Abdulkadir Aksöz / Düşünce Günlüğü
Protestolardan istifaya Bangladeş’te siyasal kriz
Küresel bunalımların Doğu'dan Batı'ya yoğun bir şekilde hissedildiği bir yıl yaşıyoruz. Halihazırda devam eden savaş ve çatışmaların yanı sıra Güney Asya’nın dinamik ülkesi Bangladeş’te Temmuz ayında cereyan eden siyasi çalkantılar ve öğrenci protestoları, kısa sürede kitlesel bir harekete dönüştü ve sonunda Başbakan Şeyh Hasina’yı istifaya zorladı. Ülkenin bir kaos ve kargaşa girdabına sürüklenme tehdidi altında kalması hem bölgesel dinamikleri hem de küresel tedarik zincirini yakından ilgilendiriyor. Gözlerin Bengal deltasının bereketli topraklarına çevrildiği bu Müslüman yoğunluklu ülkede yaşanan gelişmeleri izah etmek için yakın siyasi tarihini incelemek gerekiyor. Zira yaşanan hadiseleri anlamak açısından Bangladeş’in siyasal ve toplumsal sistemi başta olmak üzere kitlesel eylemler karşısındaki geçmişi önemli ipuçları barındırıyor.
DARBELER SARMALI
1971 yılında Pakistan’dan ayrılarak müstakil bir devlet haline gelen Bangladeş, kısa sürede siyasi istikrarsızlık ve askeri müdahalelerle karşı karşıya kaldı. Ülkenin kurucu lideri Şeyh Mucibur Rahman’ın 1975’te bir askeri darbeyle öldürülmesi, Bangladeş’teki darbe kültürünün başlangıcını simgeler. Bu olay, askeri rejimlerin ve sivil-asker ilişkilerinin karmaşık bir hal aldığı bir dönemi başlatmıştır. 1980’lerde General Erşad’ın askeri darbesi ve uzun süreli iktidarı, ülkenin demokratikleşme sürecini kesintiye uğratmış, ancak 1990’larda halkın kitlesel direnişi sonucu Erşad iktidardan uzaklaştırılmıştır. Bu süreç, Bangladeş’te devrim niteliğinde bir halk hareketinin potansiyelini ortaya koymuş, ancak siyasi istikrarın sürekli tehdit altında kalmasına neden olmuştur. Böylesi bir karmaşık tarih, Bangladeş’in siyasi yapısında askeri müdahaleler ve demokratikleşme çabaları arasında sıkışıp kalan bir ülke olarak anılmasına yol açmıştır.
Bangladeş’te siyasi kutuplaşma, ülkedeki iki ana siyasi parti, Avami Birliği (AL) ve Bangladeş Milliyetçi Partisi (BNP) etrafında şekillenmiştir. Bu kutuplaşma, belirli aralıklarla siyasi istikrarsızlık ve gerginliğe zemin hazırlamıştır. Şeyh Hasina liderliğindeki Avami Birliği, seküler ve sosyal refah politikalarıyla öne çıkarken, Ziyaur Rahman’ın kurduğu BNP, milliyetçi ve muhafazakâr bir çizgi izlemektedir. Bu iki parti arasındaki derin rekabet, şiddetli çatışma ve krizlere neden olurken siyasete güveni sarsmıştır. Böylesi bir durum karşısında yaşanan askeri müdahaleler, Bangladeş’in siyasi sahnesinde sıkça görülen bir olgu haline gelmiş ve ordunun ülkenin siyasi yapısı üzerindeki etkisini artırmıştır. Bangladeş’te darbe kültürü 1975’te başlamış, 1980’lerde General Erşad’ın askeri yönetimiyle doruk noktasına ulaşmıştır. Her ne kadar ülke, son yıllarda sivil yönetim altında kalmış olsa da ordunun ülkenin siyasi dengelerinde önemli bir rol oynamaya devam ettiği bir gerçektir.
DESPOTİK UYGULAMALAR TEPKİ TOPLADI
Bu tarihi arka planın akabinde tepkilerin odağındaki başbakan Şeyh Hasina’nın siyasi geçmişine de kısaca değinmekte fayda var. Hasina, Bangladeş’in bağımsızlık mücadelesinin kurucu lideri Şeyh Mucibur Rahman’ın kızı ve aynı zamanda ülkenin en uzun süre görev yapan başbakanıydı. İlk kez 1996’da göreve gelen Hasina, 2009’dan bu yana kesintisiz olarak ülkenin liderliğini sürdürüyordu. Hasina’nın iktidarı, seçimlerde hile iddiaları, medya ve ifade özgürlüğü kısıtlamaları ve muhalefet üzerindeki sert baskılarla gölgelenmiştir. 2013’te Cemaat-i İslami liderlerinin idam edilmesi, yargının tarafsızlığı konusunda soru işaretleri doğurmuştur. Hükümeti, kamu kaynaklarını partizan çıkarlar için kullanmakla ve devlet ihalelerini yakın çevresine vermekle suçlanırken, 2024 genel seçimleri, şeffaflıktan uzak ve adil olmayan bir süreç olarak eleştirilmiştir. Tüm bu unsurlar, Hasina’nın yönetim tarzının otoriter eğilimler gösterdiğine dair bir izlenim yaratmış ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmiştir.
TOPLUMSAL PATLAMA YAŞANDI
Ülkenin dört bir yanına yayılan protesto gösterileri, Bengallilerin hoşnutsuzluğunu sıkça dile getirdiği özellikle kamu sektöründeki kota sistemi ve memuriyetle ilgili politikalardan kaynaklanmıştır. Kota sistemi etnik azınlıklar, kadınlar ve savaş gazilerinin yakınları gibi belirli gruplara kamu sektöründe ayrıcalıklı işe alım hakkı tanımaktaydı. Ancak, bu sistemin adaletsiz olduğunu düşünen geniş bir kesim ve iş arayan gençler, kota sisteminin genel istihdam olanaklarını daralttığını ve liyakat esasını zayıflattığını savunarak 2018’de büyük çaplı protestolar başlatmışlardı. Ayrıca, memuriyet sınavlarındaki şeffaflık eksikliği, yolsuzluk iddiaları ve liyakat dışı atamalar, toplumun geniş kesimlerinde hayal kırıklığı yaratırken bu durum, genç nüfus arasında hükümete olan güveni sarsmış ve toplumsal kutuplaşmayı artırmıştır. Hükümet, protestoların ardından kota sisteminde reform yapma sözü verse de uygulamadaki gecikmeler ve reformların yetersizliği, bu memnuniyetsizliği daha da derinleştirmiştir. Nihayetinde 2018’de çözülemeyen bu sorun bir çığ gibi büyüyerek 2024 yılında toplumsal patlamaya neden olmuştur.