Selahaddin E. Çakırgil, darbe kalkışmasını değerlendiriyor:
İki gündür Düzce dağlarındaki bir toplantıda idim. 15 Temmuz Cuma akşamı geç geldim ve 22.30 civarında, Ankara’dan kızım telefon etti, ‘Baba, Ankara’da bir şeyler oluyor, savaş uçakları, korkunç patlamalar! Bir tatbikata da benzemiyor.’ diye bir şeyler söyleyince... Hemen internet’e baktım. ‘Boğaz köprülerinin, havaalanlarının askerlerce kapatıldığı’ bildiriliyordu.
Biraz sonra da, NTV gibi etkin bazı TV kanalları, TSK adına, Genelkurmay’ın internet sitesinden yayınlanan bir bildiriyi, korsan bir bildiri olduğuna değinilmeden, duyurmaya başladı. Biraz sonra, TRT’den bir hanıma zorla okutulduğu anlaşılan bildiri ise, ‘ülke yönetimine ordu tarafından el konulduğu, Sıkıyönetim ilan edildiği, sokağa çıkma yasağı konulduğu’ vs. açıklanıyordu.
Bu çağrıya en mânâlı karşılık, gece yarısından sonra, yüzbinlerin sokaklara akması şeklinde oldu. Nitekim sabaha kadar, Fatih’te, İstanbul Emniyet Müdürlüğü etrafındaki onbinler arasındaydım. Tayyib Erdoğan’ın âkıbeti ise bilinmiyordu. Ama o, ‘Biz kefenimizi giyerek çıktık bu yola...’ sözleriyle halkının arasında gözükünce... Artık, halk daha bir tutulamaz güce dönüşüyordu.
Sabaha kadar, minarelerden yükselen salâlar ile savaş uçaklarının çıkardığı sesler birbirine karışıyor ve bu durum halkımızı korkutmak yerine, daha bir kararlı hale getiriyordu.
(...)