Haritalarınız dikiş tutmuyor işte..

Abdullah Muradoğlu

Birinci Dünya Savaşı'nın ardından Osmanlı İmparatorluğu paramparça edildi.

Zaten bu savaş bir tasfiye savaşıydı ve tasfiye edilmesi gereken İmparatorlukların başında Osmanlı geliyordu.

Öyle de oldu.

Mekke Şerifi Hüseyin'i "Büyük Arap İmparatorluğu" gibi bir düşe kaptırmıştı İngilizler.

Savaştan sonra Lübnan'ı Suriye'den koparttılar.

Suriye'yi ve Lübnan'ı Araplara değil Fransızlara teslim etti İngilizler.

Filistin'i ve Irak'ı kendilerine ayırdılar.

Körfez'de zaten çook daha önceleri yerel şeyhlerle gizli anlaşmalara yapmak suretiyle nüfuz elde etmişlerdi.

Osmanlı sonrası Ortadoğu'nun haritası emperyalist çıkarlar doğrultusunda ve tamamen kağıt üstünde çizildi.

Yerel nüfus dengelerini de, tarihi ve kültürel gerçeklikleri de hesaba katmadılar.

Tek istedikleri Basra Körfezi'ni ve petrol bölgelerini denetim altında tutmaktı ve bütün hesaplarını da buna göre yaptılar.

Kendi çıkarlarına hizmet edecek olan küçük devletçikler kurdukları gibi, çizdikleri haritaları da daha sonra ihtilaf meydana getirecek şekilde düzenlediler.

İhtilaf ve çatışma sebebi olsun ki, bu bölgeden çekildikten sonra da müdahale etme zemini doğsun istediler.

Bölgenin kalbine de "Siyonist" bir İsrail yerleştirdiler.

İngilizler, Fransızlar ve daha sonra Amerika için stratejik önem taşıyan Süveyş'e yakın bir yerde kuruldu İsrail.

Onun yanı başında Hıristiyan Maruni'lerin etkin olabileceği şekilde bir Büyük Lübnan teşkil ettiler.

Öyle bir "Cumhuriyet" kurdular ki bakın hala içerisinden çıkılması güç denklemlerle boğuşuyor Lübnan.

Mekke Şerifi'nin bir oğlunu Irak Kralı, diğer bir oğlunu ise Ürdün Kralı yaptılar.

Şerif Hüseyin ise bırakın "Büyük Arap İmparatorluğu" kurmayı, Hicaz'da bile tutunamayarak postu Suudilere kaptırdı.

O çok güvendiği İngilizler kıllarını bile kıpırdatmadılar.

"Şii Araplar" ve "Sünni Araplar", "Sünni Kürtler"" ve "Sünni Türkmenler", "Şii Türkmenler" ve "Hıristiyan Nasturiler" gibi farklı etnik ve mezhep gruplarının yaşadığı Irak'ta "Faysal hanedanı" tutunamadı.

Faysal hanedanı bir askeri darbeyle ve trajik bir şekilde son buldu.

Irak hiçbir zaman huzuru ve istikrarı yakalayamadı.

Suni haritadaki ilk çatlak 1961'de Kuveyt ve Irak arasında yaşandı.

Irak, Kuveyt ve Arabistan arasındaki sınır 1922'de İngiliz diplomat Sir Percy Cox tarafından çizilmişti.

Nasıl çizdiği ortada..

İngilizler 1961'de Kuveyt'ten çıktıktan sonra Irak Kuveyt sınırına asker yığdı.

Arap Birliği'nin devreye girmesiyle Irak askerlerini sınırdan çekti ve bir savaş güçlükle önlenebilmişti.

Kimse kızmasın Saddam'ın Kuveyt'i işgal etmesinin arkasında böyle bir gerçeklik vardır.

Irak'ta savaş hala devam ediyor, "İsrail-Filistin meselesi" çözüme kavuşturulamadı.

Körfez'de tehlike çanları çalıyor, Yemen kaynıyor.

Lübnan'daki siyasi kriz devam ediyor.

