Taha Kılınç tarafından kaleme alınan ve bugün Yeni Şafak gazetesinde “Maymuncuk” başlığıyla yayımlanan yazıyı ilgilerinize sunuyoruz:
“Suriye’de herkes zaten birbirine saldırıyor. (Doğu Guta’daki) problem, sahada çok fazla aktörün bulunması. Suriye’nin birçok bölgesinde durum, son derece karmaşık hale geldi. Doğu Guta’da ise, oradaki tansiyonu nasıl düşürebileceğimizi ve acı çeken insanlara yardımların nasıl ulaştırılmaya başlayacağını görebilmek için, Suriye hükümetiyle yakın diyalog içindeyiz. Şu anda hâlâ onlardan gelecek cevabı bekliyoruz. Diyaloğumuzu sürdürüyoruz ama benim son durum hakkında bilgim yok.”
İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Arakçı’nın, BBC’ye verdiği röportajda, Şam’ın Doğu Guta bölgesinde devam eden bombardıman hakkında söyledikleri bunlar. Muhabirin, Şam rejiminin saldırıları hakkında ne düşündüğü sorusuna cevap olarak sarf ettiği “Herkes zaten birbirine saldırıyor” cümlesi bilhassa manidar. Doğu Guta’da taraflar sanki eşit şartlarda bir savaş veriyormuş ve uçaklar sivilleri bombalamıyormuş gibi.
Suriye’deki mevcut dengeler gereği, İran (ya da Rusya), Doğu Guta’daki vahşeti tek bir emirle sona erdirebilir. “Tansiyonun düşürülmesi için Suriye hükümetiyle diyalogdayız” ifadesi, bu yönden gerçeği yansıtmıyor. Doğu Guta’da, bölgenin tamamen yok edilmesi hedefine yönelik bir soykırım uygulanıyor. Beşşar Esed rejiminin bombalarıyla enkaza dönüşen Doğu Guta’dan yükselen çığlıklar ve âhlar, Tahran (ve Moskova) tarafından açıkça göz ardı ediliyor.
Arakçı’nın, röportaj sırasında söylediği ilginç bir cümle daha var: “Bizim Suriye’de bulunmadığımızı düşünün. Şam’da ya da Beyrut’ta veya başka bir yerde şimdi IŞİD olurdu. İran, Suriye’de terörizmi önlemek için var.” Önce Halep’te, şimdi de Doğu Guta’da can veren sivilleri düşündüğümüzde, Arakçı’nın “terörizm” tanımının epey geniş olduğu anlaşılıyor. Kendisi bizzat ifade edemese de, “Esed yönetimine karşı çıkan herkes teröristtir” demek istediği görülüyor. Sahadaki fiili duruma baktığımızda, sözleri başka anlama gelmiyor çünkü.
***
“IŞİD” (veya DAEŞ, artık nasıl isimlendirirseniz), Ortadoğu’da çok kullanışlı bir maymuncuğa dönüştü. Dilediğiniz yere saldırabiliyorsunuz ve bunu “IŞİD’le mücadele” olarak isimlendirdiniz mi, kimse karşınıza çıkamıyor. İtiraz edenlere de suçlama hazır nasıl olsa: “IŞİD’ci!” Eh, kimse bu sıfatla anılmak istemeyeceğinden ABD, Rusya, İran gibi ülkelerin (ve bunların uzantılarının) coğrafyamızda dilediği yerleri bombalamasına ses de çıkaran olmuyor. Hatta bu ülkeler, kendi terör tanımlarına göre birbirlerine de el altından saldırabiliyor. Olan, coğrafyanın masumlarına, sivillerine, kimsesizlerine, kadınlarına, çocuklarına oluyor.
ABD’nin Irak ve Afganistan’da imza attığı katliamlar bugün Rusya ve İran tarafından Suriye’de, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri-Mısır tarafından da Yemen ve Libya’da tekrarlanıyor. Coğrafyanın zavallı halkları sahipsiz, çaresiz, kimsesiz...
Türkiye gibi gerçekten insanî niyetlerle, ahlâkî düsturlar çerçevesinde ve samimiyetle sorunları çözmeye çalışan bir ülke de, bu vahşi kamplaşmanın orta yerinde, ilkelerinin peşinden gitmeye ve istikametini bozmamaya çabalıyor. Afrin’deki terör odaklarına yönelik operasyonlarda sivil kaybı yaşanmasın diye gösterdiğimiz özen ve dikkatin binde birini yukarıdaki devletler gösteriyor olsaydı, bugün karşımızda bambaşka bir Ortadoğu manzarası olurdu.
***
Coğrafyada sadece kazanmaya, ne pahasına olursa olsun ilerlemeye ve toprak gaspına odaklanılmışken, hiç dikkate alınmayan bir nokta var: Kendi evladını elleriyle toprağa vermek zorunda kalan babaların, anne-babalarının cesetlerini enkazdan çıkaran çocukların öfkesi. Bugün pervasızca alt üst edilen şehirlerden, yarın kontrol altında tutulamayacak düşmanlık ve kaos dalgalarının fışkırması kaçınılmaz.
Esed rejimi tarafından bomba yağdırılan Doğu Guta’yı düşünelim mesela. Burada acı çeken insanların içindeki kederi, nefreti ve haklı kini neyle söndürebilirsiniz? Esed ve onu destekleyen İran’la Rusya günün sonunda kazansa bile, Suriye’ye bu şekilde nasıl barış gelecek? Savaş uçaklarıyla insanları sindirdiniz diyelim, bu öfkenin iliklerine işlediği insanların bir süre sonra yeniden ve daha sistemli şekilde patlamasına nasıl engel olacaksınız? Her seferinde, başını azıcık kaldıran bombalanacak mı?
Ortadoğu ve İslâm coğrafyasında at koşturan yabancı güçlerin, bu soruları dert etmemesi gayet normal. Onların zaten amacı, bu toprakların, belini bir daha doğrultamayacak şekilde karışması ve karıştırılması. Dolayısıyla, bu soruları gündemine alması gereken ülkeler, coğrafyanın yerli aktörleri: İran, Suudi Arabistan, Mısır ve diğerleri… Eğer bu ülkeler, düşmanlarının ahlakıyla ahlaklanmak ve ilkeleri hiçe saymak konusunda diretmeye devam ederlerse, ortaya çıkacak tufan hepimizi yutacak.
Bölgemizde şahit olduğumuz karmaşayı “dış güçler” üzerinden izah edebiliriz. Bu, tümüyle yanlış değil. Ama daha önce konuşmamız gereken şey şu: Düşmanlar, -kendilerinden beklendiği gibi- düşmanlıklarını icra ederken, bu coğrafyanın yerlileri ve yerel aktörleri ne yapıyor?