Hamza Türkmen ile Gülen Cemaati Üzerine Röportaj

Haksöz Dergisi Yazarı Hamza Türkmen ile Haber10 sitesinin Gülen Cemaati üzerine yaptığı röportajı sizinle paylaşıyoruz.

Röp: Hülya Özkan–Ahmet Yasin Okal

Fethullah Gülen cemaatinin İslam dinini algılayış biçimini, bugün gelinen noktada Gülen cemaati üzerinden tartışılan meselelerin ne derece akidevi, ne derece siyasi olduğunu ve tüm yönleriyle Gülen grubunu Araştırmacı Yazar Hamza Türkmen ile konuştuk.

İslam’ın sabitelerinin bilinmediği için meseleler değerlendirilirken nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda sıkıntı yaşandığına değinen Türkmen, “Kur’an’ı anlarken, sünneti anlarken sabite ve değişkenimiz ne bunları iyi bilmeliyiz. Din telakkisinde bir amorfluk var.” diye konuştu.

 

İşte Hamza Türkmen ile gerçekleştirdiğimiz o söyleşi:

Gülen cemaatini nasıl tanımlamak gerekiyor?

Gülen cemaati Nur hareketi içinde nüvelenmiş, Fethullah Gülen öncülüğünde okuma-yazma etkinliğinden ziyade daha çok hitabet etkinliği boyutunu ön plana çıkartarak camiada ilgi uyandırmıştır. 70’li yıllarda şekillenmeye başlayan bir çevredir. 1945’li yıllarda çok partili sisteme geçerken bu Anglosakson çizgisinin de etkisiyle görece bir özgürlük ortamı hissedilmeye başlandı. Bu görece özgürlük ortamından yaralanabilmek için o güne kadar yeni inşa edilen ulus değerlerden uzak duran bu çevreler dini özgürlüklerini elde edebilmek için bir nevi karşıtına sığınarak var olmaya çalışmışlardır.

Cemaatlerin tüm İslam’ı yaşatma kaygılarına rağmen 45’li yıllardan beri şekillenen iki zaafı söz konusu oldu. Birincisi Osmanlı’dan devralınan ve aynı zamanda da Osmanlı’yı çökerten zaaftır. Nimeti kaybetme. Kur’an-i birlikten, tevhidi birlikten uzaklaşma. Bu zafiyet devam ediyordu. İkincisi 45’li yıllardan sonra yeni modern ulus formla taktik gereği de olsa uzlaşma onların kimliğini oluşturdu. 70’li yıllara geldiğimizde bu cemaatler İslam’ı yaşamayı Osmanlı’dan kaldığı kadarıyla arzu ederken aynı zamanda kimliklerini sağcı, milliyetçi, devletçi formda kirletmişlerdir. Bir nevi milli dindarlıkanlayışı söz konusuydu.

Türkçü Bir Tarz

Tabi ki bize bazı ibadi formları taşıdılar. Helal haram sınırlarını ana hatlarıyla gösterdiler ama Kur’an’ı bütünsel olarak anlamak, insanlara anlatmak, vahyin şahitliğinin tanıklığını yapmak konusunda Kur’an’ın insanları zülumattan huzura çıkartacak hedefi doğrultusunda bir tanıklık sergileyemediler. Daha ziyade içe kapalı bir form vardı. Bu içe kapanık form nurcular için de söz konusuydu. O form içinde özellikle Milli Nizam Partisi döneminde Nurcuların kurucuların bileşenler arasında bir rolü var. Daha sonra bir takım siyasi ve mevki makam çatışmaları sebebiyle Milli Selamet Partisi Erbakan çizgisinden Nurcular 1977 seçimlerine gelirken ayrılırken bu süreçte Nurcuların bir kısmı merkez parti Adalet Partisi’ne akarken o dönemlerde Yeni Asya grubuyla olan Fethullah Gülen MHP’ye akmaya meyletti. Yani daha Türkçü bir tarz…

İslam dininin kapsayıcı dili yerine Türkçeyi yaymalarını bu kökenlerden anlabilir miyiz?

