“Hayat Ağacı” ile varoluş üzerine derin salvolar atan, incelikler üzerine dil kuran yönetmen biraz da kendi geçmişi üzerinden hareketle menziline varmaya çalışan bir hikâye oluşturmuş. Yönetmen Terry Malick, Teksas Waco’da geçen hayatında, erkek kardeşinin intiharıyla sarsılmış bir insan. Bu filmdeki Jack karakteri ile kendi iç dünyasını bize açan yönetmen, zihninin tüm mahrem koridorlarında dolaşmamıza izin veriyor. Popülerlikten uzak neredeyse münzevi bir hayat süren yönetmenin hayatında, üzerinde çalışıp yarım bıraktığı Heiddeger ve “varoluş felsefi”nin belirgin etkiler bıraktığı bu yapımla da beliriyor; derin bir varlık sancısı yaşandığı, ontolojik soruların hemen her sekansta kendini göstermesiyle ortaya çıkıyor.
Hayat Ağacı, iki suyun (anne ve babanın) birleştiği bir ırmak gibi duru, hareketli ve berrak bir biçimde iki saatten fazla bir süre beyazperdede akıyor. Anne ve baba sembolleri üzerinden ilerleyen filmde inayet ve otorite, inanç ile doğa, teslimiyet ile direnç arasındaki tarihin dehlizlerinden gelen ve sonrasında Teksas’taki çekirdek bir ailenin üzerinde beliren bir seçim helezonu görüyoruz.
Anne şefkati ve baba gerilimi arasında büyüyen çocukların en güzel zamanları babalarının iş seyahatine gittiği vakitlerde yaşanıyor. Koşumlarından kurtulmuş atlar gibi salınan çocuklar neşe içinde evin, kentin ve doğanın tadını çıkarıyor. Bu sevinç halesine anne de iştirak ediyor ve hep fısıltıyla öğütler veriyor: “Birbirinize yardım edin, herkesi sevin, her bir yaprağı, ışığın her bir zümresini” diye.
Ortanca oğulları ölen O’Brien ailesinde film boyunca baba sessizliğe gömülüp çocuğuna yaptığı haksızlıkları, lüzumsuz eleştirilerini ve yersiz şiddetini düşündükçe utanır. Anne ise fısıltılar halinde yaratıcıya yakararak teslimiyeti seçer.
HAYAT AĞACI’NDA HZ. EYYÛB FİGÜRÜ
“Ben dünyanın temelini atarken sen neredeydin! Sabahyıldızları birlikte şarkı söylerken, Tanrı’nın oğulları sevinçle çağrışırken.”(Job/Eyyûb 38:4,7) alıntısıyla başlıyor film ve ara ara ayetler görüntü eşliğinde akıyor. Bu sahneler afakî ayetler (gezegenler, dağlar, deniz, çöl) ve enfusi ayetlerle (hücre, damarlar, cenin) destekleniyor. Bu ayetlerle, iyi bir insan olduğu halde başına musibet gelen Eyyûb’un isyan edip, halini şikâyetlendiği, hatta tartıştığı ve bunun karşısında da Rabb’in kâinatı örnek göstererek bu kadar büyük işlerin arasında onun ne kadar kıymetsiz bir varlık olduğunu anlaması gerektiği üzerinden “hiç”lik mefhumu ekrandan bize yansıyor.
Kur’an’da ise Eyyûb peygamber gayet yalın bir dille anlatılır: “Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, ‘Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin’ diye niyaz etmişti. Biz de onun duasını kabul edip kendisinden dert namına ne varsa gidermiştik. Tarafımızdan bir rahmet ve kullukta bulunanlar için de bir ibret olmak üzere ona ailesini ve onlarla beraber bir mislini daha vermişti.” (21/Enbiya/83-84)
Musibetler, kayıplar ve yenilgiler İslam’da elbette kötülerin hak ettiği bir durum olarak algılanmaz. Zira Eyyûb peygamber için “o ne güzel bir kuldu” (38/Sâd/44) ifadesi kullanılır. İnsanın güzel bir surette yarattığını (64/Teğabün/3) belirten yaratıcı, başıboş bırakılmayan (75/Kıyâme/36) bu varlığın, pek çok yaratılmıştan üstün ve şerefli olduğu (17/İsrâ/70) vurgulanır. İnsanın filmdeki gibi olumsuz durumlar yaşaması ise, kulların imtihanı olarak ifade edilip sabretmeleri ve böylece mükâfatlandırılacakları müjdelenir. (2/Bakara/155)
İncil’deki Job’un (Eyyûb’un), Jack O’Brien’ın baş harfleri olduğunu ve böylelikle Jack ile Eyyûb peygamber arasındaki sembolik benzerliğin altını çizmek gerekir. Jack, babasının baskısını, kardeşinin ölümünü ve bir “yok”luk üzerine inşa ettiği acılarla dolu ömrünü, Rabb’e şikâyet eder. İsyan, yüzünün her karesine yansır. Sessiz yakarış ve isyanlarla, huzura ve mutluluğa erişeceğini düşünür belki.
Mistik boyuta karşılık gelen filmde siyasal tek gönderme yer almamaktadır. Ailenin yaşadığı yıllar ABD’nin en çalkantılı ve gerilimli zamanlarına denk gelirken tamamen apolitik bir filmin yapılması fazlasıyla bireysel bir duruşu gösterir. Üstelik 19’unda ölen oğullarının hangi saikle öldüğünü sorgulamayan aile, yaratıcıyla enine boyuna hesaplaşmayı tercih eder. Ölümün sonucu üzerine kurgulanan yapımda, “neden” merak edilmez. Filmde ölüm, tamamen “varlık” ve “yokluk” üzerine inşa edilmiştir. Kardeşinin ölümüyle Jack’in hayatında açılan yara, gittikçe büyür, kapanmak bilmez.
Hayat Ağacı’nda başından sonuna kadar önemli sorular sorulup, ucu açık cevaplar verildiğini ancak belirsizliğin daha belirgin olduğunu görüyoruz. Amerika’nın yeni mistik arayışları içinde bir yerde duran filmin, başlı başına önemli olduğunu belirtmeliyiz. Popüler kişileri içine alıp, popüler bir konu yerine felsefeyi, dini, doğayı ve hayatın genelini konu edinen kaç yapım var ki Hollywood’da. Sırf bu tezattan dolayı ayrı bir kıymeti olan Hayat Ağacı’nın etliye sütlüye karışmaması, önemli bir zaaf noktası. Ne olursa olsun, Anne O’Brien’ın merhamet dolu hali ve incelikli mesajları, geçmiş zaman üzerine yapılan flash-back’ler, eşsiz görüntü diliyle sanatsal, teolojik ve felsefi bir yapımla bizi baş başa bırakan yönetmen Terence Malick, yıllarca süren suskunluğunun hakkını da vermiş oluyor.