2014, 1. Dünya Savaşı'nın 100. yılı. Dünyanın pek çok ülkesinde yayınlar, sergiler, gösteriler, anma törenleri yapılıyor. Türkiye'nin savaşa girmesinin 100. yılına denk gelen şu günlerde Princeton Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Şükrü Hanioğlu ile Osmanlıların savaşa giriş sürecini, sonrasında şekillenen yeni dünya düzenini ve 'unuttuğumuz bir zaferi' konuştuk. Okuyucuların Sabah ve Derin Tarih'teki yazılarından aşina olduğu Hanioğlu ile Amerika'daki Osmanlı araştırmalarının genel durumunu değerlendirmeyi de ihmal etmedik.
Osmanlıların 1. Dünya Savaşı'na Almanların 'zorlamasıyla' girdiği gibi yaygın bir kanaat var. Bu hüküm ne kadar doğru?
Tarihçiler Ulrich Trumpener ve Mustafa Aksakal'ın Alman, Avusturya ve Osmanlı belgelerine dayanarak yaptıkları kapsamlı araştırmaların açıklıkla ortaya koyduğu gibi bu kanaat yanlış. Osmanlı Devleti 1908 yılından itibaren büyük Avrupa devletlerinden birisi ile ittifak yaparak onun koruması altına girmeyi temel dış siyaset hedefi haline getirmişti. Bu amaçla 1914 Temmuz Krizi'ne kadar İngiltere, Avusturya-Macaristan, Almanya, Rusya ve Fransa nezdinde yapılan tüm Osmanlı müracaatları geri çevrilmişti. Diğer bir ifadeyle Avrupa büyük devletlerinin hepsi de Osmanlı Devleti ile yapılacak bir ittifakın büyük riskler taşıyacağını düşünmüşlerdi. Bir büyük devlet müttefikinin olmaması Osmanlı Devleti'ni 1908 sonrası krizlerinde çok zor durumda bırakmış ve kapsamlı toprak kayıplarına uğramasına neden olmuştu. Temmuz Krizi patladığında Osmanlı ricâli oluşan ortamın 6 yıldır peşinde koştukları ittifakın gerçekleşmesini mümkün kılacağını düşünmüşler ve girişimler başlatmışlardı.
Bu süreçte neler yaşanıyor?
Dolayısıyla 2 Temmuz 1914 Osmanlı-Alman ittifakı için talepte bulunan Almanya değil Osmanlı Devleti olmuştur. Kısa sürecek bir savaşta Osmanlı ordununun yararlı olmayacağını düşünen Alman askerî liderleri ile böylesi bir çatışma sonrasında Osmanlı devletinin zaferden pay isteyeceğini düşünen Alman hükûmeti anlaşmaya karşı tavır almıştır. İstanbul'daki Alman elçisi ve askerî misyon liderleri de benzer görüşlerle ittifaka olumsuz biçimde yaklaşmışlardır. İttifak, Kaiser II. Wilhelm ile bir doğu cephesinin kendilerine önemli stratejik avantajlar sağlayacağını düşünen Avusturya-Macaristan liderlerinin müdahalesiyle sağlanabilmiştir.
Osmanlılar savaşa girdiği dönemde askerî ve lojistik açıdan ne durumdaydı?
Osmanlı seferberliği ilân edildiğinde ordu ve donanma savaşa hazır değildi. Birinci Balkan Harbi'nde büyük yenilgilere uğrayan Osmanlı ordusu Enver Paşa ve Liman von Sanders liderliğinde yeniden yapılandırılıyordu ve bu süreçte çok az yol alınabilmişti. Savaşa girildiğinde ise en azından kapsamlı bir seferberlik gerçekleştirilmiş ve iki Alman kruvazörünün donanmaya katılımı ile Karadeniz'de üstünlüğü sağlayacak bir deniz gücü yaratılmıştı. Ancak gene de Osmanlı ordu ve donanması savaşa hazır durumda değildi. Tekrar etmek gerekirse ordu yeniden yapılandırılıyordu ve bu da oldukça uzun süreceği düşünülen bir süreçti. Liman von Sanders başkanlığında Alman askerî misyonunun görevlendirilmesi Aralık 1913 ortalarında yapılmış, Ağustos 1914 başında seferberlik ilân edilmiş ve Ekim sonunda ise Rus limanları bombalanmıştı. Bu Osmanlı ordusunun reorganizasyonu büyüklüğündeki bir girişim için yetersiz bir süreydi.
