Hangi Çözüm Süreci, Hangi Savaş

Markar Esayan

 

Çözüm Süreci değil ülkede, bölgede paradigma değiştirecek bir barış projesi olarak ilerlerken ona ölümüne düşmandılar.

Ama ne zaman ki Öcalan'ın bahsettiği darbe mekaniği tarafından zehirlendi, o zaman sürecin destekleyicisi oldular.

İlk hâliyle süreç, Türkler ile Kürtlerin bin yıl sonra ikinci ittifakı ile Sykes-Picot'nun panzehiri olacaktı. Ortadoğu ve tüm mazlum ülkelere çıkış modelini gösterecekti. Ülke yüklerini atıp havalanacaktı.

İşte süreç bu yönde ilerlerken ondan nefret ettiler. Kendilerini Kandil'e, Diyarbakır'a attılar. Sırrı Süreyya Önder ile Öcalan'a “Beyaz Türk eliti rahatsız.” mesajı gönderdiler.

Gezi ve 17/25 Aralık operasyonu için “Darbedir, ateşe odun taşımayın.” dediğinde Öcalan'a çok bozuldular, önce tehdit ettiler sonra fişini çektiler, Demirtaş'ı parlatmaya başladılar.

Ne zaman ki 6-8 Ekim'de insanlar öldürülmeye başlandı, HDP/PKK Gezi borcunu ödemeye yöneldi ve süreç zehirlendi, o zaman ona toz kondurmamaya başladılar.

Çünkü süreç muhteviyat değiştirmiş, siyasî alanı ve sokağı istikrarsızlaştırma yönünde PKK ve HDP'nin manipülasyonlarına kalkan vazifesi görmeye başlamıştı. “Güneydoğu'yu verelim, bölünmeyi AK Parti'ye fatura edelim, kalanı da bizim olsun.” hayalleri kurmaya başladılar.

AK Parti ve Erdoğan'dan, ola da ülke bölünmeden önce kurtulsalar, muhtemelen 90'lı yıllara bizzat onlar döndüreceklerdi ülkeyi.

Operasyonlar başlayınca “Oy anam oy” diye manşet atan Hürriyet, muhtemelen Demirtaş için “Vay şerefsiz” manşetini buzluktan çıkaracaktı.

Süreç, AK Parti ve Erdoğan'dan kurtulmaya yarayan bir işlevde kıymetli, arzu edilen savaş da onların iktidarındaki savaştı.

Seçim sonuçları, sokağı PKK istikrarsızlaştırırken, siyasî alanı paralize etmek adına önemliydi. HDP formatı yemişti. Demirtaş hemen seçim sonrasında Cumhurbaşkanı'na “Seni asmayacağız, âdil şekilde yargılayacağız.” diye seslenirken, yıllar sonra ilk kez deliksiz, huzurlu bir uyku çekmişlerdi.

Olmadı... Yüzde altmışlık gerici blok dağıldı. Başbakan Davutoğlu süreci mükemmel yönetti. Açıkçası, herkes kabul etmeli ki, siyasî tarihin en başarılı geçici hükûmetine sahibiz. Böyle geçici hükûmet dostlar başına. Bir dört yıl son derece başarılı geçer bence.

Şimdi Doğan medyası sanki sınır dışına çekilme telaşında. Bir kısmı orta yolcu, suya sabuna dokunmayan açıklamalarla yeni pozisyon arıyor. Bir kısmı ise bir ölüyü diriltmek adına “Demirtaş'ı yedirtmeyeceğiz” diye geveliyorlar.

Oysa gerçek şu: Demirtaş'ın başını yiyen ne hükûmet, ne de Cumhurbaşkanı. Demirtaş çoktan Kandil ceolarının midesinde hazmedilmeye başlandı. Demirtaş'ı Kandil yedi. O da zaten hazır lokma olarak kendisini keklik gibi sundu. Tarihî barışın partneri olacakken, küçük hesaplarla Türkiye üzerinden oynanan büyük hesapların figüranı oldu.

Yani ortada artık ne istedikleri gibi kullanacakları bir süreç, ne de onların istediği türden bir savaş var. Çünkü Cumhurbaşkanı hâlâ Erdoğan, Başbakan da hâlâ Davutoğlu, hükûmet de AK Parti. Dış dengeler bir günde değişti. ABD'den destek üzerine destek açıklamaları yağıyor, İsrail Türkiye ile barışmanın yollarını arıyor. DAEŞ eşittir AK Parti efsanesi çöktü.

Hepimizin dileği ölümlerin bir an evvel durması ve cenazelerin artık gelmemesi...

Hükûmet bunun için son gücüne kadar direndi, yapıcı tavrını korudu. 6-8 Ekim'de KCK/HDP'nin çağrısı ile 53 vatandaş öldürüldüğünde bile masayı devirmemek için olağanüstü sağduyu sergiledi.

Bu sağduyuyu o şartlarda Britanya bile sergileyemezdi.

Belki de bu tavrı yüzünden oy kaybına uğradı ve bunu da mesele etmedi. Kendi menfaatini ülke menfaatinin gerisinde tuttu.

11 Temmuz'da KCK'nın süreci bitirdiğini ve demokratik halk savaşına başladığını ilân etmesi için hiçbir neden yoktu. HDP'nin eşbaşkanları ateşe körükle gitti, Suruç'tan sonra PKK'yı gölgede bırakan açıklamalar yaptı. İki polisimizin Ceylanpınar'da yataklarında infaz edilmesi ve şu ana kadar 30'a yakın polis, asker ve sivilin öldürülmesi karşısında hâlâ bir süreçten bahsetmek ne kadar mümkün?

“Tarafların siyaset alanını daraltan davranışlardan kaçınması” türünden çağrılar, en aşağılık şekilde insanları infaz eden ve süreci bitiren terör örgütü ile vatandaşını koruma yükümlülüğüne sahip iki kesimi eşitlemek anlamında, en hafif deyimle orta yolculuktur.

Şu anda olması gereken PKK'ya “Cinayetlerini durdur ve sınır dışına çık” çağrısı yapmak ve “Erdoğan nefreti”ni hiç olmazsa insanlarımızın öldüğü şu dönemde buzdolabına kaldırmaktır.

Süreç farklı bir isimle (Çünkü Çözüm Süreci adı zehirlenmiştir) Kürt halkının gerçek sivil temsilcileriyle, yani halkla sürdürülmelidir. Başbakan Davutoğlu'nun dün Ankara'da düzenlediği bölgeden geniş katılımlı toplantı bu manada çok isabetli ve gerçekçidir.

Böyle zor bir dönemde böyle bir “geçici” hükûmete sahip olmak tüm senaryoları bozan bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor.

Çünkü o kalıcı halk iradesini temel alıyor. Dünyanın gördüğünü, umalım ki bizim elitlerimiz de görsünler ve nefret sınırlarını terk etsinler.

Yeni Şafak