Üç kapısı vardı gittiğim lisenin. Birinden öğretmenler ve yöneticiler girerdi. Birinin kapısında ise 'faşistler giremez' yazılıydı.
Diğerinde ise aynı ideolojik yasak komünistler için geçerliydi. Yaşımız da boyumuz da küçük olduğu için her iki kapıdan da rahatlıkla girerdik biz, ama doğru dürüst ders yapılmadığı, 'boykot' ve 'bildiri' kelimelerinin ekmek-su gibi gündelik kullanıldığı bir dönemdi. Tam da darbenin yapıldığı yıldı bütün bu olanlar.
Her okul çıkışında mutlaka bir olay, kavga ve kan vardı. Çocukluğumun en bahtsız sahneleridir bunlar. Neredeyse her gün üzeri gazeteyle örtülü bir gencin cesedinin yanından geçip giderdik.
13-14 yaşındaki çocukların gözünden bakmaya çalışın lütfen. Ankara'ya epey uzak bir küçük ilde yaşanıyordu bütün bunlar. Birazcık tek gözlü, bol miktarda şarkiyatçı bakış açısıyla Yılmaz Erdoğan 'Vizontele Tuuba'da tasvir etti aslında manzarayı. Ne yazık ki o filmdeki kadar romantik değildi her şey. Aynı ana-babadan iki kardeşin birbirini bıçakladığına şahit olmuştuk biz.
İdeoloji böylesine bir deli gömleğiydi. İtiraf edeyim, lise bitene kadar da nelerin olup bittiğini tam olarak anlayabilmiş değildim. Acı ve karanlık bir dönemdi anlayacağınız. Yaşı müsait olanlar çok daha fazla ayrıntı hatırlayacaklardır şüphesiz.
Üniversite yıllarında elime geçen bir kitap olan bitenin diğer -ve büyük- parçasını getirdi gözümün önüne.
Hasan Cemal'in 'Demokrasi Korkusu' ve 'Tank Sesiyle Uyanmak' kitapları o kanlı döneme büyüklerimizin perspektifiyle bakıyordu. Üstelik samimi ve gün gün anlatılıyordu olan biten. Özellikle 12 Eylül Darbesi sonrasında yaşananlar. Elbette tabloyu tamamlayan onlarca farklı kitap daha okuduk ve bu milletin başına örülen çorabın dokuması hakkında fikir sahibi olmaya başladık.
Hasan Cemal ismi o zamandan aklıma yazılmıştı. Bir sefer inanılmaz kalın kitaplardı. O güne kadar o hacimde kitap okuduğumu anımsamıyorum ve bitiremem diye çekinirken bir çırpıda okumuştum.
Şunu da ifade edeyim; daha sonra meslektaş olduğum Cemal ile hiçbir zaman karşılaşmadım. Belki aynı ortamda bulunmuşuzdur ama Erman Toroğlu ifadesiyle, hiç 'canlı' olarak görmedim Cemal'i.
'Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım'da, bir gazetecinin cesaretini takdir ederek okudum. İnanılmaz derecede rahat ve dürüsttü kendine karşı Cemal. 'Birileri ne der?' endişesi yoktu satırlarında. Sonrasında gelen 'Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim'de hem çok takdir, hem de eleştiri aldı ama bence 'Tank Sesiyle Uyanmak' kitabının yazarına yakışır bir kitaptı o. Ve inanın eski çalıştığı kurumu eleştirdiği için değil, entelektüel namus adına çok şey gördüğüm için sevmiştim kitabı.
'Demokrasi Notları'nı da, 'Özal Hikâyesi'ni de aynı iştah ile okudum ve yararlandım. Elbette 'Kürtler'i de...
Günlük makalelerini okurken gördüğüm enerji bir şekilde kitaplarında da vardı Cemal'in. En önemlisi bu mesleki enerjisi ile meslektaşlarından farklıydı Hasan Cemal. O yaşta ve deneyimde olan bir gazeteci genel olarak ofisine gider, medyayı takip eder, eş dostuyla geyik yapar ve yazısını yazardı. Oysa yerinde durmayan, duramayan bir gazeteci modeliydi Hasan Cemal.
Büyük şehirde oturup, ülkesi hakkında fikir buyuran modellerden değildi. Yaşına, kariyerine bakmadan olayların kalbine iniyor ve fikirlerini cesurca dile getiriyordu hep. Güneydoğu'ya gittiğinde de paradigmanın tersine kürek çekebiliyor, bir futbol turnuvasını takip ettiğinde de...
Bu usta yazar ve gazeteci meslekte 40. yılı geride bırakmış. Kolay bulunmuyor maalesef Hasan Cemal gibi demokrasiye gerçekten inanan ve entelektüel namusa sahip kalem ve beyin. Allah Hasan Cemal gibilerin sayısını artırsın ve ona uzun ömür versin.
ZAMAN