Harikalar diyarında yepyeni harikalar

KENAN ALPAY

Lisan-ı münasiple eksikleri kusurları konuşmak, usule edebe riayet ederek itiraz etmek ve yapıcı sonuçlar elde etmek üzere yaşadığımız ülkenin sorunlarını tartışmaya açmak her zaman mümkündür. Ancak yıkıcı muhalif söylemle fanatik yandaşlık arasına sıkıştırılmış aşırı politik bir iklimde en temel ve acil sorunları dahi konuşabilmekten mahrum bırakılıyoruz. Toplumu en basitinden en karmaşığına değin bütün meselelere cephe mantığıyla bakmaya icbar eden ve sonucu ölüm-kalım savaşına indirgeyen perspektifin duvara toslaması elbette ki mukadderdir.

Daha birkaç gün öncesine kadar mübalağa sanatını kıskandırırcasına yerli ve milli ekonominin şahlanışını müjde veren, yargıda altın çağ vurgusu yapan, kesintisiz seferberlik gibi işleyen demokratik atılımlarıyla bütün dünyayı imrendiren bir Türkiye resmi çiziliyordu. Evet, maliyeti epey yüksek alt yapı yatırımları başta olmak üzere son derece önemli adımlar atılmıştı ama yüksek enflasyon sebebiyle çarşıda pazarda ciddi sıkıntıların yaşandığı, dolar-euro kurunun önlenemez yükselişi sebebiyle yatırım ve ticarette yaşanan daralmaların kaygı verici düzeyde olduğu da ortadaydı. Benzer bir durum yargı mekanizması ve süreçlerinde de kendisini gösteriyordu. Fetö’yle mücadele konsepti bir başarı öyküsü olmaktan çıkıp geniş kitleleri militanlığa veya riyakârlığa teşvik eden bir paranoya sarmalına dönüşmüştü maalesef. Devlet aklı denilen ve beka kaygısının ilacı olarak önerilen şey eski Türkiye’nin bürokratik teamüllerine sarılmaya eşitlenmişti ne yazık ki.

Umutları tüketmemek Esastır

Ne oldu, kim sebep oldu, hangi olaylar belirleyici oldu? Kimileri makas değişimden kimileri de yeni yol haritasından bahsederken bazıları da fabrika ayarlarına gecikmiş bir dönüş sinyali olarak tanımlıyor reform söylemlerini. Doğal olarak neden bu kadar gecikildi, aklınız yeni mi başınıza geldi, söylemler ne oranda ve nasıl bir takvime göre hayata geçirilecek türü çekince ve şüphelere belli bir oranda hak verebiliriz. Ancak öncelikli mesele girilen yolun doğruluğu ve faydası konusunda zannı galip söz konusuysa teşvik edici ve destekleyici olmakta tereddüt etmemektir. Bu teşvik ve destek mevcut eleştiri, şüphe ve itirazları yutkunmak manasında değil muhatapları cesaretlendirecek yöntem ve üslupta ısrar etmeyi içermelidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son bir hafta içerisinde verdiği mesajların ortak paydası şu cümlesinde özetleniyor aslında: “Ekonomi ile hukuk ve demokraside yepyeni bir seferberlik başlatıyoruz.” Merkezine ekonomi, hukuk ve demokrasiye dair yeni bir yol haritası ve seferberlik mesajının yerleştiği mesajların biri doğrudan diğeri dolaylı olmak üzere iki önemli olayla doğrudan ilişkisi olduğu düşünülüyor: Birincisi Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın istifa süreci ise ikincisi de Amerikan seçimlerinde Trump’ın kaybetmesi ve Biden’ın kazanması. Siyasi ve bürokratik kadrolara dair sarf edilen “senlik-benlik kavgası yapanlarla, tembellik ve kibirle hareket edenlerle yollarını ayırdığına” ilişkin söylemlere toplum yabancı değil. Ne var ki “metal yorgunluğu” gibi “mesaj alınmıştır” türü söylemlerin fiili bir karşılığının olmaması toplum ile AK Parti arasında epeyce bir mesafeye ve soğukluğa sebep oldu. Bu mesafe ve soğukluğun maliyeti hem Cumhurbaşkanlığı referandumu ve seçimlerinde hem de genel ve yerel seçimlerde AK Parti’ye oldukça yüksek oldu. Bu sebeple ekonomideki kötü gidişata paralel bir biçimde yargıya olan güvensizliğin artış ve yaygınlaşması AK Parti açısından fabrika ayarlarına dönüşe dair somut adımlar atmayı mecbur kıldı. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Merkez Bankası Başkanlığı’na Naci Ağbal’ı, Hazine ve Maliye Bakanlığı’na Lütfi Elvan’ı atayıp her ikisine de sonuna kadar destek vereceğini ilan ettikten sonra yaptığı konuşmadaki vurgusu şöyleydi: “Hükümete geldiğimizden beri demokrasi ve kalkınma merkezli bir anlayışla ülkemizi güçlendirme amacının arkasında bu gerçek yatıyor.

