Acılar İmtihanının Vazgeçilmez Bir Unsurudur

Ümmet olarak son yüz yıldır çok büyük acılar yaşadık. Son dört yıldır yeniden nüksetti ve özellikle son bir yıldır iyice büyüdü acılarımız ve kayıplarımız. Bu acılarımızın temel sebebinin Ümmet olarak geçmişte ve şimdi yaptığımız ve yapmakta olduğumuz büyük yanlışlar ve hatalar olduğu ve tek çıkış yolumuzun da kendimizi düzeltmemiz gerektiği açık. 13.Rad Suresi 11. ayette bu durum net olarak vurgulanıyor.

2.Bakara Suresi 151’den 157’ye kadar olan ayetlerde, hayatı bayram değil imtihan olarak kabul edenlerinde, bu iddialarını ispatlamaları için korku, mallardan, canlardan ve ürünlerden noksanlaştırma ile deneneceği ve ancak istikametini bozmadan ve yakınmadan sabredenlerin kurtulacağı hatırlatılıyor bizlere.

Yani Ümmetin konumu ne kadar olumsuz olursa olsun, eğer biz doğru yolda ve doğru konumda isek; kulluğumuzu hakkınca yerine getiriyor ve Ümmetin sorunların kurtulması için üzerimize düşenleri yapabiliyorsak, 103.Asr suresinde açıklandığı üzere, sonsuz ziyana değil felaha doğru yürüyenlerdeniz inşaallah.

Seferden Sorumluyuz Zaferden Değil

Yaşananlar bizleri aşarken, yaşantılarımız irademiz dahilinde olduğundan dolayı, Yüce Allah bizleri yaşananlardan değil, yaşantılarımızdan sorguya çekecek.  Mevcut durumdan değil, mevcut durumu aşmak için elimizden gelen çabayı gösterip göstermediğimizden; Ümmetin durumundan değil, Ümmetin sorunlarını aşmak için üzerimize düşeni yapıp yapmadığımızdan sorumluyuz. Bu nedenle Ümmetin mevcut durumuna bakarak karamsarlığa kapılmamalı, kendi durumumuza bakmalıyız.

Bu dünya bayram yeri, hayatta bayram günü değil. Bu dünya daimi bir sefer – seferberlik yeri. İman ettiğimizi iddia ettiğimiz andan itibaren son nefesimize kadar sürecek zorlu bir seferde olmalıyız her daim. Bu seferde olduğumuz sürece kazançtayız, hüsrandan uzaktayız.

Öyle ki, Allah’ın rızasına muvafık dünyevi başarılar bile, eğer uhrevi kurtuluşa erişemezsek, bizim açımızdan başarı değildir. Bu nedenle, eğer bir zaferden bahsedilecekse, gerçek zafer her daim sefer üzere olabilmektir ancak.

Seferimizde Allah’ın rızasına uygun dünyevi başarılar bizi elbette sevindirir, lakin gerçek kurtuluş olan ahiret cennetini kazanmamız için şart değil bunlar. Kazanmamızın tek şartı, her daim hakkını vererek seferde olabilmek. Velev ki dünyevi zaferler kazansak bile, seferden vaz geçtiğimiz anda kaybetmişiz; velev ki dünyada hep kaybetsek bile, eğer son nefese kadar seferde isek, kurtulmuşuzdur aslında.

Yılgınlık ve Karamsarlık Yersiz

Şu anda Ümmetin ve Müslümanların acı durumu, sanki yapacak bir şey yokmuş gibi bir yılgınlığa, umutsuzluğa ve pasifizme sebep olabiliyor. Bu da genelde sefere değil, zafere odaklanmaktan kaynaklanıyor ve dünyevi olumsuzluklar ve başarısızlıkları her şeyin sonu gibi algılamak yıldırıyor ve pasifize ediyor çoğumuzu.

Gerek Türkiye’de ve gerekse küresel bazda cahiliye, küfür, şirk azgınlığının en üst düzeylerinde. Zulümler, katliamlar, tecavüzler, haksızlıklar boğaza kadar çıkmış. Elimizden fazla bir şeyler gelmiyor, Lakin hiçbir şey gelmiyor değil. Zaferlere – başarılara odaklanmadığımız sürece, her birimizin bireysel ve toplu bazlarda yapacak çok şeyleri var mutlaka.

Bu nedenle yaşananların dehşetine, çaresizliğe, zulmü engelleyemediğimize odaklanmamalıyız. Tam aksine, her şeyin Allah’ın elinde olduğuna, elimizden neler gelebileceğine; yangını söndüremesek bile, bir kova su dökebileceğimize, söndüremesek bile, en azından hesap günü mazeretimiz olacağına odaklanmalıyız. Tıpkı 7. Araf Suresi 163’den 166’ya kadar olan ayetlerde durumları açıklanan deniz kıyısındaki şehir halkı gibi.

Yılgınlığa, karamsarlığa, pasifizme gerek yok. Bunlar (sözleriyle yada yaşantılarıyla) hayat bayram olsa diyenlerin musibetler karşısındaki tutumudur ancak. Dünyayı gerçekten – yakinen imtihan yeri olarak görenlerin tutumu, 2.Bakara Suresi 153’ten 157’ye kadar olan ayetlerde açıklandığı gibi, başlarına bir musibet geldiğinde, -sözde değil özde- biz zaten Allah’a aitiz ve nasıl olsa O’na döneceğiz ve elbette orada bize bayram verilecek, dünyada kaybettiklerimiz cenneti hak edişimizin ücreti olacak diyebilenler gibi olmalıdır mutlaka. Eğer olmuyorsa, bu durumda Allah’a ve ahirete imanımızı (eminliğimizi), imanımızdaki yakin durumunu sorgulamalıyız.