Ve Kuzey Afrika'daki diktatörlükler birer birer devriliyor.

Yani, kağıt üstünde çizilen haritalar dikiş tutmayarak birer birer patlıyor.

Hiç düşündünüz mü, kimler bunun müsebbibi?

Doğrusu bu kadar da beklemiyordum..

Haberlerde izlediğimde şaşkınlıktan neredeyse küçük dilimi yutacaktım.

Zeynelabidin Bin Ali'nin sarayındaki gizli bölmelerden para ve mücevher fışkırıyordu.

Kolilerle paralar, kutu kutu mücevherler..

Bunlar sadece el altında tutulan paralar, kim bilir hangi gizli hesaplarda daha ne kadar vardır?

Sarayda ele geçirilen para ve mücevherler kameraya alınarak halka gösterildi.

Tunus halkından çalınan bu paraların hesabını veremeden kaçtı Zeynelabidin Bin Ali.

Bu muydu Tunus'ta kalarak ülkesine hizmet etmek isteyen adam?

Nasıl hizmet ettiği ortada işte, karısıyla birlik olarak kasalarını para ve mücevherlerle doldurmuş.

Ailece milleti soyup soğana çevirmişler..

Sanki ülkelerinden kaçmak zorunda kalan diğer diktatörler çok mu farklıydı?

Filipinlerin devrik devlet başkanı Ferdinand Marcos ve eşi İmelda'nın sarayı Bin Ali'ninkinden çok mu farklıydı sanki?

Marcos'un yabancı bankalarda milyon dolarları çıkmamış mıydı?

Hüsnü Mübarek'in gizli hesaplarda milyar dolarları olduğu söyleniyor.

O paralar yoksul Mısır halkının kim bilir kaç derdine deva olacaktı..

Şunlara bakın, hepsi de 'milliyetçi' kesilmişlerdi başımıza!

Hepsi de güya 'halkçı'ydılar, güya 'ulusalcı'ydılar..

Güya hepsi de halklarını kralların sultasından kurtarmak isteyen birer devrimciydiler.

Meğer hepsi de halklarına ait olan paralara el koyan birer gasıpmışlar..

Meğer kendi hanedanlıklarını, kendi sultalarını kurmak isteyen birer despotmuşlar.

Acaba diktatörler ve hanedanlar kırk yıldır, elli yıldır, altmış yıldır yoksul halkların kaç milyar dolarını iç etmişlerdir?

Peki bu cürümü tek başlarına mı işlemişlerdi?

Ortakları yok muydu bunların?

Hiç mi vicdanları sızlamadı bu cürümleri işleyenlerin ve bu cürümlere ortak olanların?

Meğer hepsi de 'devlet' görünümü altında birer 'çete'den ibaretlermiş!

Şimdi gaspettikleri tahtlarından birer birer devriliyor bu çeteler..

Şimdi soruyoruz..

Bu çetelerin halklarından aşırdıkları paraları yüksek komisyonlarla bankalarında saklayanlar ne yapacaklar acaba?

"En beyaz biz yıkarız" diye komisyonlarını almaya devam mı edecekler?

Mısır halkı, Tunus halkı ve diktatörlerini kovmaya hazırlanan diğer Arap halkları elbette kendilerinden çalınan bu paraların iadesini isteyeceklerdir.

Bu paralara el koymak isteyen uluslararası finans şebekelerini ifşa edeceklerdir.

Bu suç tek başına işlenmedi.

Suça iştirak eden her kurum ve kuruluş da bunun hesabını vermelidir.

Eğer dünya değişecekse..

Eğer kartlar yeniden karılacaksa..

Eğer "hak ve adalet" gelecekse..

Sadece diktatörler değil, bu diktatörlere sinelerini açanlar da, onların kara paralarını aklayanlar da kendilerini aklamalılar.

Çünkü artık insanlık sahte devrimlere, sahte düzenlere, sahte kurtuluşlara aldanmayacak kadar acı çekti.

Artık yeter!

YENİ ŞAFAK