Gölcük'teki Donanma Komutanlığı'ndan çıkan belgeler yeni bir dönüm noktasıdır. Bazılarının bilgileri ayrı ayrı ele alarak giriştiği yanıltma çalışması tipik bir psikolojik harekâttır.
Aslolan soru şu: Bir ülkenin ordusu bazı evrakları niçin parkelerin altındaki gizli bölmelerde saklar? Madem illegal bir faaliyet söz konusu değildir; niçin askerî tesislerde 'zula' yapılır ve belgeler 'çok gizli' bir şekilde korunur? Niçin? Bu sorunun cevabını veremeyenlerin her bir evrak hakkında uzun uzun konuşmasının kamuoyunun dikkatini dağıtmaktan başka hiçbir anlamı bulunmuyor. Kaldı ki ortaya çıkan belgeler teferruatıyla bir askerî darbe çalışmasını gözler önüne seriyor.
Devletin savcısı bir ihbar üzerine Gölcük'teki Donanma tesislerine gidiyor ve 'zula'da bulduğu belgeleri kameralar eşliğinde kaydediyor. Üstelik bu hukukî işlemler yapılırken askerî yetkililer de orada bulunuyor ve işlemlerin yapılmasında yardımcı oluyor.
Dile kolay; 9 çuval belge. İçinde yok yok! Balyoz darba planının bir numaralı sanığı emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın 'imzasız' gerekçesiyle inkâr ettiği 11 No'lu Balyoz CD'si de Gölcük'teki aramada 'ıslak imzalı' olarak açığa çıkıyor. Camilerin nasıl ve kimler tarafından bombalanacağı, sivil ve askerî şahıslardan kimlerin tutuklanacağı, darbe karşıtı sanılan komutanların nasıl görevden uzaklaştırılıp tevkif edileceği, gözaltı ve tutuklamaların kimler tarafından yapılacağı vs. tek tek anlatılıyor. Üstelik şu ana kadar inkâr edilen bazı dijital belgelerin yine ıslak imzalı orijinalleri de ele geçiyor aramalarda.
Şimdi bu saatten sonra, "Gölcük'te çıkan belgeler daha önceki belgelerin aynısı!" diyerek işi sulandırmanın hiçbir manası yok. Tabii ki aynısı olacak. Anlaşılan o ki birtakım güncellemeler, darbeye her an hazırlıklı olmanın tabii bir neticesi. Cunta istiyor ki, yol haritaları bir yerde hazır bekletilsin; ta ki yönetime el koyduklarında şaşkınlık yaşamasınlar. Zaten ele geçirilen belgelerde bu durum açık açık ifade ediliyor. 12 Eylül Darbesi esnasında tam hazır olmamaktan kaynaklanan bazı sıkıntılar dile getiriliyor ve darbe planlarının her an yeni ve hazır halde tutulması isteniyor.
Çetin Doğan ve akrabalarının temel tezi neydi? Daha önceki belgelerin sahte olduğunu, bu belgelerin bir yerlerde hazırlandığını savunuyorlardı. Oysa o belgelerin teferruatını da dışarıdan yazmak, o kadar bilgiyi sahte evrakla teyit etmek imkânsızdı. Şimdi ortaya çıkan 'Gölcük belgeleri' meseleyi daha kesin ve somut bir noktaya taşıdı. Bu noktadan sonra savcılık tarafından ileri sürülen iddiaları daha dikkatle okumak zorundayız. O iddialara kulaklarını tıkayıp meseleyi sulandırmak için yapılan tahrifatın bir önemi kalmamıştır. Belgeler, vahim bir cunta çalışmasını işaretliyor. Bunun hesabını vermek yerine dikkatleri dağıtmaya yönelik laf üretmek doğru, sağlıklı ve inandırıcı bir yaklaşım değildir.
Acı tecrübelerle sabittir ki, bu ülkede darbeciler 'kamuoyu oluşturma'ya, 'şartların müsait hale gelmesi'ne büyük önem vermiştir. Kaotik olayların tezgâhlanması, darbeyi meşru gösterebilmek içindir. Balyoz Planı'nda da Aleviler, tarikatlar, sol gruplar, cemaatler, azınlıklar diye ifade ettikleri kitleler arasına 'adam sızdırmak' için büyük bir gayret sarf ettikleri görülüyor.
