Hamasetle Değil, Adaletle!

RIDVAN KAYA

Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda PYD/PKK’ya karşı başlattığı askeri harekât karşısında kimin nerede konumlandığına baktığımızda şaşırtıcı bir manzarayla karşılaştığımız pek söylenemez. Birkaç istisnayla, başından itibaren Suriye devrimine ve Türkiye’nin Suriye halkından yana tavrına olumlu yaklaşanların harekâta destek verdiğini, Suriye devrimini çökertmek için çaba sarf edenlerinse burada da karşı cephede yer aldıklarını söylemek mümkün.

Harekâtın temel hedefi olarak belirlenen ‘PKK tehdidini bertaraf etme’ kaygısı destek verenlerin ortak amacını oluşturmakta. Bununla birlikte destekleyenler içinde milliyetçi coşkuya kapılanlar; Kürtleri ezme psikolojisiyle davrananlar olduğu gibi, bir sonraki aşamada Esed’le işbirliğinin yolunun açılacağı beklentisi içinde olanlar da mevcut. Karşı çıkanlar içinde ise Kürt milliyetçiliğini bayraklaştıranlar yanında, barış söylemini öne çıkartanlar ve yine Esed’le işbirliği yapmadan Suriye’de tek bir adım dahi atılmaması gerektiğini savunanlar var.

İfsadın Geriletilmesine Yönelik Adımlar Desteklenmelidir!

Biz hangi zaviyeden bakmalıyız? Öncelikle PYD/PKK emperyalist güçlerin taşeronluğunu üstlenerek Suriye’de halka zulmeden, İslami yapılara düşmanlık siyaseti gütmüş müfsid, zalim bir örgüttür. Gerek ideolojisi gerekse de eylemleriyle Suriye’de sistematik bir ifsad ve işgal çabası içinde olmuştur. Dolayısıyla gerek PYD/PKK’nın, gerekse de harekâtın ikincil amacı olarak ifade edilen IŞİD’in zayıflatılmasına, bertaraf edilmesine yönelik bir operasyonun Suriyeli mazlumların hayrına ve aynı şekilde bizim de lehimize olduğu açıktır.

Bununla beraber ne için ve nereye kadar desteklediğimizi de gözden kaçırmamak durumundayız. Bu perspektiften hareketle milliyetçi yaklaşımlar ve PKK karşıtlığını Kürt düşmanlığına dönüştürmeye hazır çevrelerin söylemleri karşısında tavır almalıyız. Doğrudan ya da dolaylı biçimde Esed zalimiyle yakınlık ya da işbirliğine yönelik adımlar karşısında da net ve uyanık olmalıyız.

Bu vesileyle operasyonun hedeflerinden olduğu söylenen muhacirlerin güvenli bölgeye aktarılması söyleminin içerdiği risklere de dikkat çekmek gerekir. Elbette bizim başından itibaren arzumuz Suriyeli kardeşlerimizin özgür ve izzetli bir biçimde geldikleri topraklara dönmeleriydi, hep bunu istedik ama bugün için bu arzumuzun karşılanabileceği bir zeminin epeyce uzağında olduğumuz ortadadır. PYD’nin çıkartılmasıyla oluşturulacak bölgeye Türkiye’ye sığınmış muhacirlerin yerleştirilmeleri ise çokça belirsizlik içeren bir plandır.

Amaç uluslararası arenada harekâtın meşruiyetini vurgulamak ise bu anlaşılabilir bir şeydir ama bu tür ifadelerin sürekli tekrarlanmasının içeride muhacir karşıtlığını besleme ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Ayrıca da muhacir kardeşlerimize istenildiğinde oradan oraya taşınacak nesne muamelesi yapmak asla kabul edilemez. Orada şartlar oluşursa, birtakım teşvikler de sağlanarak insanların önüne gitme tercihi konulabilir ama zorla göndermek gibi bir tutum ne ensarlığa yakışır, ne de insanlığa!

Aynı bağlamda hem güvenli bölge oluşturulmasına destek vermeyen ama aynı zamanda da göç olgusundan tir tir titreyen Batı’nın ikiyüzlülüğünü, kaypaklığını, tutarsızlığını vurgulama sadedinde yapılan eleştiriler haklıdır ve gereklidir. Ama muhacirleri bir tehdit öğesi olarak kullanma mantığını yansıtan “kapıları açar, Avrupa’ya göndeririz” sözleri ise şüphesiz bugüne kadar muhacirlere ensarlık yapma iddiasıyla bağdaşmamıştır. Unutmayalım ki, insanlardan söz ediyoruz, daha ötesi Rabbimizin kendileriyle bizi sorguya çekeceği kardeşlerimizden!      

Milliyetçiliğin Ürettiği Bir Bela Milliyetçilikle Giderilemez! 

Önümüzdeki süreçte harekâtın sıcaklığıyla birlikte zaten bir müddettir yaygınlaştığı görülen milliyetçi söylem ve sembollerin daha da çoğalması mukadderdir. Bu noktada uluorta kullanılan ve asılsız, temelsiz değer yargıları yüklenmiş vatan, bayrak, ordu vb. kavramların tevhidi hassasiyetlere sahip olanların zihinlerinde dahi aşınmalara, tahribatlara yol açtığını görüyoruz. Bu hususta netliğin korunması ve insanların levminden çekinerek hakkı ketmetme durumuna düşülmemesi için dikkatli ve ölçülü olma zorunluluğunun arttığı görülmelidir.

Elbette dikkatli bir üslup seçmek durumundayız. Hamasetin akılları epeyce örttüğü bu tür duygusal ortamlarda insanları gerecek, tahrik edecek söylemlerden, gereksiz sertlikten kaçınmaya mecburuz. Mamafih hakikati de hiçbir şekilde gizlememekle mükellef olduğumuzu da aklımızdan çıkartmamalıyız.

Maslahata Uygun Olanı Desteklemek İle Özdeşleşmek Ayrı Şeylerdir!

Şu hususun altını bir kez daha kalınca çizelim: Siyasal bir hadise, bir eylem, bir tavır eğer Ümmetin maslahatına hizmet ediyorsa, mazlumların hayrına yol açıyorsa bunu desteklememiz akli bir gerekliliktir. Bununla birlikte o eylemi, gelişmeyi, tavrı her şeyiyle tezkiye etmek, İslami hareketin bir tezahürü, bir sembolü olarak görmek adeta o eylemin aktörleriyle özdeşleşmek ise başka bir şeydir.

Müslümanlar sadece Allah yolunda olan, yalnız Rabbin rızasını hedefleyen ve O’nun belirlediği sınırlara riayet eden sözlerle, eylemlerle özdeşleşebilirler. Bu ölçülerden bizi uzaklaştıracak sözler, eylemler, ilişkiler dünyevi planda kazandırsa da asli manada kaybetmemizi getirecektir.

Oysa Müslümanlar gündelik kaygılarla hareket edemezler; modaya uyup tutum belirleyemezler, birilerinin hoşuna gitsin diye tavır alamazlar. Rabbimizin belirlediği esaslar, gayeler doğrultusunda hareket etmek ve Ümmetin maslahatını, insanların ıslahını, ifsadın tasfiyesini merkeze almak zorundadırlar.