Hasan Öztürk Sonunda Ağzındaki Baklayı Çıkaracak Gibi!

Hasan Öztürk, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında yüzbinlerin katili Esed rejimiyle Türkiye’nin işbirliği yapması gerektiğini açık açık yazdı...

Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri adeta vahşi dikta rejimlerini temize çıkartırcasına yorumlayan Hasan Öztürk’ün dolaylı ifadelerle Beşşar rejimini istilacılara karşı direnen aktör olarak tanımlamasını ve işbirliği yapılmasını ihsas ettiren cümlelerine şaşırdık mı, hayır şaşırmadık!

Hasan Öztürkün Yeni Şafak’ta “Birbirimizi sevmesek de coğrafyamıza dayatılanlara karşı birlikte direnemez miyiz” başlığı ile yayınlanan yazısı:

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soçi’den dönerken uçakta yaptığı açıklamanın şu bölümünü okuyunca ister istemez insan hayıflanıyor.

Sayın Erdoğan Adana Mutabakatı ile ilgili konuşurken şöyle diyor:

 “Beşar Esed ile iyi ilişkilerimizin olduğu dönemde bu konuyu da kendi aramızda konuşmuştuk. Kendisi büyük bir rahatlıkla ‘Artık bizim aramızda Adana Mutabakatı mı var’ diyecek kadar bu işe olumlu yaklaşıyordu. Şimdi bizim ilgili kurumlarımız bu mutabakatın üzerinde çalışıyor. Terörle mücadelemizde bu mutabakatın ülkemizin lehine kullanılması için elimizden geleni yapacağız. (…) Biz geçmişten devraldığımız Adana Mutabakatı üzerinden yürüyoruz.”

Bu tespitleri okuyunca yakın geçmişe biraz da hüzünle bakıyor insan.

İSTİLACILARIN TEK AMACI DAHA DA PARÇALANMIŞ BİR ORTADOĞU

Coğrafyamıza “parçalanmayı” dayattılar. İçerideki birikmiş enerjiyi kendi emelleri için yönlendirdiler.

17 Aralık 2010’da Tunus’ta bir gencin kendini yakmasıyla başlayan Arap Baharı, Kuzey Afrika ve Arap Yarım Adası’nda etkisini gösterdiğinde bir “umut” doğmuştu. Coğrafyamızda daha demokratik yönetimler olabilir umuduydu bu!

Oysa Amerika ve müttefiklerinin (Emperyalistler) bölge için tasavvuru daha da “parçalanmış” devletler modeliydi; yaşayıp anladık!

Arap Baharı’nda sokağa çıkan her birey, sonradan emperyalistlerin ekmeğine yağ sürdüğünü anladığında çoktan atı alan Üsküdar’ı geçmişti.

Libya’da, Kaddafi linç edilirken yorgun ve hicranlı gözlerle baktığı o çapulculara, “İyi de ben sizin babanız değil miydim” diye soruyordu. Kaddafi kendi halkı tarafından parçalanırken emperyalistler de Libya’yı 3 parçaya ayırmıştı, çoktan.

Kaddafi demokratik bir yönetim mi kurmuştu? Hayır. Kaddafi’nin meşruiyeti sorgulanmalı mıydı? Evet. Ama neden Birleşik Arap Emirliklerinin başındakilerin meşruiyeti sorgulanmıyordu da Kaddafi sorgulanıyordu? O günlerde bunu tartışmadık bile!

Ne yazık ki sokağa çıkan Libyalılar günün sonunda Kaddafi’nin bedenini taş ve sopalarla parçalarken ülkelerinin de paramparça olduğuna şahitlik etti.

ARAP BAHARI SURİYE’Yİ ETKİLEMEZ SANMIŞTIK

Arap Baharı hızla Arap sokağında ilerlerken, dönemin Şanlıurfa Valisi Nuri Okutan ile birlikte Akçakale kapısından geçerek Suriye’nin Halep kentine bir günlük ziyarette bulunmuştuk. Dönüşte, Mürşitpınar’dan bir gece vakti hem de yaya olarak Türkiye’ye girdik. Mürşitpınar kapısı Suruç ile Aynel Arap (Kobani) arasındaki gümrük kapısı.

O gün Vali Okutan ile aramızda şöyle bir konuşma geçmişti hiç unutmuyorum.

“Sürekli Suriye’ye gidip geliyorsunuz. Acaba Arap Baharı Suriye’de de olur mu? Suriye de karışır mı?”

Cevabını hiç unutmuyorum. “Hiç zannetmem. Çünkü Esad yönetimiyle Türkiye’nin ilişkileri son derece iyi. Esad, kademeli olarak Suriye halkına haklarını veriyor. Halkın arasında rahatlıkla dolaşabiliyor. Arap Baharı buraya uğramaz.” Vali Okutan’ı baş hareketlerimle onaylamıştım o konuşmada.