Bu hareket Sünni Batıni Osmanlıcı Türkçü bir Ulusalcılığı bünyesinde taşır. Yani bu din anlayışında Kur’an merkezli gaybi konularda özellikle muhkem ayetler ve mütevatır sünnetle çelişen telakkileri evvelden beri vardı. Aynı zamanda kimlik itibari ile bağımsız İslami kimlik yerine; uzlaşan, sağcı, Türkçü bir kimliği de bünyesinde barındırıyordu. Buna milli dindarlık diyoruz. Bu milli dindarlık anlayışı içerisinde Milli Selamet Partisi’nden kopan Nurcuların bu Türkçü kanadına meyleden formatıyla Fethullah Gülen, bu ayrışma sürecinde özellikle Yeni Asya grubu içinde hitap gücü nedeniyle epey bir insanı etkiledi ve koparttı. Dershane formu da bizatihi Gülen cemaatinin formu değil 70’li yılların kopma sürecinde Yeni Asya grubunun ürettiği formun devşirilmesidir.

O zaman çok gündemde değildi tevhidi uyanış İslam bilinçlenmesi süreci içinde. Biz bunları daha gelenekçi, mili dindar olarak gördüğümüz için çok dikkate almazdık. Daha sonraki süreçte gördük ki Said Nursi külliyatının en iyi yorumlayıcısı ve hatta onun üzerine de açılımlar getiren bir model olarak Fethullah Gülen karşımıza çıktı.

Dindarlığı devam ettirebilecek bir yol

Tüm Müslüman ümmet coğrafyasında çökme sürecini yaşayan ümmeti yeniden diriltmek, yeniden aslına döndürmek konusunda en önemli açılım Cemaleddin Afgani’nin Urvetul Vuska hareketidir. Bugün 125 yıllık bir tarih… İslam coğrafyasında nerde bir etkinlik varsa bu hareketle irtibatı olanlar etkinliği temayüz ettirirler. Türkiye’de bu öze dönüş hareketiyle irtibatı olan en önemli isimler Mehmet Akif, Elmalılı Hamdi, Said Halim Paşa gibi isimlerin yanında Said Nursi de vardır. Ama maalesef bu insanların sürekliliği Türkiye’de olmadı. Çünkü Türkiye’deki kurucu kadro ve Kemalist ideoloji bu insanların bir kısmını idam ederek, bir kısmını suikastla öldürerek yok etti. Said Nursi sürgün edilerek inziva hayatını seçti. Kendi inziva hayatı formuna göre dindarlığı devam ettirebilecek bir yol tercih etti.

Dünya sistemiyle entegre bir dindarlık

Gülen ise dini yaşatma formundan ziyade ona metafizik boyutuyla kendisini merkeze alan ve bu zaaflı telakkileriyle Türkiye’ye tedrici olarak alttan üste doğru hakim olmak hedefini başarı kaydettikçe dünya çapında büyütmeye çalışmıştır. Yani dünya sistemiyle entegre bir dindarlığa yöneldi. Bu 70’li yıllardan bu yana tartışılmış Amerikan merkezli ılımlı İslam formatıyla örtüşüyor. Yani İslam’ın bütünlüğünden uzak sadece mistik tecrübeler ve dar ibadi form içinde İslam bir dünya görüşü olarak değil inanç sistemine hapseden doğrultuda büyüdü. Özellikle 12 Eylül’den sonra Gülen önderliğinde şekillenen bu yapı insanların duygularını vahiy dışındaki ölçülerle yönlendirmiştir. Dışarda ise cemaatini güçlendirmek için ilkesiz biçimde kapitalist yapı içinde yer alabilmiştir.

Cemaatin iç motivasyonunu sağlayan en önemli yaklaşım nedir?

Mehdilik anlayışıdır. Yani yine gaybi bir şeydir. Mehdi yol gösteren anlamındadır ama aslında mistik bir anlayıştan kaynaklanan bir nevi sudur felsefesinden kaynaklanan bir anlayış formu var. Cemaatin tüzel kişiliği mehdi olarak gösteriliyor. Ölçülü insanlara karşı kaçamak pozisyonlar üreten ama vahyi ölçülerle eğitilmemiş insanları ise bu metafizik değerlerle etkileyen kuşatan bir format var.

Yani “haşhaşi” benzetmesi yerinde bir benzetme mi?

