Hangi Cinayet Şebekesiyle Komşu Olmalıyız?

KENAN ALPAY

Türkiye’nin Afrin’e yönelik askeri operasyonu kimi dost kimi düşman devletler eliyle epeyce geciktirildi fakat engellenemedi. Zeytin Dalı ile Türkiye bütün risklere rağmen mevcut tehdide oranla küçük fakat oldukça stratejik bir bölgeden sahaya giriş yaptı. Zeytin Dalı’nın Fırat Kalkanı’yla elde edilen kazanımları korumak hatta daha ileri, daha derin ve kalıcı çözümler üretmek gibi plan ve pratikleri olmak zorunda. Fakat Amerika kadar Rusya’nın, PKK/PYD kadar İran-Esed rejimi bloğunun da bu plan ve pratikleri bozuma uğratmak üzere seferber olduğu gerçeğini göz önünde tutularak.

Harekât öncesinde diplomatik mahfillerde yüksek ve sert tonlarda yankılanan “asla, sakın ha, kesinlikle uzak durun, bedeli ağır olur!” türü ikazlar kısa sürede enteresan bir değişim geçirdi. Bu kez harekâtın kapsamı için “sınırlı ve kısa sürede bitmeli” çağrıları devreye girdi. Değil Fırat’ın doğusuna Türkiye’nin 40 km güneyinde en vahşice katliam ve tehcirlerle PKK/PYD’ye bir ileri karakol gibi tahkim edilen Münbiç’e bile yan bakmaması gerektiği beyan edildi. Trump-Erdoğan görüşmesinin ardından Amerika “Afrin’e bir şeyler yaptınız neyse ama ötesine hiçbir şartta müsaade etmeyiz” modunda kararlı bir politik ve askeri duruş sergileme yönünde adımlar atıyor.

Devlet Gibi Düşün, Halkı Yok Say

Mesela Amerika Merkez Kuvvetler Komutanı General Joseph Votel’in “Münbiç’ten çekilmeyeceğiz” beyanı çokça imtina edildiği söylenen Amerika-Türkiye çatışmasının bir ilk cephesi olabilir mi, bunu zaman gösterecek.                                   Ancak Türkiye’nin PKK/PYD’ye verilen tüm silah ve teçhizatların toplanması talebi karşılık görecek gibi durmuyor. Aksine Amerika’nın Dışişleri Bakanlığı eski Sözcüsü John KirbySilahları geri alamayız çünkü IŞİD’le savaş sadece Suriye ile sınırlı değil ve hala devam ediyor” beyanıyla aradaki gerilim ve rekabetin bütün bir İslam coğrafyasında sürdüğünü ifade etmiş oldu.

Amerika’nın Türkiye’ye ısrar ve dayatması PKK/PYD ile komşu olmaya hazır ve razı olunması yönünde. Ne var ki Rusya ve İran ise bu komşunun Esed rejimi olması için ısrar ve dayatmalarını yoğunlaştırıyor. Türkiye açısından PKK gibi katil bir örgüt ile mi yoksa Esed/Baas gibi katil bir rejim ile mi komşu olmaya razı olmak daha makul ve faydalıdır? Dikkat çekici bir biçimde burada Arap, Kürt, Türkmen olsun hiçbir biçimde Suriye halkının kahir ekseriyetini temsil eden Müslüman toplumun irade ve talebi devre dışı bırakılıyor. Suriye coğrafyası ve toplumu üzerinde gücü olan bütün devletler istediği gibi ameliyat yapmaya kalkıyor.

