Hangi tarafımızdan vazgeçelim sahi? Hangi derdimize yanalım, hangi rezilliğin üstünü örtelim, hangi yozlaşma biçiminden uzak duralım? Hangi haksızlığa karşı çıkalım, hangi pisliğe bulaşmayalım?
Ülkeyi yarı açık cezaevine çevirmek için gece gündüz çabalayan da var, oğlunun ya da kızının henüz bir çeteye mensup olmamasından yakınan da.
Hunharlığın, caniliğin envai çeşidiyle öldürülen insanlar için bir tek kelime etmediği hâlde, eşcinsellerin evlenebilmesi için yeri göğü ayağa kaldıranlar da var; “Köylerimize piyano girmedikçe kalkınamayız!” diyenler de.
Deveyi hamutuyla yuttuğu hâlde gözü bir türlü doymayanımız da var, ekonomik kriz arttıkça sevincinden zil takıp, göbek atıp oynayanımız da.
Kendi tuttuğu takıma kötü laflar ediyor diye en yakın arkadaşını lime lime edip doğrayan oğlumuz da var, yeni saç biçimini beğenmedi diye sevdiği çocuğu sınıfın ortasında vurup deşen kızımız da.
İşlediği onca suça karşın “Türkiye seninle gurur duyuyor!” diye omuzlar üstünde taşınanlar da var, genelev işleterek vergi rekortmeni olan ve devlet tarafından ödüllendirilen, plaket verilen patroniçeler de.
Siyasal görüşleri yüzünden üstüne koca bir şarjörün boşaltıldığı delikanlıya, “Karakolda sandalyeden düşerek ölmüştür.” raporu yazan doktorumuz da var; Kürtçe kanal yayına başladığı için sinirlenip evdeki televizyonuna var gücüyle kurşun yağdıran devlet memurumuz da.
Her ay falcılara avuç dolusu para yedirerek koca arayan sosyetemiz de var, yanında çalışan işçiyi açlıktan öldürüp kahvaltıya Venedik’e, akşam yemeğine Hono Lulu’ya gitmeyi marifet zanneden müteşebbisimiz de.
Cips yiyerek katliamı seyreden şerefsizleri savunmak için kanal kanal dolaşan aydınımız da var, “Bu hain Arapların ve Kürtlerin alayını doğrayacaksın!” diye nutuk çeken politikacımız da.
Öğrencisine sarkıntılık etmeyi çağdaşlaşma ve uygarlaşma ile örtüştüren akademisyenimiz de var, okulda namaz kılan öğrencilerle ilgili görüntüleri küresel bir felaket olarak gören gazetecimiz de.
Yaşadığı köyde içecek bir damla su bile bulunmadığı hâlde Obama için kurban kesip poz veren ağamız da var, uyuşturucu satarken yakalanmışken “Türk ekonomisi işte böyle baltalanıyor!” diye feveran eden tüccarımız da.
Şeytanın, çetelerin, kirli örgütlerin, darbecilerin avukatlığını yapanımız da var; emperyalizmin, sömürünün işbirlikçiliğini yaptığı hâlde devrimci geçinmekten utanmayanımız da.
Bayan voleybol takımının başarısı için hutbe verip dua eden imamlar da var, okumak isteyen kız çocuklarını okul kapılarına zincirleyenleri, sokaklarda sürükleyenleri, panzerlerle ezmeye yeltenenleri el üstünde tutan şeyhler ve hocalar da.
Oğluna önlük alamadığı için canına kıyan anne babaları görmezden gelen ve “Şu ölüm, yoksulluk görüntüleri yüzünden ağız tadıyla bir içki bile içemiyoruz!” diye yakınan soytarılar da var; ekranlardaki magazin programlarının hızına yetişemeyip tansiyonu fırlayan, hastaneye kaldırılan, bütün apartmana kurşun döktüren kadınlar da.
Elifi mertek sanan, uzatılan mikrofon karşısında iki kelimeyi bir araya getirip cümle kuramayan, meclisin tavanına çiğ köfte yapıştırmakla övünen vekiller de var; maç bitiminde ya da asker uğurlamalarında konu komşuyu sığınaklara kapanmak zorunda bırakan, sıktığı kurşunlar yüzünden ölen minicik çocukların cesedi başında pişkin pişkin sırıtan reziller de.
Dünya literatürüne armağan ettiğimiz, sokaklarda bir başına bıraktığımız, yalnızlığın ve dehşetin kucağına ittiğimiz “tinerci çocuklar” da var; yetiştirme yurtlarında terliklerle, maşrapalarla, kemerlerle dövdüğümüz yetimler, öksüzler de.
Yazdığı yazılar nedeniyle cezaevlerinde itinayla dinlendirilen gençler de var, cezaevinde gardiyanlar tarafından dövülerek öldürülen öğrenciler de. Kimilerinin kapısına kilit vurmak için can attığı vakıf ve dernekler de var, sayıları her geçen gün artan kumarhaneler de.
Çöp tenekelerinden bir şeyler arayan yoksul çocuklar da var, iki baklava çaldığı için yirmi yıl hapse mahkûm edilenler de. İki okka ekmek, iki dirhem et için yardım kuyruklarında utanç verici görüntüler eşliğinde ezilenler de var, emekli maaşını almak için beklediği banka önlerinde soğuktan donup ölenler de.
Etnik kökeni, kılık kıyafeti, dili, dini yüzünden tedavisi kesilip hastanelerde ölüme terk edilenler de var; köyleri yakılıp yıkılan, bir gecede saçları ağaran, yeşil kart almak için el etek öpmek zorunda kalan çaresizler de.
-----------------------------------------------------
Evet, hangi tarafımızdan vazgeçelim önce? Hangi görüntü daha çok utandırıyor bizi? İçimizi neyin, kimin acısı daha çok yakıyor? İçtiğimiz suyu bulandıran, ağzımızı yüreğimize getiren, ekini ve nesli bozan, başımızın altındaki muhasebe yastığını sürekli değiştiren kim?