Hint felsefesinden, Hristiyanlıktan, Yahudilik ’ten devşirilen gayb telakkileriyle üretilmiş bir yapıdan söz ediyoruz. Bu yapının içerisine giren bir insan Hasan Sabbah’ı tanrının yeryüzündeki bir nevi gölgesi olarak görüyor.

Haşhaşiler ile Gülen cemaati irtibatını kurarsak eğer şu telakkiler insanın dikkatini çekiyor. Mesela Fethullah Efendi ilke koymayı çok seviyor. Bu gayba taş atmaktır. Örneğin; Allah’u teala biz İsa’yı Meryem’e ruhumuzdan yolladık diyor. Fethullah Gülen bu kapalı konuya burnunu uzatıyor. Muhkem ayete rağmen diyor ki Meryem’e giden ruh Hz. Muhammed’in ruhuydu. Yani Meryem ve Hz. Muhammed’in ruhu birleşiyor ve Hz. İsa böyle dünyaya geliyor. Hz. Muhammed, Hz. İsa’dan 600 sene sonra yaşamış.

O halde nasıl gidiyor ruhu?

İşte bu bize Hint ve Yunan felsefesi olarak yansıyan ve İslam felsefesi olarak takdim edilen sarayın saltanatın takdim ettiği sudur felsefesine gidiyor. İşari felsefe ruh boyutunu alıyor ve buna Nuru Muhammedi deniyor. Yani Hz. İsa’dan 600 yıl sonra yaratılan Hz. Muhammed’in bedenine evvelden var olan ruhu giriyor. Sonra ruh gene çıkıyor ve dünyayı idare ediyor. Şimdi bu Nuru Muhammediye ve form olarak da bu levlakı levlak rivayeti var.

Korkunç bir üçkâğıtçılık!...

Peki bu Hint, Yunan felsefesindeki gibi ucu açık meselelere pragmatik bir değer gördüğü için mi sarılıyor yoksa hakikaten Mehdilik meselesinde ikna olduğu için mi bunlara sarılıyor?

Kendisini bilmem ama ona tabi olanlar buna inanıyor. Ruhi bir güç, yetki görüyorlar kendisine. Şu kandırmaca da yaşatıldı gerçi… Mesela kendisine derdini izah etmeye gelen müridlerinin ne tür bir sıkıntı için geldiklerini onlar daha meseleyi açmadan Gülen söylüyormuş. Bunun nedeni de ortaya çıktı. Çünkü kendi içindeki insanları bile dinletiyormuş. Bu korkunç bir üçkâğıtçılık!

Manevi bağlılık artık örgütsel bir bağlılığa mı dönüştürülmeye başlandı?

Recep Tayyip Erdoğan da dedi; “Bu cemaat değil örgüt”. Bu kavramlar bence çok doğru kullanılmıyor. Bu tür oluşumlara cemaat de denebilir. Örgüt de denir. Teşkilat da denir. Bunlar fark etmez.

Ama cemaat kavramı dediğinizde artık salimen kullanılan anlam yüklenmiyor artık…

Sosyolojik olarak bunlara farklı anlamlar yükleniyor. Cemaat denince daha kitlesel ve alt yapısal.. Neticede cemaat dediğimiz insan kime bağlanıyor… Cemaatin bir şeyhi var ve ona bağlı kalınır. Mesela abiler var. Örgüt olunca cemaat olmaktan çıktı mı sanki Gülen cemaati…. İyi örgüt vardır, kötü örgüt vardır tıpkı cemaatlerdeki gibi. Allah bizden şüheda olmamızı istiyor. İşlerimizi istişare ile yapmamızı istiyor. Vahye, hakikate birlikte tanıklık yapmamız isteniyor.

Asıl olan burada cemaat, örgüt olma meselesi değildir. Asıl olan bu insanların din anlayışıdır. Yakın ve uzak hedefleri önemli. Kendileri dışındaki insanlara, Müslümanlara nasıl bakıyorlar… Bunlar üzerinde durmamız lazım.

İslam’ı Dar Bir İnanç Sistemi Olarak Alıyorlar

İslami bir yapılanma olmalarına rağmen neden İslami hiçbir meseleye müdahil olmuyorlar?

