Hafız Esed, 1930 yılında, Nusayri bir babanın oğlu olarak Lazkiye şehrinin Kardaha kasabasında doğdu. Nusayriler, hayatın her alanında dışlanan azınlık bir grup idi o yıllar. Sünnî egemen bir coğrafyanın içerisinde bulunan Nusayriler, ordu içinde nüfuzlarını artırarak zaman içinde Baas Partisi’nde ve devlet yönetiminde güçlü pozisyonlara geldiler. Sünnî dünya, bambaşka hülyalarda idi o vakitler. Sünnî bloku yönetmede sıkıntı yaşayacağının farkında olan Esed, Said Ramazan el-Buti gibi Sünnî alimleri yakınında tutarak toplumsal tabanla olan ilişkisini sıcak tuttu. Hacca giden, namazda ellerini yana salmayıp göbeğinde birleştiren, dini motifleri sık sık hayatına tadımlık ve siyaseten serpiştiren Esed, dindar bir devlet başkanı profilini sergilemekle birlikte Şii dünyasıyla da arasını sıcak tuttu. İnançta Şiiliğe, pratikte Sünnîliğe yakın bir algı oluşturarak iktidarını sürdürdü. Esed’in çift taraflı siyaseti, dini araçsallaştırması karşısında en büyük engel olarak Müslüman Kardeşler hareketi yer alıyordu.
16 Haziran 1979’da Halep Topçu Okulu’na düzenlenen saldırıda çoğu Nusayri olan 83 askeri öğrencinin öldürülmesi olayı olur olmaz, rejim, Müslüman Kardeşler’i olayın faili olarak damgalayıp tutuklama furyasını başlattı. Binlerce İhvan mensubu tutuklandı. Bir yıl sonra da yine bir Haziran ayında, Hafız Esed’e suikast girişimi yapıldığı bahanesiyle binden fazla İhvan üyesi, hapishanelerde katledildi ve sonrasında Suriye’de Sünnîliğin merkezi, Hama şehri hedef haline geldi.
İhvan üyelerine karşı yapılan saldırılar sonrası Sünnî Müslümanlar hareketlendi. Esed rejimine yönelik çeşitli saldırılar gerçekleşti. Zalim Hâfız Esed rejimine karşı başkaldıran Hamalı Müslümanlara, Baas rejimi oldukça sert bir yanıt verdi. Tıpkı bugün işgalci İsrail’in yaptığı tarzda yoğun bombardımanlarla tanklara şehir içinde geçecekleri koridorlar açıldı. Binalar tanklar tarafından dümdüz edildi. Zalim rejim, binalarda saklanan direnişçileri kimyasal gazlar dahil tüm yöntemleri kullanarak katletti. Haftalar boyunca süren topçu atışlarından sonra birlikler şehre girip insan avına başladılar. 2 Şubat 1982, Suriye’nin Hama şehrinde yaşanan soykırımın başladığı gün olarak tarihe geçti. 42. Yılını içinde bulunduğumuz bu günlerde andığımız bu soykırım, hâlâ tazeliğini ve sıcaklığını korumaktadır.
On binlerce insan bombardımanlarda ve ordunun kara saldırılarında şehit oldu. Tam sayı hiçbir zaman öğrenilemedi. Şubat ayı boyunca 13 yaşından büyük sağ kalan neredeyse tüm erkekler tutuklandı ve çoğundan bir daha haber alınamadı. 20 binden fazla kişinin kayıp olduğu bir süreç yaşandı. Humus’ta bulunan Palmira Hapishanesine götürülen insanların büyük kısmı işkence altında can verdi. Şehrin farklı noktalarında yığınlar halinde bir araya getirilmiş ceset grupları, yaşananların korkunçluğunu gösteriyordu. Onlarca noktada sayısız ceset kepçelerle taşınmıştı. Zeyd Bin Sabit Camii’nde namaz kılan Müslümanlar toplu olarak katledildikten sonra cenazeler ateşe verilmişti. Şubat ayının sonuna kadar süren katliamlarda 88 cami ve 3 kilise yok edilmişti bile.
Almanya’nın Dresden şehrinde bir zamanlar ABD ve İngiliz kuvvetlerinin eliyle on binlerce kişi yok edildi. Bugün Gazze'de olanların benzeri yaşandı. Birkaç gün içinde binlerce ton bombanın atıldığı Dresden şehrinde yaşanan soykırım, hem hafızalardan, hem de tarihten silinmeye çalışıldı. Hama’da yaşananlar tam unutturuluyordu ki, o gün sağ kalan çocuklar büyüyüp direnişi tekrar harladılar ve yüz binlerce kayba rağmen zalim rejime karşı direndiler.
Suriye’de Nusayri azınlığın ülkeyi ele geçirmesiyle birlikte Sünnî kitleye yaptığı soykırım ile Filistin’de Yahudi azınlığın işgal sonrası Sünnî Müslümanlara uyguladığı soykırım içerik, biçim ve yöntem olarak ciddi benzerlikler taşımaktadır. Esed, kendisine engel olarak gördüğü Müslüman Kardeşler üzerinden tüm şehri yok ederken, işgalci İsrail de aynı hareket bahanesiyle Gazze’yi yerle bir etmiştir. Bugün birbirinin zıddı gibi görünen oğul Esed ile Netenyahu arasında fark yoktur; her ikisi de binlerce Filistinlinin katilidir. Suriye’de, Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da milyonlarca Sünnî Müslüman, sistematik olarak öldürülmüş ve pek çok noktada küresel aktörelerle, emperyalistlerle daha uyumlu hareket eden Şii kitlelerin bölgelere akışının önü açılmıştır. “Şii Hilali” olarak İran’ın başarısı olarak pazarlanan algı, emperyal ülkelerin Müslümanları yarma harekâtı olarak başladı ve İran’ın gönüllü piyonluğu ile başarıya ulaşmış görünüyor.
Gazze’de yaşanan soykırıma, Filistin için sokakları aylardır dolduran milyonlarca Avrupalının yaşadığı değişimin bölgesel ve küresel sonuçları olacağı gibi Sünnî liderlerin de yaşanan sürece bigâne kalmasının elbette hem dünyada hem de ahirette sonuçları olacaktır.