Hangi Özgürlük Evrenseldir?

ZEHRA TÜRKMEN

Hakim Batılı paradigmanın medya, basım ve eğitim araçlarıyla telkin ettiği ve üst bir yaşam biçimi olarak sunduğu özgürlük anlayışı gerçek bir özgürlük müdür; yoksa kapitalizme pazar oluşturmak için oluşturulan toplumsal bir kurgu mudur?

Liberal ifadesi Latince özgür anlamına gelen “liber” kavramından türemiş bir kelimedir. Özellikle Rönesansla beraber insan merkezli yeni bir insan anlayışının ortaya çıktığını ve buna bağlı olarak da freedom/özgürlük kavramının farklı boyutlar kazandığını görüyoruz.

14-15. ve 16. yüzyılda özünü tabii hukuktan alan özgürlük anlayışı, zamanla fıtrata ve dolayısıyla da İslam’a aykırı bir kalıba büründü. Özellikle Ortaçağ Avrupası kilise doğmaları ile eğitilen ve yönetilen bir tarım toplumuydu. Kilise mensupları ve derebeyliklerin/feodalitenin hâkim sınıfları, köylüler/selfler ise mustazaf yani ezilen sınıfı oluşturuyordu. Ancak üretim ihtiyaca göre yapılıyor, ticari hayatta trampa uygulanıyordu. Feodalite-senyörler güçlerini papalığa bağlılıktan alıyorlardı. Halktan toplanan ağır vergiler papalık ve feodal beyler-prensler arasında bölüşülüyordu. Toprağa bağımlı hale getirilen serfler; yani karın tokluğuna çalıştırılan köylüler arasında papalık ve feodalitenin hâkimi olduğu bu baskı ve sömürü düzenine karşı çıkışlar başladı. Ve böylece kölelerin kendilerini güvence altına almak ve emeklerinin hakkını talep etmek için papalığın insiyatifini kırma çabalarına “liberty” dendi.

İlk etapta kiliseye, despotizme, toprak köleliğine karşı fıtri bir çaba, fıtri bir kalkış, isyan ve özgürlük arayışı daha sonraları aydınlanma felsefesinin de bir ürünü olarak bireyi ve aklı kutsallaştırarak dini hayatın dışına itti. Ve böylece bireycilik ve sınırsız özgürlük anlayışı liberal düşüncenin en önemli ilkeleri oldu.

Yaratılışın, doğanın ve insan fıtratının kanunlarını en iyi bilen yaratıcı olan Tanrı idi. Ancak Yaratıcısının ilettiği vahyi ölçüleri tahrif eden Kilise despotizmine karşı tepki, yeni oluşmakta olan Avrupa insanını da büyük ölçüde vahyi arayıştan kopardı. Kullara kulluk yapmaktan uzaklaşanlar, Firavun gibi kendi nefislerinin kulları olmaya başladılar.

Liberal düşünce insanı yani bireyi cemaat, aile veya farklı toplumsal grupların üstünde gördü.  Ve insanın köklerinin bu sosyal gruplardan ayrı bir varlık olarak atıldığını savundu.  Özgürlük anlayışını da bu söylemin üzerine inşa etti. Sonuç olarak özgürlüğün öznesi olarak herhangi bir toplumsal grubu değil, sadece bireyin özne olarak görüleceği savunuldu. Ve kişinin kendisi için belirlediği bir yasa vardı ve kişi bu yasaya itaat edecekti. Yani özgürlüğün sınırı ve hakikatini sadece birey tayin edebilirdi.

Liberal algıda ben önemlidir. Tıpkı varoluşçuluk düşüncesinde olduğu gibi hayatın temelinde ben vardır. Bu ben tüm arzu ve isteklerini yerine getirme özgürlüğüne sahiptir. Çünkü varoluşçuluk düşüncesi ben olduğu için eşya vardır, ben olduğu için başka varlıklar vardır ve en sonunda ben olduğu için tanrı vardır söylemini savunmakta ve insanı kutsallaştırmaktadır.

