Mustafa Kemal ve Kemalizm bizzat Mustafa Kemal ve Kemalizm döneminde bu kadar popüler ve meşru değildi. Tek Adam idi, Ulu Önder idi, Ebedi Şef idi ve daha bir sürü yüceltici sıfatla anılıyordu ama devletin bütün imkânları elinde olmasına rağmen halk nezdinde baskı kaynağı olmaktan öteye bir karşılığı yoktu. Milli Şef İnönü döneminde de 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbe süreçlerinde de Kemalizm devletin halka karşı konumlanışının, bürokratik oligarşinin biricik dayanağıydı. Mustafa Kemal, evet, Cumhuriyet’in ilanı için öne çıktı ama bu cumhuriyet Tek Adam ve Tek Parti kültürüne dayalı despotik bir rejimden başka bir idare biçimi değildi.
Geriye dönüp dindar ve demokrat Mustafa Kemal biyografisi aramak da yeniden inşa çabasına girişmek de beyhudedir. Kemalizmi/Atatürkçülüğü bir kurtuluş ve kuruluş ideolojisi olarak tasvir etmek içinse evvelemirde ahlaki ve hukuki ilkeleri paramparça etmek icap ediyor. Ülkenin en büyük ve kronik sorunlarından birisi de tarihten bugüne devreden sorunların resmi ideoloji ve resmi tarihi klişelere sadakat göstererek aşılabileceği yönündeki sanrılar, kompleksli tutumların günden güne artıyor oluşudur.
“Madem aşamıyoruz o halde kendimize uygun bir modele dönüştürelim ve bu modeli kullanalım” gibi bir pragmatizm Ulu Önder Atatürk kültünü güçlendirmekten, vesayetin kaynağı Kemalizm’i birincil meşruiyet kaynağı haline getirmekten ve İslam dahil bütün değerleri ona bağımlı hale sokup çürütmekten başkaca bir sonuç vermiyor. Siyaseti ve toplumun özellikle 15 Temmuz sonrasında bizzat kurucusu ve temsilcilerine dahi fayda vermemiş Kemalizm’e sevgi ve sadakat bildiren ve açıkça öğrenilmiş çaresizliğe işaret eden acayip bir istikamete yönelmesini etraflıca tartışmak gerekiyor.
Heykelperest Aydınlanma, Törenperest İlerleme!
Geçtiğimiz hafta Türkiye malum “Samsun’daki Atatürk anıtını hedef alan urganlı saldırı”yla derinden sarsılmıştı. Atatürk Anıtı’na yapılan saygısızlık karşısında infiale kapılan Kemalist çevreler gece meşaleler yakıp nöbet tutarak insan çemberi oluşturdular ve milli kenetlenmenin adresini bir kez daha teyid ettiler. Heykele karşı yapılan hain eylemi kınamak için sıraya giren siyaseti sanat, spor ve magazin dünyasının meşhurları “Atatürk hepimizin ortak değeridir” açıklamaları da yapmışlardı. “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz”le başlayan “Sonsuza dek izindeyiz Ata’m”la devam eden ve “Ona uzattığınız her el, bizi birbirimize daha çok kenetleyecektir!”le biten beyanlar büyük bir coşkuyla birbirini izlemişti. Meşalelerle anıt önünde ve etrafında el ele tutuşup eylemi büyüleyici karelerle ölümsüzleştiren vatandaşlara İlkadım ve Atakum belediyeleri tarafından çay ve Regaib Kandili dolayısıyla kandil simidi bile ikram edilmişti.
Neyse ki; “Atatürk’ün aziz hatırasına saygısızlık” karşısında provokasyona gelmeyeceklerini ilan eden tecrübeli siyasetçiler, kanaat önderi ve akademisyenler iyice kabaran öfkeyi, yükselen tansiyonu birkaç gün içinde düşürdüler. Fakat İzmir Suikastı girişimi ve Menemen Hadisesi’nden bugüne bütün Kemalistler severler böyle tertipleri. Urgan bağlayıp heykeli yıkacak iki sabıkalının sicillerindeki suç türleri ve birinin ileri düzeyde alkollü oluşu hiç hoşlarına gitmedi elbette.