Bir Osmanlı savaş stratejisinden söz edebilir miyiz peki?
Savaşın kapsamı nedeniyle özgün bir Osmanlı stratejisi yerine ortak strateji söz konusuydu. Almanya, Osmanlı Devleti'nin Kafkasya ve Kanal bölgelerinde cepheler açarak önemli sayıda Rus ve İngiliz askerinin Doğu ve Batı cephelerine gönderilemesinin önüne geçmesini sağlamasını arzuluyordu.
Resmin tamamına baktığımızda 'Büyük Güçler'in Osmanlı'dan almak istediği neydi?
Tarihçiliğimizin genel yaklaşımının aksine Temmuz Krizi başladığında 'Büyük Güçler'in Osmanlı'dan almak istedikleri fazla birşey kalmamış durumdaydı. İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında Temmuz Krizi'nin patlamasından kısa süre önce imzalanan 1914 Anglo-Turkish Convention, Arabistan yarımadasını iki ülke arasında paylaştırmıştı. Mor Hat (Violet Line) bir İngiliz nüfûz alanı oluşturmuş, Kuveyt, Katar, Bahreyn benzeri bölgelerde İngilizlerin hami statüsü kabul olunmuştu. Bunun yanı sıra gümrük resmi oranlarından Dicle nehri üzerinde nakliyata ulaşan bir alanda İngiltere ile mevcut tüm sorunlar hallolunmuştu. Trablusgarb'ın kaybı ve Balkan Harpleri sonrasında Osmanlı Devleti'nin Afrika'daki varlığı fiilen sona ermiş, Avrupa'daki sınırı ise Adriyatik'ten Edirne'ye çekilmişti. Ahlakî anlamda Doğu Sorunu (Eastern Question) sona ermiş, Rumeli Hıristiyanları Osmanlı hakimiyetinden çıkmıştı. 1914 Şubat ayında Rus baskısı altında kabul edilen reform programı da Avrupa idarecilerin yönetiminde bölgeler oluşturarak Ermeniler lehine kapsamlı ıslahat yapılmasını sağlayacaktı. Bu resme baktığınızda savaşın 'Osmanlı paylaşımı' için yapıldığı efsânesi kendi merkezli tarihçiliğin yarattığı bir mittir.
Savaşın sonucunda ortaya çıkan tabloyla Ortadoğu'daki haritanın değişmesi arasında nasıl bağlantılar var?
Ortadoğu'da yeni sınırlar çizilmesi ve yeni devletler kurulması 1. Dünya Savaşı'nın neticelerinden birisidir. Sykes-Picot-Sazonov anlaşması (1916) yeni bir Ortadoğu vizyonu ortaya koymuştur. Rusya'nın savaştan çekilmesi ve İngiltere ile Fransa arasındaki pazarlıklar bu vizyonda önemli değişikliklere yol açmışsa da neticede İngiltere ve Fransa tarafından, bölgenin özellikleri ve bölgede yaşayanların arzuları dikkate alınmadan yeni bir düzen yaratılmıştır. Günümüz Ortadoğusu 1. Dünya Savaşı'nın yarattığı bir gerçekliktir.
Bu değişimin bugüne ulaşan sonuçları sizce nelerdir?
Günümüzün sorunları büyük çapta bu vizyondan kaynaklanmaktadır. 1918'den beri Ortadoğu'nun dünyanın en sancılı bölgelerinden birisi olmasının sebebi bölgede yaşayanlara rağmen yaratılan düzendir.
Son yıllarda Osmanlı tarihine ilgi arttı
Uzun yıllar Princeton Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yapıyorsunuz. Geçen zaman boyunca Osmanlı tarihine ilgi ne düzeyde?
Amerika genelinde olduğu gibi Princeton'da da Osmanlı tarihine olan ilgi son yıllarda fazlasıyla arttı. Önceleri daha çok Osmanlı öncesi Ortadoğu ve Balkan tarihi ile bu bölgelerin 1918 sonrası tarihi üzerine yoğunlaşılıyordu. Bunun yanı sıra yapılan Osmanlı çalışmaları da imparatorluğun Arap vilâyetleri ile çevresi üzerine gerçekleştiriliyordu. Bilhassa lisansüstü eğitimde Osmanlı tarihine gösterilen ilginin artışında arşivlerimizin tasnifi ve okuyucunun hizmetine sunulması çok önemli rol oynadı.