İslam’ı dar bir inanç sistemi olarak alıyorlar. Cemaatin evlerinde kolejlerinde o kadar garip olaylar yaşanıyor ki ben bunları şaşkınlıkla dinliyorum. Evlerinde kalan genç çocuklar anlatıyorlar. Sofra koyuyorlar ve sofrada bir tabak boş. Niçin? Her an Resulullah gelebilirmiş. Evlerinde bir yatak boş…. Niye? Gece Resulullah gelebilir diye. Geceleri Resulullah’ı görmek niyetiyle yatıyorlar. Bazıları uyanınca hüngür hüngür ağlıyormuş ‘ben göremedim’ diye. Bu Hristiyanlığın olağanüstü hallerle iç içe girmiş, dar, mistik bir inanç sistemiyle aynı şeydir.

Kendini rasih olarak görüyor. Yani kendini dinde uzman görüyor ama muhkem ayetlerle çeliştiğini de açıkça görüyoruz. Zaten vahyi ölçülere uzaklaşma nedeniyle biz düştük. Resulullah’ı gökten indirip kamyonete bindiriyorlar. Ve bir ışık olarak gösteriliyor.

Zannınca Resulullah ile irtibatı var

Ruh ışık mıdır? Eğer ışıksa ışık nedir? Fiziki anlamı itibariyle ya maddedir ya da enerjidir. O zaman ruh madde midir? Yani Gülen maddecilik mi yapıyor?

Gülen burada kendi camiasını gaybı çok iyi bilen Allah’la, ruhlarla irtibatı olan bir duygu oluşturmayı hedefliyor. Kendi zannınca Resulullah ile irtibatı var. Her gece Resulullah’ı görüyor. Cemaatin önde gelenlerinin dediğine göre Perşembe akşamları da istişare ediyormuş. Bu tamamen iftiradır. Resulullah’a hakarettir. Danimarka’daki karikatür krizinden daha vahşi, daha adi ve alçakça bir şeydir.

Bir Büyü Üretiyor

Kur’an dışı yeni bir gayb mı oluşturulmaya çalışılıyor?

Evet. Müşriklerin de formu böyle. Kur’an’da deniyor ki ; ‘Onlar sizi Allah adıyla aldatırlar.’ Allah gaybla ilgili ölçüyü Kur’an-ı Kerim’de koyuyor. Ama bu telakkiler bu ölçülere zıt. Bu telakkilerle bir büyü üretiyor etrafındakilere. Ürettiği kendi hedeflediği form doğrultusunda Türkiye’de Sovyet Rusya’nın çökmesiyle bir açılım yaptı. Bu açılımlarıyla Türkiye tabanından beslenerek dünyaya açıldı.

Ayetler ve hadislerle çelişiyor

Ahmet Keleş açıklamasında Gülen’in ayetler ve hadislerle çeliştiğini ifade ediyor. İşte en büyük kazanım budur. Bunu belki bugün görebilmiş ama önemli olan da görebilmesidir. Samimice inanmış zamanında, fedakârlıklar yapmış. Asla 15 yıl boyunca konuşmadığını da belirtiyor. Fitne olmasın diye sustuğunu söylüyor.

Akaid anlayışında sıkıntı var

Gülen’in Kur’an temelli din anlayışında, akaid anlayışında sıkıntı var. Maturidi gibi Eşairi, selefiler gibi gaybi konulardaki telakkileri kelami konulardır. Akaid olamaz. Doğru ya da yanlış olabilir. Kendisinin de telakkileri doğru olabilir ya da yanlış olabilir. İslam’ı anlamada sabiteler vardır, değişkenler vardır. Ama Gülen kendi yaşadığı tecrübeleri din gibi sunuyor. Bunu sorgulanması gerekiyor. Gülen’in yaşadığı manevi tecrübe bize temel ölçü olamaz.

Toplum olarak bundan rahatsız oluyor muyuz?

Belki toplum olarak bunu ölçemeyiz ama iyi Müslüman olarak, emek ve çaba sarf eden Müslüman olarak rahatsız olmak zorundayız. Bu rahatsızlığımızı dile getirmeliyiz. Bu pragmatik hesaplar bir kenara bırakılıp doğrunun söylenmesi lazım. Adabı ve üslubuyla öyle söylemeliyiz ki onların kitlelerine tesir etmeli.

Bu eleştiri, tepki vakıa seviyesine erişmiş değil. Şu an halk nezdinde bir çekişme var. Bir gerilim hali var ortada. Siz akidevi bir çerçeve çizdiniz ama halk bu gerilimi çizdiğiniz çerçeve içinde ne kadar yorumluyor?