Aklın Yolu Statükodan Uzaklaşmakta

15 Temmuz sonrasında Hükümete, bürokrasiye, medyaya, akademiye, sivil topluma hâkim olan milliyetçi hatta Ata/Türkçü söylem, otoriter ve devlet merkezli siyasal literatür toplumu bir yere kadar konsolide ettiyse de aslında sorunları daha fazla büyütmek, karmaşıklaştırmak ve toplumu fanatizme sürüklemekten başkaca bir işe yaramadı. Bu sebeple Yunanistan ve Fransa özelinde Avrupa Birliği’ne karşı Doğu Akdeniz’de verilen mücadelede, Libya’da darbenin püskürtülüp deniz yetki anlaşması yapılmasında ve Azerbaycan’ın Ermenistan işgaline elde ettiği başarılar ülke ve toplum için en önemli moral kaynakları oldular. Ancak askeri ve diplomatik kazanımlarla toplumu diri tutup motive edebilmek için mümkün mertebe enflasyonu, işsizliği, döviz kurlarını iyice kontrol altına almak gerektiği gibi ifade özgürlüğü ve yargı sürecinin herkes için adaletle işletilmesini de temin etmek gerekiyor.

Siyaset ve toplumun Azerbaycan’dan gelen haberlere kulak kesildiği, Rusya başta olmak üzere Ankara’ya birçok ülkeden heyetlerin gelip gittiği bir vasatta Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın gündeminde “çözüm süreci”nin olması tesadüf olmasa gerek. Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda şunları söylüyordu: “2013-2015 çözüm sürecine karşı çıkanlar var, Ak Partililerden, sağ cenahtan diyelim ‘buna ne gerek vardı?’ vesaire gibi. Hayır, bu çözüm süreci gerçekten bizim tarihimize not düşmek bakımından çok önemli olmuştur. Devlet bütün şefkatini ve sabrını göstermiştir, demiştir ki, ‘gelin, bu terörü bitirin, hep beraber oturalım, konuşalım, danışalım, bu işi çözelim.’ Fakat ne oldu? Antep, Ankara Gar, İstanbul Havalimanı, Suruç… cevap bu oldu. Bunun üzerine 24 Temmuz’daki bu katliamlardan sonra o ana kadar tespit ettiğimiz terör hedeflerinin hepsi vuruldu.” Hayır, bunlar sır da değil yeni söylenmiş sözler de değil. Ancak ekonomiyi yoluna koyacak adımlar atarken siyasal süreci ve yargının işleyişini de paralel bir biçimde yoluna koymak gerekiyor.

Gazete manşetleriyle ülke ve toplumu mesut ve bahtiyar kılmak mümkün olsaydı, iktidar imkânları için amigoluk ve dalkavukluk yapanlarla toplum ikna edilebilseydi eski Türkiye bu işi çok iyi başarır hatta mükemmel bir biçimde becerirdi. Hakikatle savaşmak, vicdanın sesini bastırmak en pahalı olmaktan öteye en beyhude uğraştır. Aklın yolu, adaletin yolu, merhametin yolu bütün bir ülke ve toplum için hayırlar, bereketler, güzellikler temin etmek için yeterlidir. 

(Yazar Yeni Akit’teki köşesinde yayımlanan bu yazısını Haksöz-Haber için genişletmiştir)