Amerika'da Osmanlı tarihi çalışmanın olumlu ve olumsuz yanları neler?
Olumlu yanı bazı tartışmalara uzak kalarak daha soğukkanlı yorumlar yapabilmek. Olumsuz yanı ise çalışılan konuları tartışanların sayısındaki azlık. Bir diğer olumsuzluk da Amerikalı öğrencilerin Osmanlı tarihine gösterdikleri ilgideki heyecan eksikliği. Sonuçta bu onlar için uzak bir toplumun geçmişi. O nedenle Türkiye'deki öğrencinin duyduğu heyecanı duymuyorlar. Ben Türkiye'de aynı konuları anlattığım zaman öğrenciler sadece ilgi göstermiyorlar, güncel gelişmelerle tarih arasında bağlantı kurarak heyecanlanıyorlar.
Türkiye'de hem klasik dönem, hem de yakın tarih açısından bakarsak herkesin mutabakat sağladığı bir 'tarih' yok. Böyle bir alanda çalışmanın zorlukları neler?
Bu doğal, çünkü tarih son tahlilde bir inşa faaliyeti. Tarihçiler de geçmişi farklı biçimlerde inşa eden uzmanlar. Bunun yanı sıra tarih üzerine mutabakat baskıcı, demokrasileri gelişmemiş toplumlarda varoluyor. O nedenle böylesi mutabakatlar varsa dikkat etmek gerekli. Buna karşılık Türkiye gibi herkesin tarihî konularda varolan önyargılarına göre tavır aldığı bir ülkede çalışmanın getirdiği önemli zorluklar var.
Devlet, Çanakkale'de elindeki tüm imkânları seferber etti
Çanakkale bu savaştaki bir cephe olmasına rağmen sanki ayrı bir 'savaşmış' gibi telakki ediliyor. Sizce bunun sebebi nedir?
Tabiî Çanakkale de bir cephe ama diğerlerine göre önemi çok daha fazlaydı. Çanakkale'nin geçilmesi durumunda Osmanlı pâyitahtı düşecek ve Doğu'daki savaş sona erecekti. Halbuki diğer cephelerde örneğin Kafkasya ve Filistin'de büyük yenilgiler sonrasında yeni müdafaa hatları kuruluyordu. Belki de bu nedenle söz konusu telâkki ortaya çıkıyor. Bir diğer neden de Çanakkale ile İstiklâl Harbi arasında Mustafa Kemal üzerinden bir devamlılığın kurulmasıdır.
Çanakkale'de gerçekten bütün yönüyle çok güçsüz bir Osmanlı ordusu mu vardı?
1. Balkan Harbi'nde onur kırıcı hezimetlere uğrayan Osmanlı ordusu 1. Dünya Savaşı'nda sadece Çanakkale'de değil tüm cephelerde beklenenin çok üzerinde bir performans gösterdi. Çanakkale belirttiğim gibi bir ölüm-kalım savaşı olduğu için Osmanlı Devleti elindeki tüm imkânları seferber etti. Tabii gerek deniz saldırısında gerekse de daha sonraki kara harekâtlarında düşmanın teknolojik üstünlüğü söz konusu idi. Ama Osmanlı ordusunun da kara savaşını kendi toprağında yapmak ve sürekli takviye alabilmek gibi avantajları vardı.
İngilizler gücenmesin diye kutlamayı bıraktık
Kutu'l-amare muharebesi zaferle sonuçlanmasına rağmen bugün ortak hafızamızda maalesef yer etmiyor. Sizce neden?
Bu zafer, yanılmıyorsam İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar kutlandı. Tabii 1922 sonrasında ona atfedilen önem azalmıştı, ama gene de anılan bir başarı idi. Cumhuriyet ile birlikte ona atfedilen ehemmiyetin düşmesinin nedeni yeni liderlerin başarılarının ön plana çıkarılması gayretidir. Bunun yanı sıra Enver Paşa'nın bu yeni dönemde son derece olumsuz biçimde resmedilmesi de bu alanda etkili olmuştur (General Townshend'i esir alan Halil Paşa, Enver Paşa'nın amcası idi). 1945 sonrasında Kut Zaferi'nin kutlanmasına son verilmesinde ise İngilizleri gücendirmeme yaklaşımı etkili olmuştur.
Yeni Şafak