Peki ya, cunta bir şekilde deşifre olursa? Onu da düşünmüş Balyoz Planı'nı yapanlar. Yakalanmaları halinde 'harp oyunu' diye bir gerekçeye sığınacaklarını, Gölcük belgeleri ispat ediyor. Demek ki bazı sanıkların o televizyondan bu televizyona koşarak, "Darbe değil, harp oyunu!" demesi boşuna değilmiş. Ortada bir oyun olduğu, rollerini hiç de fena yapmayan oyuncular bulunduğu tezi, ortaya çıkan 9 çuval belge sonucunda çok kuvvetlendi. Bu duruma rağmen, 'harp oyunu' oynamaya devam edenler çıkabilir; ancak bu tatbikat amaçlı bir askerî oyun değil, olsa olsa topluma yönelik psikolojik harp oyunudur... e.dumanli@zaman.com.tr
Yumurta eylemcilerine halktan tokat
Her önüne gelene yumurta atan öğrencilere medyanın bir bölümü sempatik bakıyor. Oysa fiilî bir saldırı olduğu da ortada. Düşünsenize Ali Sabancı bir üniversiteye, şirketinin başarı öyküsünü anlatmaya gitti ve yumurtalı saldırıya uğradı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun (BDDK) başarılı Başkanı Tevfik Bilgin'e de aynı şey yapıldı. Liste uzun; ancak yumurtazedelerden hatırladığım isimler şunlar: Gazeteci Cengiz Çandar, merhum siyasetçi Erdal İnönü, AK Partili Burhan Kuzu, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, İTO Başkanı Murat Yalçıntaş, şair Roni Margulies, eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal...
Bir hayli yekûn tutan meslektaşlarımız yumurta eylemini yine de 'şirin' buluyor. Ya vatandaş? MetroPOLL araştırma şirketi bir anket yaptı ve sonucunu kamuoyuyla paylaştı. Meğer halkın sadece yüzde 24'ü bu eylemleri 'demokratik bir protesto' olarak görüyormuş. Yüzde 73,3'ü bunun demokratik bir tepki olmadığına inanıyor.
Mesele yine gelip aynı noktada düğümleniyor aslında. Medya ile halk arasındaki makas büyük bir kanaat uçurumunu işaretliyor. Bu mesafe kapanmadıkça medyanın halkla bütünleşmesine de imkân yok...
Balyoz, medyayı fena sarstı
Olayın en kısa özeti şu: Bir ihbar üzerine devletin savcısı askerî tesislerde, askerî yetkililer eşliğinde bir arama yaptı. 6 Aralık 2010'da Gölcük'te yapılan aramada çok sayıda gizli belge bulunduğuna dair haberler çıktı. Bu belgelerin Balyoz Darbe Planı'yla ilgili olduğu söyleniyordu. Herkesin merak içinde beklediği belgeler nihayet hafta içinde açıklığa kavuştu. Sanık avukatlarına verilen dosyalar bir anda bütün gazete ve televizyonlara ulaştı.
Bir ülkede, Donanma'ya ait bir tesiste arama yapılır ve oradan 9 çuval cunta dokümanı çıkarsa; o belge ve bilgiler medya tarafından kamuoyuyla paylaşılmaz mı? Bu kadar büyük bir olay patladığında dünyanın her yerinde gazeteler heyecanlanır, elde edilen bilgileri sıcağı sıcağına kamuoyuyla paylaşmayı aslî görev olarak görür. Türkiye'deki medya hariç! Daha doğrusu medyanın bir bölümü hariç!
20 Ocak Perşembe gününe ait gazeteler Türk medyasının boy aynasıdır, tarihe geçecek en kıymetli vesikasıdır. O günkü gazeteleri yan yana koyun lütfen. Göreceksiniz ki bazı gazetelerde Gölcük belgelerine dair tek bir satır (mübalağa etmiyorum) bulamazsınız. Bu nasıl bir gazeteciliktir ki 9 çuval belgenin altında ezilip gitmektedir? Suskun gazetelerden birinin bir mazereti var ki tam evlere şenlik! Neymiş? Söz konusu belgeler Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tutanağı ve devlet sırrıymış. Darbe planı devlet sırrıymış; öyle mi? Komutanlarını bile tutuklamayı planlayan ve hukukî hiçbir dayanağı olmayan cunta teşebbüsüne bu medya desteği nereden geliyor acaba? Darbe planının ortaya çıkması ve o plana dair belgelerin ele geçirilmesi, olayın yargıya intikal etmesi ve bunun haber yapılması bir gazetenin kimyasını bu kadar mı bozar?
Meselenin daha vahim bir kısmı var: Darbe teşebbüslerini ve cunta faaliyetlerini haberleştiren gazeteler olmasaydı, halkımız demokrasiye yönelik bu korkunç tehditlerden nasıl haberdar olacaktı?
İyi ki bazı gazete ve televizyonlar var bu ülkede. İyi ki onlar demokrasiye karşı yürütülen amansız saldırıya karşı durabiliyor, ortaya çıkan bilgi ve belgeleri okurlarıyla paylaşıyor. Aslında güç kaybeden ve kendini hâlâ 'merkez' sanan medyanın meslektaşlarına karşı yürüttüğü haksız ithamları bu demokratik duruştan kaynaklanıyor. İsteniyor ki, cunta faaliyetleri (tıpkı geçmişte olduğu gibi) örtbas edilsin ve halk nasıl bir bela ile karşı karşıya olduğumuzun farkına bile varmasın. Oysa anti demokratik yolun sonuna çoktan gelindi; darbe yapmak da mümkün değil artık, darbeye (susarak da olsa) medyatik destek vermek de...
ZAMAN