Heykellere Keramet Yüklemek, Törenleri Salih Amel Saymak
Şimdi mübarek ve mukaddes Atatürk heykellerinin ne büyük kerametlerle yüklü olduğu, bağımsızlığın teminatı, aydınlanma ve ilerlemenin lokomotifi, bilimsel ve sanatsal perspektifin eşsiz kaynağı olduğu yönünde uydurdukları efsanelere yenilerini ekliyorlar tabii ki. 1926’da Sarayburnu’na dikilen ilk örneğinden itibaren Atatürk anıt heykelleri yoksullukla kavrulan, en temel sağlık ve ulaşım imkânlarından mahrum bırakılan, siyasal tercih ve talepleri bastırılan bir halkın üzerindeki Tek Adam ve Tek Parti despotizmini sembolize eder. Ulu Önder kültünü dayatan Atatürk heykelleri geçmişten bugüne bürokratik oligarşinin hegemonyasını simgelemektedir. Unutulmasın ki Ulu Önder ve Atatürk olarak kutsanan Mustafa Kemal gibi Ebedi Şef Atatürk heykellerini de aziz ve mübarek kılan siyasal bir dindir Kemalizm.
Atatürk’ün eşsizliği ve biricikliği, kurtarıcı ve kurucu kahramanlığının hakkının asla ödenemeyeceği üzerine atılan ateşli ama mantıksız nutukların, şirke varan tazimlerin geçmişten günümüze misali çok. Fakat biz dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın “Atatürk, seni sevmek milli bir ibadettir” saçmalığından her konunun uzmanı Kemalist hukuk Profesörü Ersan Şen’in “Atatürk’ün adını ağzına alırken salavatla alacaksın” fanatizmi ve sapkınlığına değinelim kifayet eder herhalde.
Peki, dindarlar-muhafazakârlar bütün bunlar tartışılıp dururken, kafalar karışıp ülke ve toplum despotik ve provokatif bir iklime sürüklenirken nasıl bir söylem ve eylem üretiyorlar? Allah’ın ayetlerini, Resulün sünnetini, sahabe ve tabiinin mücadelesini hatırlatıp bir dizi nasihatte bulunacak, Hududullah’ı hatırlatacak, iman ve şirk sınırlarını tekrar tekrar vurgulayacak ilim ve fazilet ehli, dava ve davet sahibi muttakiler neler söylüyor? İlahiyatçılar, tarihçiler, hukukçular, siyaset bilimciler, akademisyenler İslami ilke ve hareket hattının bulandırılmaması, berrak ve müşfik bir örnek İslami cemaatin güçlendirilmesi için hayata taşınabilir hangi önermeler üzerinde çalışıyorlar? Kemalizmin temsil ettiği seküler-ulusal kimliğin İslam’ı kamusal hayattan silip atma yönündeki asırlık eylem planları, kurgu ve projeleri bitmiş tükenmiş sanıyorlar herhalde. İslam’ı kamusal alandan silip atmak üzere konuşlanmış Kemalizmin temel öğretileri, kurmay kadroları, sembol ve teamülleri hakkında esaslı bir donanım ve duruş sahibi olmayınca konjonktürel hesaplar her türlü savrulmanın önünü kolayca açıyor.
Basit ama üzücü ve utandırıcı bir örnekle ne demek istediğimizi izah edip noktalayalım. AK Parti Tokat MV Özlem Zengin hanım Samsun’da Atatürk heykeline yapılan eylemi kınadıktan sonra şöyle söylüyor: “Yapılan bu eylem benim kalbimi acıtan bir konudur. Bugün keşke biz de gitseydik. Biz de ‘buradayız’ deseydik. Bunu önemsiyorum. Atatürk bu ülkenin bir değeridir. Hiç kimsenin ona söz söylemesini istemeyiz.”
Provokasyon olduğunu düşünüyorsanız kınarsınız, soruşturma talep edersiniz de şu “ortak değer” ve “kimsenin söz söylemesini istemeyiz” vurgularıyla güçlendirdiğiniz “keşke biz de gitseydik” yazıklanmaları da nereden çıktı? Meksika’da bile bulup saygı duruşunda bulunduğunuz anıt heykeller etrafında oluşturulan kutsiyet halesini, dokunulmazlık zırhını, o semboller etrafında işleyen asırlık haksızlıkları ortadan kaldırma görevini kime devrediyorsunuz acaba? Kemalizm her renge, kılığa, mekâna kendini uyarlıyor da Allah’a ve ahiret gününe iman eden mü’minler için bu yol hiç ama hiç tavsiye edilmiyor, bildiğimiz kadarıyla.
Yeni Akit