Son üç yıldır unutulmuş gibi yapılıyor olsa da Türkiye’de askeri darbelerin tarihi 15 Temmuz’da başlamadı. 15 Temmuz direnişi üzerine yapılacak analizlerde içine düşülecek en önemli handikap onu diğer askeri darbelerden ayrıştırmak, nevzuhur bir teşebbüs olarak nitelemektir. Kökten yanlış olan bu niteleme Türkiye’deki askeri vesayet ve bürokratik oligarşiyle halk arasında yaşanan asırlık gerilim ve çatışmayı inkâr anlamına gelir. Türkiye için asıl ve öncelikli sorunun seküler ya da mistik, Kemalist ya da Gülenist cunta faaliyetleri olduğu gerçeğini gölgede bırakacak söylemlerden özenle imtina etmek gerekir.
Atatürkçü Asker Halka Kurşun Sıkmazmış!
Gözden kaçtığı ya da anlaşılmadığı sanılmasın: Bir süredir bazı kurnaz tilkiler Fethullahçı Cunta’nın giriştiği 15 Temmuz darbesi üzerinden askeri vesayeti temsil eden Kemalizmi aklamak, İslami değerleri boğmaya kalkışan militan laiklik siyasetini meşrulaştırmak adına bulduğu hiçbir fırsatı kazaya bırakmıyor.
Bir destan gibi anlatılan hikâyelere inanacak olursak eğer 15 Temmuz darbesini Atatürkçü subaylar boşa çıkarmışlar. Meğer 15 Temmuz darbesi milyonlarca insanın katılımıyla sokak ve meydanlarda değil de kışla ve karargâhlarda ezilmiş! Madem öyle bahsi geçen bu Atatürkçü/Kemalist subaylar halka namlu doğrultulmasından, halkın üzerine tank sürülmesinden ve genel olarak askeri darbeden de bu kadar rahatsızdılar da neden bu ülke 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a değin süngünün üstünde yaşamaya mecbur kaldı acaba? Mesele çok basit ve cevap vermeye değmez gibi gözükse de sessiz kaldıkça yine tarih kurgulanıyor yine iyilerin ve kötülerin yerleri sinsice değiştiriliyor.
Bu meyanda muhtemel yakın tehdit ve tehlikelerden birisi de şudur: Özel olarak 15 Temmuz darbe girişimiyle genel olarak Fethullahçı Cunta’yla sağlıklı bir biçimde hesaplaşmayı beceremezsek tecrübeli ve yaygın propaganda mekanizmaları sayesinde laik-Kemalist devlet teamülleri meşru ve makbul bir siyasal model olarak toplumun önüne konulacaktır. Mesela 15 Temmuz’un arkasındaki NATO ve Amerika desteğini vurgularken, Fethullahçı Cunta’nın işbirlikçi karakterini öne çıkarırken birilerinin 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a uzanan darbelerin NATO ve Amerika bağlantısını görünmez kılarak yerli ve milli refleks gibi pazarlamalarının ne denli rezil bir duruş olduğunu sıklıkla vurgulamak icap ediyor.
Kemalist-sol siyasetiyle, bürokrasisiyle, aydın ve sanatçısıyla hem 27 Mayıs’a hem de 28 Şubat’a aşkla şevkle ortak olduğunu unutturarak güya topluma anti-emperyalist duruşun, NATO’ya karşı meydan okuyan ilkeli bir siyasal tavrın biricik adresi gibi roller kesmesine zemin hazırlanıyor ne yazık ki. Türkiye’deki hangi askeri cunta Amerika’yla, NATO’yla senkronize hareket etmedi, bir örnek verilebilir mi? Örgütlenme ve silahlanma modelinden kurmay subay yetiştirme ve gayri nizami harp yürütme biçimine kadar TSK, II. Dünya Savaşı sonrasında dâhil olduğu NATO sistemi bu sürecin adeta ebesi gibi işledi. Fethullahçı subaylardan çok çok önce Amerikan usulü ve destekli darbeciliğin Türkiye’deki yetkili acentesi Atatürkçü subaylardaydı, herkesin bildiği üzere.