Seküler ulus toplumlara bölünmüş durumdayız. Hamdolsun ki kısmen de olsa son dönemde ir uyanış var. Artık ulusal sınırlar önemsizleşiyor. Adeviye’de ne olduğunu merak ediyoruz. Tunus’takiler Türkiye’de ne olduğunu merak ediyor. İlgimiz artmaya başladı. Ümmet olarak var olmamız lazım.

Bu meselede asıl olan emek sarf etmektir. Kur’an ortak bir akla hitap ediyor. Bunu insan ön yargılarından arınırsa kavrayabilir.

Bahsettiğiniz tarz sanıyorum siyaset üretmeye engel olmamış. Söz konusu ıslah ekolü bir siyaset geliştiremediği için mi sesi yeterince yükselmiyor? Bugünkü gerilimin adı ne? Yani ne kadar akidevi ne kadar siyasi?

Gülen ve Erdoğan arasındaymış gibi gözüken ama aslında küresel güçler ile ümmet coğrafyasındaki yeniden uyanış hareketi arasında algılanacak bir durum söz konusu. Reel politik içinde çıkan bu tartışma bence çok hayırlı oldu. Müslümanlara dinin konularının ne olduğu, meseleye nasıl bakmamız gerektiği soruları sordurulmaya başlandı.

Gelenekçi forma çok daha yakın olan Cübbeli Ahmet bile bu tartışmalara giriyor. Gülen’e bu Kur’an’a aykırı, ayetlere aykırı demesi bir ilerleme. Erdoğan’ın meseleyi tartışırken Kur’an’ı referans göstermesi çok önemli. Bu çerçeveden bakmamız lazım.

Reel politik içinde bakmamız gerekirse AK Parti kurulurken 28 Şubat sendromu sonrasında bileşenlerden oluşuyordu. Erdoğan İslami duyarlılık itibariyle halkın sevgisini kazanmış bir lider. Yani böyle bir tarzda kurulmuş bir oluşum. Şu çok açıkça biliniyordu; Türkiye’de bu anayasa olduğu müddetçe İslami bir parti kurulamaz. Şimdilerde belki bu vesayet geriletildi ama bu çok küçük bir oran. Bizim gözümüzde çok büyük gibi görünüyor. Bu oran tıpkı bir çorap söküğü gibi. Kimin nerede durduğu açıkça ortada. Fethullah Gülen Tunus’taki kıyama ne dedi? Mısır’daki kıyama ne dedi? Hiç bir şey… O da rahatsız oldu tıpkı İsrail gibi.

Ama Mavi Marmara’da da sözünü esirgemedi….

Evet. Mavi Marmara’da da rahatsız oldu. Çünkü biz kapitalistlerle Siyonistlerle iş birliği içindeyiz diyor. Dinler arası diyalog ile bir tebliğ falan yaptığı yok. Sığınmacılıktır bu. 45’lerde sistemin ulusalcı kanadına sığınarak var olmaya çalıştılar. Sonrasında ise aynı şekilde küresel sermayeye sığınarak neo-conlara sığınarak etkinliğini var kılmaya çalıştı. Ama Erdoğan’ın çizgisi bu küresel vesayetten arınmaya çalışan bir çizgi tercih etmişti. Bu da Gülen’i çok rahatsız etti.

Yani bir nevi AK Parti ve Gülencilerin arasındaki ilişkiyi bozan neden bu mu?

Evet aslında en önemli neden bu. Yani sığınmacı, yağ çeken bir kimlikten Erdoğan ve Davutoğlu kadrosu daha özerk daha İslam coğrafyasına, ümmete açılan, kendine yeter, vesayetten kurtulmaya çalışan bir hatta girdi. Ve çok tecrübeli bir boyutta...

Peki bundan en fazla kim rahatsız oluyor? Neo-conlar ve İsrail rahatsız olacak diye onların da rahatsızlığını arkasına katarak ılımlı İslam’a mı devam edilmek isteniyor?

