Tartışılan “darbe belgesi”ndeki imzanın gerçek olduğuna yönelik Adli Tıp raporunun açıklanmasından hemen sonra, belgenin ele geçirildiği büronun sahibi Avukat Serdar Öztürk, cezaevinden mahkemeye bir dilekçe göndermiş:
“Belgenin aslı olduğu iddia edilen parçanın ve ihbar mektubunun zarfı ile birlikte inceleme için Genelkurmay Başkanlığı Askerî Savcılığı’na gönderilmesini talep ederim.”
Şöyle bir düşündüm.
Bu talep yerine getirilebilinir mi?
Yani orijinal belge, askerî savcıya gönderilebilinir mi?
Mi.. mi.. mi.. mi acaba?
Haziran ayında, bu belge ele geçirildiğinde, aynı Genelkurmay Savcılığı olaya el koymuş ve belge üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırmanın yanısıra, DursunÇiçek’in şahsi bilgisayarı ile ev ve çalıştığı birimdeki bilgisayarların incelemesini yapmıştı.
Sonuçta da, “Bilgisayarlarda belge ile ilgili hiçbir kayıt yok. Belge sahte” sonucuna varılmıştı.
Oysa içeriden bir subayın gönderdiği mektupta, “Yapılan araştırma sırasında, bilgisayarlarda bir şey bulunmasın diye, harddiskler tekrar tekrar silindi” bilgisi veriliyordu.
Yani denilen şey şu idi: “Olayın gerçek yönünü araştıran askerî savcılık, belgenin ortaya çıkarılmaması için bilgisayarların silinmesini sağladı.. Kendisi bu işlemi yapmasa da, en azından bu işlemin yapılmasına göz yumdu.”
Şimdi bu şartlar altında, Av. Serdar Öztürk’ün yukarıdaki talebi yerine getirilebilinir mi?
Bu soruyu sorarken, ben gayri ihtiyari tebessüm ettim.. Eminim siz de şimdi gülümsüyorsunuzdur...
“Orijinal belgeyi askerî savcılığa göndersinler de, o da yok edilsin, öyle mi?” diyorsunuzdur içinizden; eminim.
Tam bu noktada, bu güvensizliği bir masaya yatıralım isterseniz.
Biz bu ülkenin vatandaşıyız.
Ve biz, bu ülkenin savunmasını emanet ettiğimiz kurumun savcısına güvenemiyoruz!
Böyle bir tablo, hayli acıklı bir tablo değil mi?
Hayli üzüntü verici değil mi bu görüntü?
Biz niye; “Askerî savcılığa giden belge, mutlaka en güzel şekilde incelenir ve gerçek ortaya çıkartılır” diye güven içinde değiliz de, böyle bir talep geldiğinde, için için gülüyoruz?
Bizi bu güvensizliğe itenler, kurumlarına verdikleri zararın farkındalar mı acaba?
Farkında olduklarını hiç sanmıyorum..
Çünkü, orijinal belgeyi Ergenekon savcılığına gönderen, “içeriden subay”ın ismini verdiği komutanlardan birisi, dün İstanbul EmniyetMüdürü’ne ziyarette bulundu.
Evet, bahsettiğim komutan, Hasan Iğsız..
1. Ordu Komutanı..
“Tartışılan belge”nin hazırlanması için, emir veren komutan olarak adı geçiyor. Ve Iğsız Paşa, dün İstanbul EmniyetMüdürü’nü ziyaret ediyor.
Ziyaret çıkışında, soruyor basın mensupları, “Ziyaretinizin sebebi?”
Yine güven kaybı oluşturacak bir cevap alınıyor: “Nezaket ziyareti..”
Güya İstanbul EmniyetMüdürü yeni göreve başladı ya (oysa aylar oldu); kendisini tebrik için gelmiş Iğsız Paşamız..
Halkı aptal yerine koyan bir açıklama bu..
Belli ki; tartışılan belgenin hazırlattırıcısı olarak ismi geçtiği için, Emniyet Müdürü ile bir görüşme yapıyor Iğsız Paşa..
Durumu kritik ediyorlar..
Ama kamuoyuna, “nezaket ziyareti” diye sunuyorlar..
Halk da bu sunuşu yutuyor! Tabiî lafın gelişi “yutuyor”..
Yoksa kimsenin bir şeyi yuttuğu yok. Olaylar ayan beyan ortada..
Aylar öncesinde eleştirmiştik, “Askerî savcılık, gerçekten Dursun Çiçek’in böyle bir belge hazırlaması konusunda ciddi bir araştırma yapmak isteseydi, albayın evini günler sonra değil, iddianın ortaya atıldığı gün aratırdı” diye..
Bu eleştirimize, askerî savcılık da cevap vermedi, askerî makamlar da..
Ama ne oldu?
“Belge fotokopidir” dediler. Şimdi orijinali çıktı..
Üstelik ek bilgiler de geldi.. Şimdi sıra, “Belge bulunamadı” denilen DursunÇiçek’e ait bilgisayarlarda, tekrar tekrar silme işlemlerinin yapıldığının tesbitinde..
Evet, o bilgisayarlar, şimdi sivil savcıya gelecek.. Bilirkişi incelemesine gidecek. Ve büyük ihtimalle, harddiskin tekrar tekrar silinme işlemine tabi tutulduğu ortaya çıkacak.
Merak ediyorum, ondan sonra ne diyecek askerî savcılık? Ne diyecek askerî makamlar?
Ve yine merak ediyorum, halkın kuruma duyduğu güvensizliğin mimarları, sorumluluğu kabul edip ayrılacaklar mı o makamlardan?
VAKİT