Ömer Lekesiz / Yeni Şafak
Bir televizyon kanalı Kur’an okuma yarışması yapıyor.
Camilerde, hafızlık kurslarında alışageldiğimiz şekliyle yapılan, güzel kıraatın sahiplerini (seçme değil) belirleme etkinliklerinden biri değil.
Mekan bir televizyon sahnesi.
Eğer bir şeyi televizyonda sahneliyorsanız, o aygıtın ve sahnesinin şatlarına göre davranmanız gerekir. Diğer bir söyleyişle kullandığınız form, yaptığınız faaliyetin mahiyetini belirler.
Televizyon son tahlilde bir eğlence aracıdır. Dolayısıyla onun sahnesine neyi taşırsanız taşıyınız, nihai maksat da eğlenceye ve eğlendirmeye tekabül etmek zorundadır.
Bu nedenle, orada Kur’an okumanın adı öncelikle yarışmadır/ yarıştırmadır.
Televizyondaki yarışmalarda hangi formatın esas alınacağı ise bellidir.
En son hangi okuma’nın yarışması en fazla göz doldurmuşsa, beğeni kazanmışsa, o format biraz daha farklılaştırılarak, eksiklikleri giderilerek, yeni yarışmanın gerektirdiği özel değişiklikler yapılarak benimseniverir.
Tam adıyla “Kur’an-ı Kerim'i Güzel Okuma Yarışması” da bu cümleden bir yarışmadır.
Acun Medya tarafından yapılagelen “O Ses Türkiye” yarışmasının formatı, burada da büyük oranda esas alınmıştır.
Jüri’nin konumlanışı ve işlevi ona benzediği gibi, oylamanın taraflarından olan seyircilerin tipleri, oturma biçimleri, el ayalarını kızartan coşkulu alkışlarıyla sahnenin cazibesini yükseltmeye katkıları da hemen hemen aynıdır.
Bu aynılık karilerin (okuyucuların) tanıtım videolarından, sahneye çıkarken uğradıkları malzeme sandıklarından, koçlarından, jüri üyelerinin “okuyuşunuz kalbime dokundu” ya da “aferin kalbinizden okunuz” yollu söyleyişlerindeki aynılığa ve buradan jüri üyelerinin tıpkı şarkı yarışmasındaki jüri üyelerinin yaptıkları gibi bir ezgiyi havalandırarak yarışmacılardan rol çalmalarına kadar öğretilmiş (daha doğru ifadeyle: kurgulanmış) bir aynılıktır.
Sahnedeki rahle, Kur’an’a dair yaygın imgelerinden biri oluşundan hareketle, okuyucu oturduğunda meleksileşen bir görünürlüğe terfi ettirilmiş; Işık düzeniyle de adeta uhrevi olanı, cennetsi bir şaşaayı imaen, televizyonal bir uhreviyet imgesi üretilmiştir.
Bunca gayretkeşlikle kotarılmış söz konusu imge düzeninin, bir bar taburesi ile sığlaştırılması ise, proje sahipleri bakımından açık bir talihsizlik değilse, eğlence yayıncılığı açısından tam bir görgüsüzlük olsa gerektir.
İlgili yarışmanın formatı konusunda naklettiğim bu genel bilgilerden sonra, beyan edilmesi gereken ilk şey, bu eğlence programının tepeden tırnağa hatalı olduğudur.
Ancak bu hatanın nedenini ararken, ilk başta Kur’an okuma yarışması bir şarkı yarışması gibi olmamalı şeklinde bir itirazdan hareket edersek diğer bir hatanın daha kucağına düşmüş oluruz.
Çünkü iki ayrı mahiyetteki, niyetteki, maksattaki okumayı eşitleyerek, İlahi olanı dünyevi (seküler) olanla kıyaslamış olacağımız gibi, bir eğence aracı olan televizyonu da bununla birlikte dini faaliyetin önemli ve gerekli bir nesnesi olarak olumlamış, meşrulaştırmış oluruz.
Bu durumda hata kaydı meselenin öz’üne değil, formuna mahsus bir belirlemeye evrilmiş olacağı gibi, bu da “hiç yoktan iyidir, bunun yerine bir Hollywood filmi seyretseydik daha mı iyiydi” vb. gibi domuzdan tüy koparma mantığına saplanmamıza ve haliyle daha başlangıçta söz konusu hatayı, hatalı tartışmamıza neden olur. Bu durumda ise hatayı tartışmış olmayız, sadece meşkuk bir durumu hatalı tartışmış oluruz ki bundan da derde derman olacak hiçbir sonuç çıkmaz.
O halde hatayı doğru bir şekilde ortaya koyalım: Televizyonda, bir eğlence programının formatında Kur’an okuma yarışması yapmak, İslam’ın özüyle bağdaşması mümkün olmayan bir suretlendirmeye neden olduğu, İlahi olanı seyirlik bir nesneye (nazara sunulmuş bir manzaraya) dönüştürdüğü için hatalıdır.
Şuradan bakalım: Suret yapmayı / yaratmayı mündemiç bir fiil olduğu gerekçesiyle resimle uğraşmanın, kerih (hatta haram) sayıldığı malumdur. Bu kanaatte, resim serbestisinden yana olunursa giderek Tanrı’nın suretini yapmanın da meşru hale gelebileceği ve dolayısıyla, dinin şiddetle kaçınılmasını emrettiği idolleştirme (putlaştırma) endişesinin etkili olduğu da açıktır.
Mezkur program ise, bu kanaate, ilgili tüm hassasiyetlere ve buna ilişkin tartışmalara da rahmet okutacak kadar, hatta ondan bin kat daha eşed bir suretlendirmenin, bakışa sunmanın ürünü olması bakımından hatalıdır.
Tekrar söylemek zorundayım: Yüz yüze bulunduğumuz durum, televizyon yarışması yoluyla Kur’an’ın geniş kitlelere ulaştırılmasına, onu okumanın ve dinlemenin özendirilmesine dair bir hatanın ya da sevabın konuşulması değildir.
Buradaki hata, İslam’ın surete, suretlendirmeye, sahnelemeye mahsus, diğer dinlerle olan büyük farkının ortadan kaldırılmasına, bu manadaki berrak zihniyetinin bulanıklaştırılmasına, ilgili kültürünün benzeştirme yoluyla modern medyatik kültüre kurban edilmesine, sekülerleşmenin şirinleştirilmesine mahsus bir cürümden ibarettir.
Konuyu bu düzeyde ele al(a)mayanlara, modern eğlenme ayinleri arasına dini de katarak, bununla çok makbul bir iş yaptıklarını sananlara; bu ayinlere bizzat katılarak, bu ayinleri ekrandan bizzat izleyerek sevap kazandıklarını sananlara söyleyecek hiçbir sözümüz yoktur.
Çünkü hatalı tartıştığımızda hatayı tartışmış olmayız.