Bu operasyonlar ile Fethullah Efendi ve ekibi Müslümanlara hile yaptı. CIA’ın MOSSAD’ın ulaşamayacağı kişilere ulaşıyorlar. Kendisine kainatın imamı diye bir misyon biçiyor. Bu gerçekten bir vehim… Nevzat Tarhan’ın özellikle bunu analiz etmesi lazım… Psikologların analiz etmesi lazım…

Peki yayınlanan röportajında siyasi pozisyon üretildiğini düşünüyor musunuz?

Erdoğan partinizi kurun öyle gelin diyor kendilerine. Bunların misyonu gizli kadro oluşturup perde arkasından sufle vererek birilerini kullanmak.

Gülen zaten röportajında ‘Eğer bu soruşturmayı yürütenler arasında hizmetleri takdir eden birileri var idiyse ben de bu insanlara ‘yolsuzluk iddialarını görmezden gelin’ mi demeliydim?’ diyerek kendine bağlı kişileri nasıl yönlendirdiğini açıkça belirtiyor. Bilindiği üzere bir kamu görevlisinin suça seyirci kalmasından daha büyük suç harici yönlendirme ve tavsiyelerle hareket etmesidir. Bu yönlendirmeler konusunda neler söyleyeceksiniz?

Çıkan tabloya baktığımda şunu görüyorum; Adaylar açıklanırken herkesin el ele selam verdiği formatı alıp Fatma Şahin’in ve Başbakan’ın resimleri kesilerek el ele tutuşan iki çift imajı oluşturuldu. Daha sonra da güya özür diliyorlar. İstedikleri kadar özür dilesinler bu planlanmış çirkin bir oyundu. Bu bir şerefsizliktir. İnsan fıtratıyla, İslam’la bağdaşmaz. Bunu yapan bir kadro anlayışından her şey beklenir.

Yazıcı meleklerle yarışıyorlar

Bu olayla hükümetler yıkılır. Öyle basit meseleler değil bunlar. Bunu yapan ahlaksızlık hiçbir güven vermez bana bundan sonra. Bu adamlar şantaj için her şeyi takip ediyorlar. Zannedersiniz ki yazıcı meleklerle yarışıyorlar.

Gülen, yerel ve küresel bir mafya babası gibi!

İnsanların bu yapıya güveni bitti artık. Hayırseverler bugüne kadar verdikleri kurbanların makbuzlarını istiyorlar. Bu bir dramdır, felakettir. Kendine bağlı bir teşkilatı var ve bu teşkilatı kendine özgü mafyavari yöntemlerle yöneten sanki bir mafya babasıyla karşı karşıya. Gülen, adeta yerel ve küresel bir mafya babası gibi... Tabi eğer bu karineler doğruysa… Hiçbir mafya babası bu kadar etkili olmamıştı. Ben mafya babası değilim diyorsa bütün bunlarla kendisinin hiçbir alakası olmadığını, ümmetin aleyhine çalışmayacağını açıklayıp yapılan yanlışlar için özür dilemesi gerekir.

Amerika’da yaşıyor büyük bir malikânede ve etrafının FBI ajanları koruyor. Türkiye’nin en büyük zenginleri kendisinin huzuruna çıkıyor. Mustafa Kemal’in de çocuğu yoktu kimseye bırakamayacaktı hiçbir şey ama tüm elmaslar mücevherler onun emriyle getirilip götürülüyordu. Onun mülk sahibi olması bir şey ifade etmiyor. Önemli olan sahip olduğu güçtür. Bir sözüyle insanların hayatını değiştirebiliyorsa bundan daha büyük saltanat olabilir mi?

İslam’ın sabitelerini bilmediğimiz için meseleleri değerlendirirken nasıl yaklaşmamız gerektiği konusunda sıkıntı yaşıyor. Kur’an’ı anlarken, sünneti anlarken sabite ve değişkenimiz ne bunları iyi bilmeliyiz. Din telakkisinde bir amorfluk var.

 

Röportaj Haberleri

“Suriye’ye geri dönüş tartışması, empati yoksunu ve yersiz”
Türkiyeli bir mücahid ile Suriye devrimi üzerine…
"Solun bir kısmı mezhepçilikten bir kısmı da İslam düşmanlığından Esed'i destekliyor"
Suriye'nin korku hapishaneleri: Sednaya, Tedmur ve Suriye’nin yeni hafızası
"Suriye devrimi Türkiye'nin de zaferidir!"