Mesela İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener izan, vizyon ve ciddiyetle diplomasinin imkanlarını kullanma çağrısının ne anlama geldiğini “derhal Esad ile görüşmelere başlayın” çağrısıyla somutlaştırıyor. En kestirme ve sağlıklı yol tavsiyesi yüzbinlerce insanın katiliyle hiçbir şey yokmuş gibi el sıkışıp anlaşmaktan ibaret. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun en başından beri Esed/Baas yanlısı politikalar yürüttüğü zaten kimseye sır değil. Afrin Harekâtı bağlamında sanki Suriye’de yaşanan yıkım ve katliamlardan habersizmişçesine ve bütün bir toplumu ahmak yerine koyarcasına “durup dururken Suriye’nin iç işlerine niye karıştık?” sorusunu sorabilmektedir mesela. Özgür Suriye Ordusu’nun Türkiye’nin askeri başarısına gölge düşüreceğinden endişesiyle bilinen teklifini yineliyor: “Başka bir (aracı) organ olmadan Türkiye’yle Suriye’nin bir araya gelmesi.” Hatta CHP olarak merkezi hükümetle ilişki kurmak üzere Şam’a gidip gitmemeyi değerlendirmeye devam ediyorlarmış.

Şebbiha Ruhu Kimlere Sirayet Etmiş?

Yüksek entelektüel ve stratejik çözümlemelerinden her daim müstefit olduğumuz Genelkurmay eski Başkanı Org. İlker Başbuğ’un kurtuluş reçetesi olarak sunduğu yöntem de “Şam rejimi Türkiye sınırına çıkmalı”dan ibaret. Hatta Org. Başbuğ, Amerika’nın Milli Güvenlik Strateji Belgesi’nden hareketle “Washington’un asıl hedefinin İran olduğu” iddiasıyla Fırat’ın doğusu için ikna edilebileceğinde ısrarlı. Bu sebeple hemen her zaman uzman görüşlerine yaslanarak Türkiye için en iyisini tercih eden Hürriyet’ten Taha Akyol da virajı alırken arabayı devirmemek için bu kez Başbuğ’a referans vererek bir esneklik çağrısı yapıyordu: “EVET sıra geldi, Suriye politikasında Esad’la temas kurmaya, bir adım daha ileri giderek anlaşmaya... Geldiğimiz nokta sudur: Suriye sınırında komşumuz Esad mı olsun, yoksa ister özerk ister bölgesel deyin, YPG yani PKK mı olsun?!

Türkiye için Suriye halkı için iki seçenekten başkası hemen hiç meşru değil bu kafa yapılarına, ideolojik ve stratejik duruşlara göre: Ya PKK/PYD ya da Esed rejimi. Üçüncü bir yol asla yok, başka bir seçeneğe kat’a geçit verilmiyor. Müslüman bir halkın iradesi kolaylıkla hiçe sayılabiliyor. Türkiye ve Suriye halkı için PKK/PYD’nin oluşturduğu tehdit ile Esed/Baas rejiminin oluşturduğu tehdit hiçbir zaman birbirinden ayrı değildi bilakis hep birlikte ve beraberdi.

Görmezden gelinse dahi tekrarlamaya mecburuz: Esed Rejimi ile PKK/PYD arasında ne Suriye halkı ne de Türkiye halkı bir tercihe zorlanabilir. PKK/PYD emperyalist devletler namına sadece Türkiye’de kan dökmedi, tehcire ve yıkıma girişmedi. Benzer bir şekilde Esed/Baas rejimi de hem kendi halkını katletti hem de sol-sosyalist veya ulusalcı örgütler eliyle bütün bir bölgeye terör ve katliam ihraç etti.

Sadece PKK/PYD değil ta 1960’lı yıllardan bu yana kimi Devrimci Proleter Aydınlık gibi Maocu kimi Türkiye Halkın Kurtuluşu Ordusu gibi Stalinist örgütlere sabotaj, suikast, istihbarat, kundaklama gibi gerilla faaliyetleri eğitimi veren rejim Hafız Esed’in kurduğu Baas cuntasıydı. “Türkiye bölgeyi PKK/PYD’den temizleyip Esed rejimine vermeli” teklifleri eğer Muhaberat veya Rusya adına yürütülen açık bir ajanlık faaliyeti değilse düpedüz bütün bir insanlığa karşı işlenecek suçlara karşı yardım ve yataklık yapmaktır.

PKK terör ve tehdidiyle mücadele etmekte onca sorunlar yaşayan Türkiye’ye Baas rejiminin terör ve tehditleriyle yaşamayı teklif eden hastalıklı mantık yoğun olarak bürokratik oligarşi mensuplarında görülen ve zannedilenden daha ağır bir vakadır.

Yeni Akit