Tüm beklentisi mezara kadar olan dünyacıların dinamizmi yok çoğumuzda, oysa bizler mezardan çok öteleri hedeflediğimiz iddia ediyoruz ahirete iman etmekle. Oysa yapacak çok şeyimiz var aslında. Yeter ki zafere değil sefere odaklanalım, yılgınlığa ve pasifizme  kapılmayalım.

Ehli Dünya Her Halükarda Kaybetmeye Mahkumdur

Sadece Kur’an’da dile getirilen bir iddia değil, aklı başında hiç kimsenin aksini iddia edemeyeceği çok yalın bir gerçek şudur. Hayatın bayram olmasını arzulayan dünyacılar bu dünyada da er yada geç kaybedecekler.

Kur’an’ın haber verdiği ve selim fıtratın kabullendiği bir gerçek olarak ta, dünyacılar sadece dünyada değil ahirette de kaybedeceklerdir. Ehli dünyadan, dünyaca en nasipli olan en fazla son nefese kadar kazanabilir, suda boğulan firavun misali. Ötesi yok.

Kaldı ki insanların kahir ekseriyeti dünyayı bayram gibi yaşamadığı gibi, hayatının tümünü bayram gibi yaşayan hiç kimse de yaşamış değil şimdiye değin. Tüm dünyacılar firavun kadar şanslı – dünyevi imkanlı olmadığı gibi, Firavunla ilgili ayetler üzerinde biraz daha derin düşündüğümüzde, aslında Firavunun boğulmadan önceki hayatının da bayram olmadığını görebiliriz.

Velev ki böyle olmasa, bazıları dünya hayatının tamamını bayram gibi yaşasa ne olurdu? Farz edelim ki bir kişi tüm hayatını bir bayram gibi yaşayabilsin, en fazla 70 – 80 sene sürecek bir bayram olurdu. Ya sonra?

Dünyevi Onurumuz Ve Uhrevi Kurtuluşumuzun Yolu Adam Gibi Kulluktan Geçiyor

Ümmetimizin dünyevi onur ve izzete kavuşması, ümmet bazında nefislerimizi düzeltmemizden geçiyor. Eğer bizler birey olarak görevlerimizi yapıyorsak, bu sürece ve ümmetin kurtuluşuna katkımızı yapıyoruz demektir. Yani bizler bireysel olarak kulluk görevlerimizi yerine getirebiliyorsak; öncelikle onurlu ve izzetli temiz bir hayat yaşıyor, üstelik hem ümmetin dünyevi kurtuluşunun, hem de kendi uhrevi kurtuluşumuzun yolunu açıyoruz demektir.

Bireysel bazda kulluk görevlerimizi hakkınca yerine getirerek yaşayıp ölebildiğimiz takdirde, onurlu bir hayat ve uhrevi kurtuluşumuz kesindir. Lakin Ümmetin dünyevi kurtuluşu için sadece bazı bireylerin bireysel kulluk görevlerini yapması yetmemekte, Ümmet bazında olumlu yönde bir değişim ve yenilenme gerekmektedir.

Ümmetin genelinin ve Ümmete önderlik iddiasındaki İslamcı ekol ve grupların çoğunluğunun mevcut durumuna bakarak, Ümmetin dünyevi kurtuluş sürecinin uzun süre alacağını, daha uzun bir süre bu acılar içinde kavrulup – pişeceğimizi söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum.

Bu sürecin tahmin ettiğimiz kadar uzun sürmemesi, bir noktadan sonra Ümmetin olumlu yönde hızlı bir dönüşümünü ve acılardan hızlı bir şekilde çıktığımızı görmemiz de söz konusu olabilir. Fakat mevcut gidişat ve Yüce Allah’ın sünnetullahı, Ümmetin er - geç kendine geleceği, onur ve izzetini tekrar kazanacağını göstermektedir.

Ümmet bu izzete tekrar kavuşmadan önce, Yüce Allah zalimleri kendi kendilerine düşürerek, ellerini bizden çektirmek suretiyle dolaylı olarak ferahlatabilir. Geçmişte iki dünya savaşı, nazizim ve kominizm zalimlerin kendi kendilerini kırdıkları en yakın misaller. Bu gün sarmaş dolaş olan Yahudi ve Hristiyanların  o tarihlerde birbirlerini boğazladıkları yakın tarihlerde yaşanmış bir durum.

Gün Doğmadan Neler Doğar

Mehdi bekleyemeyeceğimiz gibi, çabalarımız dışında kurtuluş bekleyelim de demiyorum elbette. Bizler dünyevi onurumuz ve ahiret kurtuluşumuz için, zulme engelleme çabalarımızı göstermeliyiz, yani seferde olmalıyız daima. Bizlerin bireysel onuru ile uhrevi kurtuluşu, bireysel çabalarımızın yeterliliğine bağlı olduğu gibi, mazlumların ve Ümmetin onuru ve dünyevi kurtuluşu da, bu çabaların Ümmet bazında yeterli olgunluğu ve yoğunluğa uğraşmasına bağlı olduğu muhakkak.

Lakin Rabbimiz mazlumları ve ümmeti bizim tahmin edebileceğimiz yada edemeyeceğimiz başka vesilelerle de ferahlatabilir, nefes almalarına imkan sağlayabilir. Bu nedenle, üzerimize düşen görevleri yaptığımız sürece, bireysel bazda uhrevi kurtuluşumuzdan endişe etmememiz gerektiği gibi, Ümmetin dünyevi kurtuluşa olan uzaklığından ürkmemeliyiz. Gün doğmadan neler doğacağını ancak Rabbimiz bilir.

Yüce Rabbimiz Ümmetimize her iki cihanda da bayram nasip etsin.