Merve Şebnem Oruç - Hani Terörü 'Ama'sız Kınıyorduk, Ne Oldu? / Yeni Şafak
7 Ocak 2015 günü Said ve Cherif Kouachi kardeşler Hz. Muhammed'in (s.a.v.) karikatürlerini yayınlamasıyla tanınan Charlie Hebdo dergisinin Paris'teki ofisine silâhlı saldırı düzenleyip 11 kişiyi öldürdüğünde ayağa kalktılar.
“'Amasız' kınamak” zorundaydık saldırıyı. Kınamamız, şiddetin ve katliamın karşısında olmamız yetmiyordu. Öfkeleri o kadar şiddetliydi ki, sanırsınız Fransa'da değil de Türkiye'de olmuştu saldırı. Sosyal medyada ağzımıza terlikle vurmaya hazır 'seküler güçler' hazır şekilde bekliyordu. Televizyon kanallarının saldırganların yakalanması sürecini canlı yayınla vermesi de kesmedi onları, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Paris'te 1,5 milyon kişinin teröre karşı yaptığı yürüyüşe katılması da... Sonuçta bir iç politika malzemesiydi Charlie Hebdo saldırısı onlar için.
Ne Fransa'nın başını çektiği yüzlerce katliam konuşulmalıydı ne de Avrupa'da yükselen İslamofobi... Ne Papa Francesco'nun “Anneme küfreden yumruğu beklemeli. Provokasyon yapmak, başkalarının inancına hakaret etmek doğru değildir.” demesi ne Fransa Cumhurbaşkanı Hollande'ın “İslâm veya Müslümanların medeniyetiyle savaşmıyoruz. İslâm'a karşı işlenen suçlara da anti-semitizm gibi cezai müeyyide uygulanmalı.” sözü kesti öfkelerini.
Soğukkanlı olmaya çalışıp saldırının nedenlerini sorgulamaya, analiz etmeye çalışmak dahi “'amasız' kınamamak”tı. “Amasız” kınamamak da, teröre destek vermeye eşdeğerdi nitekim. Charlie Hebdo'yla dayanışmak için en doğru yöntem, derginin de sıkça yaptığı gibi İslâm'a saldırmaktı. Biraz daha entelektüel olanları, Siyasal İslâm'a ateş ediyor, bu saldırıları İslâmî hareketlerin tamamının boynuna urgan olarak geçiriyordu. Olmazsa olmaz, Recep Tayyip Erdoğan'a ve AK Parti'ye küfretmek de bu dayanışmanın bir parçasıydı, hiç de zorlanmadan Paris'teki bu saldırıyı Erdoğan'a bağlayabiliyorlardı. Aslında “amasız” kınamak da yeterli değildi onlar için; bizler, kınamamızın onların gözünde geçerli olabilmesi için günah da çıkarmalıydık; limitsiz, kontrolsüz Erdoğan karşıtı öfkeye katılmadığımız için pişmanlık belirtmek, af dilemek zorundaydık. Ancak öyle kabul olurdu kınamamız.
O mahalle baskısının medyadaki müsebbiplerinin, her gün gelen şehit haberlerine karşı takındığı tavra bakıp da “Bu ne ikiyüzlülük!” dememek mümkün mü acaba? O gün Paris saldırısı İstanbul'da olmuş gibi çıldıranların kiminde, bugün PKK saldırıları Türkiye'de değil de Plüton gezegeninde gerçekleşiyormuş gibi bir sessizlik... Kiminde, AK Parti daha kafalarda bir fikir dahi değilken 90'larda devletin yürüttüğü inkârcı politikaları AK Parti'nin sırtına yükleyen, çözüm süreci başladığından beri örgütü “Niye barışıyorsunuz, savaşsanıza!” diyerek kışkırttıklarını unutmuşuz gibi bugün utanmadan devlete “Masaya dönün” çağrısı yapan, ateşkesin bitmesinin nedenlerini sıralarken, Erdoğan'ın devlet adına özür dilemiş olduğu Dersim katliamına kadar gitmekte bir irrasyonellik görmeyen bir utanmazlık...
İki yıl önce “Demokrasi mi önce gelir yoksa barış mı?” diye anlamsız bir tartışma başlatıp çözüm sürecine burun kıvırmalarını meşrulaştırmaya çalışan ve fakat “demokratikleşme” için atılan adımların hiçbirinden de memnun kalmamış kimindeyse, bölgede geçtim örgüt baskısını, sokaklara çöken korku, güvensizlik ve terörü ya da roketatarlarla dolaşan yüzünü kapatmış insanların saçtığı dehşeti, sadece sakallı olduğu için öldürülme korkusu yaşayan sıradan vatandaşın dahi hak ve özgürlüklerine karşı müthiş bir görmezden gelme...
Basın ve ifade özgürlüğünü ağzından düşürmeyen, her meselede konuyu buraya getirmeden duramadığı için basının neredeyse yeni kutsalları haline gelmiş olduğunu düşündüğümüz kimilerindeki, PKK'ye “Topraklarımızdan çık” uyarısı yapan Irak Kürdistanı'ndaki Erbil merkezli Rudaw Medya Grubu'nun PYD tarafından Cizire kantonunda çalışmalarının yasaklanmasına karşı umursamazlık...
“Ankara IŞİD'i destekliyor” diye diye bir hal olup, Türkiye IŞİD'i vurduğunda ilk “Savaşa hayır” çığlığını atan olmalarına rağmen bugün Suriye'ye karşı hava saldırıları durduğu için yine “Türkiye'nin derdi IŞİD değil PKK” diyenlerin, yarın IŞİD'le mücadele koalisyonunun aktif partneri olmanın bir sonucu olarak Türkiye IŞİD'e karşı kapsamlı bir mücadeleye girdiğinde bir kez daha “Ama savaşa hayır!” diye ortaya düşeceklerini bile bile içine girdiği tutarsızlık...
Demirtaş'ın Financial Times'a verdiği röportajdaki “PKK'nin misilleme taktikleri kirli” ifadesini, Demirtaş'tan dahi önce düzeltme ihtiyacı taşıyan ve örgütün taktiklerine kendi tuttukları cepheden bir eleştiri gelecek diye panikleyenlerin PKK uğruna zırh niyetine giydikleri “ama”sız eleştiri kalkanı ve örgüte verdikleri “ama”sız destek...
Bunların hepsi, teröre karşı takınılan çifte standardın ve ikiyüzlü tutumun birer belirtisi... Erdoğan'ı ve AK Parti'yi “Terörün dini, diyaneti, mezhebi, ırkı yoktur; terör nereden gelirse gelsin karşısındayız.” şeklinde duruş sergiliyor diye dahi 'tekerleme' söylemekle itham edenlerin, terör 'yeşil' olunca nükleer silah dahi kullanacak kadar gözü karartıp terör 'kırmızı' olunca pamuklara sarıp sarmalayacak hale gelmesi üzerine bir analiz yapabileceğimi düşünerek başlamıştım yazıya, ama yukarıda sıraladığım birkaç tane örnek bile, bu ruh hali hakkında profesyonel bir değerlendirmenin sadece bu hastalığa kapılmamış psikiyatristler tarafından yapılabileceğini fark ettirdi bana. Belki kapsamlı bir tedaviden sonra, “ama”lı da olsa PKK terörünü kınamalarını bekleyebiliriz. Belki ondan sonra oturup tartışabilir, sağlıklı bir diyalog kurabiliriz.