Neleri tartışıyoruz?..
Bir: Günümüzdeki lider veya önderlerin “yanılmazlıkları” üzerine bir dünya kurmak doğru mudur?..
İki: Bütün Kürtler, kendilerini Türk hissetmek, kendi kültürlerinin toplumsal hayata yansıması konusundaki taleplerinden vazgeçmek mecburiyetinde midir?..
Biraz daha açalım:
“Ne mutlu Türküm diyene”, “Bir Türk dünyaya bedeldir”, “Türkiye Türklerindir” gibi kalıplarla ifade edilen “Yok sayış” doğru mudur?..
Üç: Türkiye Cumhuriyeti devletinin mevcut yapısını birkaç rötuşla önümüzdeki dönemlerin ihtiyaçlarına cevap verebilecek hale getirmek mümkün müdür?.. Yoksa, “radikal” değişikliklere mi ihtiyaç vardır?
•
Parti, kişi ismi vermiyorum.
Türkiye’de her üç konuya bakışta, topluma önderlik etme pozisyonundaki bazı zatlarla, bazı partilerin büyük sıkıntıları var.
Zihnim bu sıkıntılarla meşgulken... Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’na gönülden bağlıların tertiplediği bir “mevlid” programına katıldım.
Orada, uzunca bir metin uzatıldı önüme.
Sizle geniş bir özetini paylaşmak isterim:
“...1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine bina edildiği esaslar, yeni çağın eşiğinde yerle bir olmuştur.
Türkiye artık güvenliğini güç dengeleri içinde arayamaz. Bu intihar demektir. Güç dengelerine şirin görünmek için halkına dayattığı batıcı-lâik politikaları sürdüremez. Bu yeni dünyadaki yerini milletinin rızası ve gücüyle, şahsiyetiyle kazanacaktır. Milletimizi güçlü kılan İslâmiyet’tir.
Rejimin tepeden inmeci-seçkinci-lâik geleneği artık sona ermiştir. Rejimin pozitivist-lâik politikaları ancak şahsiyetsiz, köksüz, milletine değil, kendine bile hayrı olmayan bunalımlı, yabancılaşmış bir azınlığa kaynak olmuştur.
Türkiye iktidara gelen partilerin değiştiği ama yöneten azınlığın değişmediği dönemlerin sonuna gelmiştir. Asalak azınlığın milletimizin sırtına yüklediği kambur, artık iyice sırıtmaktadır. Milletimizin kendi gücü ve iradesiyle lâyık olduğu mevkii alacağı yeni çağda, bu asalak azınlığın hayat alanı kalmayacaktır. Bu mevkiye bin yıldır güç aldığımız kutlu kaynağımız İslâmiyet’le varacağız.
Görüşümüz
Allah’ın birliği ve yüce Peygamberimizin risâleti dışında hiçbir mutlak hakikat tanımıyoruz.
Aşağıda serdettiğimiz görüşler, bizim aklımızın, idrakimizin, hayatı ve dünyayı kavrayışımızın ürünüdür.
1) Hz. Adem atamıza ve Hz. Havva anamıza nisbetle bütün insanlar kardeştir. Bu inanç ve kabul, insanlık anlayışı bakımından sağlam bir ahlâkî temel teşkil etmektedir.
Kâlû Belâ’dan beri Müslümanız. Doğduğumuzdan beri Türk milletinin bir ferdi olarak yaşıyoruz. Birincisi mutlak hakikati, ikincisi hayatın hakikatini ifade etmektedir. Zaman ve mekân içindeki muhteşem manzarasıyla bir tayf halindeki insanlık, kemal nişanı olan kültürle ayakta durur. Bu zengin tayftan ‘çokluk içinde birlik’ prensibine ulaşıyoruz.
2) ‘Çokluk içinde birlik’ prensibini Allah’ın birliği ve risâlet dışında her türlü farklılığın, her türlü görüş ve kavrayış biçiminin meşru kabul edilmesi olarak anlıyoruz. Mutlak hakikatler dışında çoğulcu ve sivil bir İslâm anlayışına inanıyoruz. İslâmî cemaatlerin Müslümanların birliğine engel teşkil ettiğini düşünmüyoruz. Ancak grup taassubunu, kendi dışında yer alan Müslümanları tekfire kadar giden sertlikleri İslâm’ın özüne aykırı buluyoruz.
3) Siyasetin, Müslümanların kendi aralarında ve dışlarında yer alan dünya içinde Allah’ın emir ve yasaklarını hâkim kılma gâyeleri için başvurulması gereken vasıtalardan biri olduğuna inanıyoruz. Siyaseti hiçbir zaman gaye edinmeyeceğimizi, kutsal gayelerin vasıtası olarak, ama önemli ve gerekli bir vasıtası olarak gördüğümüzü söylüyoruz.
Siyasetin sunduğu imkânların “meşveret” ve “şura” prensipleri etrafında Müslümanlar tarafından alabildiğine kullanılması gerektiğini düşünüyoruz.
4) İnsanların yanılmazlığı esası üzerine inşaa edilmiş lider karizmalarını ve lider sultalarını, İslâm’a aykırı bulduğumuz için reddediyoruz.
•
Çağrımız;
Yukarıda serdettiğimiz görüşlerin de içinde yer aldığı ve tartışmaya açıldığı bir zeminde ‘çokluk içinde birlik’ ilkesi etrafında, Allah’ın birliği ve Peygamberimiz’in risaletine inananlar arasında bir ‘milli mutabakat’ arıyoruz. Bu mutabakatı sağlayacak esasların belirlenmesini, çerçevenin çizilmesini istiyoruz.
İnsanlarımız, umut dolu bir çağın eşiğinde başkaları tarafından yapılan bir tarihin akışı içinde sürüklenirken, birbirlerine küsme, birbirlerini mahkûm etme lüksüne sahip değildirler. Küfrün, riyânın, ahlâksızlığın başını alıp gittiği, kendi çocuklarımıza bizimkinden daha kötü bir dünya bırakmanın muhtemel göründüğü gezegenimizde Müslümanlar birlik olup geleceklerini kurmak zorundadır.
İhtilafı rahmet olarak niteleyip, ‘milli mutabakat’ın oluşacağı zemini bütün samimiyetimiz ve dürüstlüğümüzle kurmaya azmettiğimizi beyan ediyoruz.
Çağrımız bütün insanlaradır.”
•
Metni verdik ve yazının finaline geldik.
Bu yazılanlara kim, niçin itiraz ediyorsa ortaya koysun!..
İtirazı olmayan, bu satırların “hakikati yansıttığına” inanan da, gereğini yapsın!..
Söylem, kanaat ve tavır “bir” olsun!..
VAKİT