Hangisi?

Ahmet Taşgetiren

Birileri, işaret parmaklarını sallayarak konuşuyorlar:

-Sizin niyetinizi biliyoruz, önce üniversitede başörtüsü diye başlayacaksınız. Ardından lise gelecek, ardından ilkokul. Orada da durmayacaksınız, üniversiteyi bitirip devlette görev almak isteyeceksiniz!

Ne yapacaksınız? Savunmaya mı geçeceksiniz?

-Vallahi billahi bildiğiniz gibi değil, biz zinhar böyle bir hesap içinde değiliz. Üniversiteyi bitirip evimizde oturacağız.

İnandırabilecek misiniz?

Tabii ki hayır. İnanmayacaklar. Ve size üniversite kapısını açmak istemeyecekler.

Peki ya şöyle cevap verseniz:

-Siz kimsiniz Allah aşkına? Böyle işaret parmağını bize karşı sallama hakkını kim verdi size? Bizim özgürlük alanlarımızı belirleme hakkını kim verdi size? Bizden farkınız ne?

-Evet ilkokulda da, lisede de, hayatın bütün alanlarında da özgürce yaşama hakkına sahip olmak zorundayız. Bir başkasının özgürlük alanına müdahale etmemek şartıyla, bu ülkenin her yeri herkese eşit biçimde açık olmak zorunda.

-Evet, üniversiteyi bitireceğiz ve özel veya kamu ayırt etmeksizin, çalışma ve ülkeye hizmet etme hakkından yararlanacağız. Bütün bu alanların sadece şu kıyafette olanlara açık olması diye bir şeyin aklen izahı yoktur.

-Ama devlet böyle buyuruyorsa diye seslerini yükseltecekler.

Savunmaya mı geçeceksiniz?

-Madem devlet öyle buyuruyor, öyleyse devletin söylediği her şey doğrudur, ona razı olmak gerekir.

Peki ya şöyle cevap verseniz:

-Devlet niye var Allah aşkına? Devlet kim? Devletin ilkeleri değişemez mi, ilkelerin yorumu değişemez mi? Demokratik ülkelerde devlet yöneticileri halk tarafından seçildiğine göre, millet, kuralları değiştirecek ya da özgürlükçü olarak yorumlayacak insanları seçtiğinde ne olacak? O zaman o devleti de mi tanımayacaksınız? Devletin topluma hizmet dışında bir işlevi mi var? Devlet, ülkedeki insanlar arasında kılık kıyafetine veya bir başka farklılığına göre ayrım yapabilir mi? Devlet adına sadece sizin konuşma hakkınız olması garip değil mi?

-Ama Anayasa Mahkemesi laikliği gerekçe göstererek yasakları pekiştiren kararlar vermiş...

Ne diyeceksiniz? Savunmaya mı geçeceksiniz?

-Lütfet, kerem et ey Anayasa Mahkemesi, bize acı, bizler zavallı insancıklarız. Tamam laiklik falan ama yap bir iyilik, ver özgürlüğümüzü...

Peki ya şöyle cevap verseniz:

-Anayasa Mahkemesi mi dediniz? O mahkeme milletten yüksek mi? Ya milletin iradesi zaman içinde Anayasa Mahkemesi'nin üye yapısını değiştirir, o yeni üye yapısı da, laikliği daha özgürlükçü bir çerçevede yorumlayıp yasakçılığı bertaraf ederse... Ne olacak? O Anayasa Mahkemesi'ni de mi reddedeceksiniz?

-Ama çocuklar hakkında karar verme yetkisi aileye tanınırsa, aile çocuğunu devletin benimsemeyeceği görüşlerle eğitir. Halbuki, çağdaş Türkiye böyle yaratılmaz. Eğitim, toplumu dönüştürmenin aracıdır. O yüzden çocuğun kişiliğinin gelişme zamanları devletin kontrolü altında olmalıdır.

Ne diyeceksiniz? Savunmaya mı geçeceksiniz?

-Tamam her şey devletin. Çocuklarımız da devletin. Biz de devletiniz ama azıcık da bize imkân tanıyın.

Peki ya şöyle cevap verseniz:

-Devlet, devlet, devlet. Tamam, devletsiz ülke olmaz ama devlet de toplum için vardır. Okullar da millet içindir. Hükümet de, mahkemeler de, meclisler de, cumhurbaşkanı da, polis de, asker de millet içindir. Hiç kimsede millete tahakküm hakkı yoktur. Herkes meşruiyetini millete hizmet etmekle alır.

Nasıl? Ne yapmalı? Hangi yöntemi tercih etmeli? Çağdaş yöntem nedir?

Bağımsız, onurlu bir milletin yapacağı nedir?

Köle milletle özgür millet arasındaki fark nedir?

Bu ülke milli mücadeleyi neden vermiştir?

İşgalciyi memleketten kovup, kendi kurduğu sisteme mahkûm olmak için mi?

Şu yaşanmakta olan tartışmalar, öylesine soruları ve cevapları akla getiriyor ki...

Ya zihinlerimizi, kurulu düzenin ipoteği altına koyup, tayin edilen statüye boyun eğmek...

Ya da statükoyu sorgulamak?

Neden, neden, neden?

Neden bu topluma parmak sallanıyor? Kimin ne hakkı var buna?

Herkes millete hesap vermek zorunda iken, birileri milleti hizaya getirmeye ve millete hesap sormaya kalkıyor.

Maalesef demokratik bilinç hepimiz tarafından yeterince içselleştirilmiş değil. Maalesef, özgürlüklerimiz üzerinde yeterince kıskanç değiliz. Oysa, üzerine titremeliyiz özgürlüklerin. Nesillerimizi özgürlük bilinci içinde eğitmeliyiz. Onurlarına ve özgürlüklerine sahip çıkmalılar.

-Aklından bile geçirme denmeli, özgürlüğe yapılan müdahaleler karşısında...

Ya tahakküm ya onurluca, özgürlüğü kana kana içerek yaşamak...

Türkiye bu tercihle karşı karşıya.

BUGÜN