Tek Adam ve Tek Parti dönemi sonrasında yapılan serbest seçimler dönemi sadece ve sadece 10 yıl sürdürülebilmesinin sebebi Demokrat Parti’nin affedilemez ihanetleri filan değildi. Ordu içerisinde Menderes Hükümeti’ne karşı örgütlenen ve “Dokuz Subay Olayı” diye bilinen cuntacılık faaliyetlerini Yarbay Samet Kuşçu’nun ihbar etmesi neden hiçbir işe yaramadı, bir hatırlayalım. Mahkeme, cunta faaliyetlerini temize çıkardı, yargılama sonucu sadece Samet Kuşçu mahkûm oldu ancak 1960 27 Mayıs’ında ihtilali gerçekleştiren cuntanın çekirdek kadrosu tabii ki Kuşçu’nun ihbar ettiği isimlerdi. Neticede 27 Mayıs cuntasının darbe modeli kendisinden sonra yapılan hemen bütün askeri ihtilallerin ilham kaynağı ve güncellenmiş örgütlenme modeli oldu.
Darbeci Pişman Olmaz, Yeni Fırsat Kollar
Evet, 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a değin halkın kitlesel bir biçimde darbelere karşı çıkamadığı için tanklar halkın üzerine sürülemedi, Meclis bombalanmadı. Halkın kitlesel direnişi olmasaydı, misal 27 Mayıs veya 12 Eylül gibi görece bir sükûnet olsaydı tanlar ve savaş uçakları sadece bir tehdit unsuru olarak yedekte tutulacaktı. Sonrasında bir Yassıada modeli devreye sokulacak Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamı gibi veya Kenan Evren’in “bir sağdan, bir soldan” gençler idam sehpasına çıkarılacak ve askeri yönetim bir süre sonra tekrar sınırlı demokrasiye geçiş yapacaktı. Ne var ki ölüm pahasına sergilenen kitlesel direniş, şapkasını alıp gitmeyen Cumhurbaşkanı ve Hükümet, cuntacılar için tetiklerin çekilmesinden, füzelerin ateşlenmesinden başka seçenek kalmadığı zehabını büyütmüştü.
15 Temmuz’un ruhu, minarelerden yükselen salaların haykırdığı Allah-u Ekber sedaları tanklara karşı yürüyen muazzam kitlelerin dilinde de müthiş bir cesaret ve kararlığı temsil eden sloganlara dönüşmüştür. 15 Temmuz direnişin çarpıtılmasına, eski darbecileri meşrulaştırmasına asla müsaade edilmemelidir. 28 Şubat post-modern darbe sürecinde manşetlerden ilan edilen “Topyekûn Savaş” eğer hükümet istifa etmeseydi “Gerekirse Silah Bile Kullanırız” tehditlerinin hayata geçmesine sebebiyet verebilirdi. 15 Temmuz’da püskürtülen işte bu topyekûn savaş mantığıdır. 15 Temmuz’da sergilenen muazzam direnişin tarihe gömdüğü gerçek işte askerlerin sık sık devreye soktuğu bu silah kullanırız teamülüdür. Şimdi bu şerefli ve izzetli direnişin asli ruhunu ve sahiplerini saygıyla korumak, ahlak ve hukuk dışı kurguları reddetmek için daha yoğun mesai harcamak gerekiyor. Hukukun üstünlüğünü sadece kışlaya değil bürokrasiye, yargıya, siyasete de hâkim kılmak halen üzerimize düşen en büyük sorumluluktur.
Fethullahçı cuntacıların 15 Temmuz darbesinden pişman olmadıklarını ve fırsat bulurlarsa yeni bir darbe girişimine kalkışacaklarına dair çok sayıda değerlendirme var. Peki, Atatürkçüler 27 Mayıs’tan, 12 Eylül’den, 28 Şubat’tan, 27 Mayıs’tan açıkça pişman oldu ve özür diledi mi? Fırsat bulsalar yeni bir 27 Mayıs veya 28 Şubat sürecini inşa etmeye kalkışmayacaklarına dair teminatlar değil basit de emareler görüyor muyuz? Hikâyemizin özeti şudur: Cuntanın sağı-solu, mistiği-seküleri olmaz, hepsi hakkın ve halkın düşmanıdır.
Yeni Akit