Yanıldık! Hem de çok yanıldık.

Ne onun öngörüleri ne benim tahminlerim Suriye için geçerli olmadı.

Dera’da başlayan olaylar bir süre sonra kar topu gibi büyüdü. Suriye’yi yaktı. Bölgeyi yaktı. Türkiye’yi yaktı.

Bizim öngörülerimizi boşa çıkartan hadisenin ne olduğunu düşündüğümde verebileceğim birkaç cevap var. Ama onlardan sadece birini söyleyeyim yetsin.

MEĞERSE ‘PARÇALANMIŞ SURİYE VE BÖLGE’ FİKRİNİ ÇOKTAN SATIN ALMIŞLARMIŞ

“Başka bir Suriye ve bölge fikrini çoktan satın almış” içimizdeki bazılarının, emperyalistlerle birlikte hareket etmesi Suriye’nin kan çanağına dönmesine neden olmuştur.

İran ve Rusya’nın Şam hükümetiyle geliştirdiği ilişkilerin çok ötesinde Ankara-Şam ilişkisi varken, o ilişki “İstifa edeceksin” emrivakisiyle onulmaz bir yaraya dönüşmüştü.

Dönemin Amerika Dış İşleri Bakanı Clinton’un Türkiye’yi Suriye konusunda iştahlandırmasını unutmadık.

Bir gecede peydahlanıp, birkaç günde Irak’ta ve Suriye’de birçok bölgeyi ele geçiren DEAŞ hayaletini unutmadık. Suriye’nin kuzeyindeki şehir ve kasabaların PKK’nın Suriye kolu olan PYD/YPG’ye nasıl teslim edildiğini unutmadık.

Bugün artık birleşik bir Suriye’den söz edemiyoruz. Hatta bazılarımız artık tıpkı “Kuzey Irak” lafzı gibi “Kuzey Suriye” lafzını da içselleştirdiğine şahit oluyoruz.

Coğrafyamıza biçilen “parçalanmışlık” projesi adım adım ilerliyor.

Ve içimizdeki bazıları hala o projeye hizmet ediyor!

Oysa bu senaryonun bir benzerini neredeyse birebir örneğini Irak’ta yaşamıştık. 1991’de Saddam’ı devirmesi mümkünken Bağdat’ın kapısında duran Amerika’nın Kürtleri iştahlandırdığını… Sonrasında katledilen binlerce Iraklı Kürt’ün öfkesinin kabartılmasını hatırlamalıyız.

2003’teki İkinci Körfez Savaşı’nda bu kez bir bayram sabahı Saddam’ı Şiilere astırarak sünni-şii ihtilafının körüklendiğini hatırlamalıyız.

Parçalanmış bir Irak’ı hatırlamalıyız. Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin nasıl oluştuğunu… Irak’ın nasıl da paramparça edildiğini hatırlamalıyız.

Irak Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Haşimi bir ziyaretinde yüzüme şöyle demişti: “Artık Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmanın anlamı kalmamıştır. Araya o kadar husumet girdi ki…”

Irak modelinin aynısını şimdi Suriye’ye uyguluyorlar. Suriye’nin kuzeyinde bir otonom bölge kurup buna bizim razı olmamızı istiyorlar. Bölgemizdeki istilacılarla kol kola girenlerin “meşruiyetlerini” hiç tartışmaya açtırmıyorlar. İstilacılara direnen bütün aktörleri “şeytanlaştırıyorlar” tasfiye edilmesi gerektiğini dayatıyorlar.

Sonuçta coğrafyanın tüm halklarına, milletlere yazık oluyor.

Kan dökülüyor, ocaklar sönüyor, umutlar tükeniyor.

Soçi dönüşü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ““Beşar Esed ile iyi ilişkilerimizin olduğu dönemde bu konuyu da kendi aramızda konuşmuştuk. Kendisi büyük bir rahatlıkla ‘Artık bizim aramızda Adana Mutabakatı mı var’ diyecek kadar bu işe olumlu yaklaşıyordu” cümleleri önümüzdeki günler için bir işaret fişeğidir.

İstilacı emperyalistlere karşı, coğrafyanın yerli aktörleri mutlaka çözüm üretecektir. Birbirimizi sevmesek de bize biçilen paramparça edilmişliğe karşı birlikte yol alamaz mıyız? Yakın geçmişte yediğimiz kazıkları ve içimizdeki işbirlikçileri unutmayalım, yeter.

Haksız mıyım?

Yorum Analiz Haberleri

Camiler Ermeni, Rum ve Yahudilere de satılmış
Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?