Liberal düşüncede bireyler kendilerinin sahibi, efendisidir. Yani her bireyi firavunlaştıran bir düşünceyi geliştirmektedir. Böylece Hakikat her bir bireye göre tanımlanan hale gelir ve bireyler kendi bedenleri üstünde de her türlü tasarruf hakkına sahip olduklarını iddia etmeye başlarlar. Bugün bu anlayıştan kalkarak LGBT’lerin özgürlük talepleri de bir hak olarak görülmekte ve insanın fıtratı kirletilmektedir. 

Liberal söylemin savunduğu diğer bir düşünce ise eşitlik ilkesidir. Liberalizm insanlara ayrı şekilde davranmanın doğru olmadığını savunur ve insanlar arasında mutlak bir eşitliğe vurgu yapar. Oysa İslam insanlar arasında mutlak bir eşitlikten bahsetmez. Her insan temiz havayı solumakta eşittir ancak emek ve çabanın sonucu, ancak adalet ilkesiyle belirlenebilir. Yani İslam eşitliği değil sosyal adaleti ve ehliyeti savunur.

Liberal düşüncenin ahlak anlayışı ise insanın menfaatine uygun olandır. Ve ayrıca ahlakın evrensel olduğunu savunur. Ancak burada ahlakın ölçüsünü kim belirleyecek sorusu karşımıza çıkmaktadır. Eğer ahlak insanın menfaatine uygun olansa herkesin ahlakına göre bir ahlak tanımı ortaya çıkacaktır. Bu açıdan baktığımızda liberal algının ahlak anlayışı İslam’ın ahlak anlayışıyla tamamen çelişmektedir. Çünkü bizim için kanun koyucu olan ve insan fıtratını en iyi bilen Rabbimiz gönderdiği Kitap ile ahlaki olanın sınırları gösterilir.

Liberal düşüncenin temelinde hoşgörü vardır. Hoşgörü bir insanın düşüncelerini kabul etmesek bile ona müdahale etmemeyi savunur. Bu yüzden birbirine zıt farklı birçok düşünceyi bir bünyede toplar. İnsan nefsini okşayan bu hoşgörü düşüncesi Kuran’ın “emribil mağruf nehyi anil münker”  ilkesine aykırıdır. Çünkü İslam bir yanlış karşısında güzel bir üslupla birbirimizi ikaz etmemizi hakka ve doğru olana davet etmemizi emreder.

Modern kodlarla hayata baktığımız bu zaman diliminde bizlere dayatılan bu söylemlerle zihinler kirletilerek,  ne yazı ki ekin ve nesil ifsad edilmeye çalışılıyor.  Bu gün bir üniversitenin konserinde vahyi-fıtri bilgiden uzak ve takvayı kuşanamayan ve sınırsız özgürlük anlayışına öykünen başörtülü kızların erkeklerin omuzlarına çıkarak eğlenmeleri de bu çürümenin ufak bir tezahürü sadece.

Bu yüzden Kemalist düşüncenin tek tipçi Kemalizm ile dönüştüremediği zihinleri, despotizme karşıtlık cazibesi içinde topluma servis ettiği liberalizm -hatta bazıları için de sol/sosyalizm- söylemiyle çok daha kolay değiştirip Batılı yaşam tarzını yaygınlaştırmakta olduğunu görmemiz ve kendimizi bu çerçevede vahyi ölçülerle hayatın içinde yeniden yenilememizi gerektirmektedir.

Ve unutmayalım ki liberalizm gibi illetlerde aradığımız anlam ve özgürlük arayışı sınırlı insan aklıyla kayıtlıdır; ve şartlara bağımlıdır. Vahyi ölçülerin gösterdiği özgürlük anlayışı ise fıtri ve evrenseldir.

O zaman niçin başka kapılara yönelmek? Niçin nefsimize zulmeden değerlere tutunmak?