HAKSÖZ-HABER
Aradan zaman geçince katliamlar, zulümler unutuluyor, kanıksanıyor. Oysa Suriye’de yaşanan insanlık dramına bigâne kalmak insanlıktan çıkmak demektir!
Suriye’de Mart 2011’de başlayan devrim önceden planlanmış bir gelişme değildi. Arap Baharı olarak adlandırılan ve bazı Arap ülkelerinde rejimleri sarsan gelişmeler evet bazı Suriyelileri de heyecanlandırmıştı ama Esed rejimi altında yaşamış herkes bu tür gelişmelere Suriye’de sıfır tolerans gösterileceğini biliyordu.
İktidardaki genç Esed’in babası 80’lerin başında Hama’yı yerle bir etmiş ve on binlerce insanı katletmişti. İşte bu şehirde protesto eylemlerine katılanlar bu katliamın yetimleriydiler.
Elbette 18 Mart’ta Dera’da çocuklara yapılan işkenceleri protesto için insanlar sokaklara çıktıklarında bırakın ellerine silah almayı tasarlamayı, bu eylemlerin bir kartopu gibi büyüyeceğinden bile habersizdiler. Ama her halükarda 40 yıldan fazla bir zamandır dikatatörlük rejimi altında yaşayan kitleler suskunluk duvarını yıkmaya başlamışlardı.
Başından itibaren Esed silahlı teröristlerle savaştığını söyledi. Oysa bu sadece sivillere yönelik katliamlarını meşrulaştırmaya yönelik basit bir yalandı. Sokaklarda göstericileri ateşli silahlarla durdurmanın mümkün olmadığını gördüğü anda rejim şehirleri vurmaya başladı. İnsanlar vahşice dövülüyor ve toplama kamplarına tıkılıyorlardı. Ki buralarda işkencenin haddi hesabı yoktu. Kadınlara kocalarının, babalarının önünde tecavüz ediliyor, insanlar korkunç zulümlere maruz bırakılıyordu.
3 Haziran günü Cuma namazından çıkan göstericilerin üzerine ağır silahlarla techiz edilmiş 3 askeri kamyondan açılan ateş sonucu 70’den fazla kişi katledildi. Oysa bu sırada ön saflarda silah taşımadıklarını göstermek için ellerini havaya kaldırmış insanlar barış manasına gelen “sılmiyye sılmiyye” diye haykırmakta ve birbiri ardına yere düşmekteydiler. Esed tanklara şehri kuşatma ve tüm protestocuları etkisiz hale getirme talimatı vermişti.
22 Temmuz’da Hama’nın muhtelif bölgelerinden gelen yaklaşık 500 bin insan rejimin değişmesi talebiyle el-Assi meydanına toplandığında tanklar şehrin etrafını kuşatmıştı.
9 gün sonra saldırı emri verildi ve tanklar ve silahlı güçlerin halkın üzerine yürümesi üzerine ‘Ramazan katliamı’ adıyla anılan olay meydana geldi. İnsanlar tankların ateşine ellerinde taşlarla çaresizce karşı durmaya çalışıyorlardı.
2 Ağustos’ta kuşatmanın ikinci gününde şu meşhur Facebook mesajı yayınlandı:
“Hama şehrinin özgür bir insanından çağrıdır;
Oturduğumuz yerden top seslerini duyuyor ve evimizin sarsılan tavanından acaba bir top mermisinin ne zaman içeri gireceği korkusunu yaşıyoruz.
7 yaşındaki kızım korku içinde bana sarılmış ve kendisini korumam için bir şeyler yapmamı bekler halde.
Hanımıma bakıyor ve bir yandan da aklımdan eğer evimizi yıkarlarsa ona neler yapabileceklerini kara kara düşünüyorum.
Acaba oğlum ve kızımın gözleri önünde beni öldürdüklerinde çocuklarım kendilerini koruyamadığımı düşünüp bana kızacaklar mıdır?
Aklımdan bir silah edinip evimi korumaya çalışma fikri geçiyor. Bir yandan da acaba gaz vanasını bir silah gibi kullanıp eşimi canlı ele geçirmelerini engelleyebilir miyim diye düşünüyorum.
Hayatta en korkunç şey bu olmalı, masumsunuz, masum olduğunuzu biliyorsunuz ve korkuyorsunuz.
En korkunç şey hiçbir şey yapamadan beklemek olmalı!
Tüm insanlara sesleniyorum, siz olsaydınız ne yapardınız? Sizin kızınız, eşiniz aynı durumda olsaydı?
Yoksa yeryüzünde Hama’dan yükselttiğimiz bu çığlığı duyabilecek kimse kalmadı mı?
Bunlar bir yazarın deneme satırları ya da şiirsel duyguları değil, bunlar gerçeğin ta kendisi!”
ORİENT-NEWS’TEN TÜRKÇEYE: HASAN SOYLU / HAKSÖZ-HABER