Seçim sonuçları bazı kesimlerde ciddi bir bunalıma yol açmış gibi görünüyor. “Halka güveneceksin kardeşim!”
Seçim sonuçları bazı kesimlerde ciddi bir bunalıma yol açmış gibi görünüyor. “Halka güveneceksin kardeşim!” başlıklı dünkü yazımdan sonra, kendisini solda tanımlayanların bir kesiminin düşünce sistemlerinin nasıl çalıştığını bir kez daha gözlemleme fırsatı buldum.
“Bu halka mı güveneceğim” diye giriyorlar topa. “1982 yılında cunta anayasası oylanırken de bunları söylemiş miydiniz?” diye sorarak tepkilerini sürdürüyorlar. Çeşitli argümanlar ve örnekler üzerinden söylediklerimi çürütmeye çalışıyorlar. Ama ana mesele hep şunun etrafında dönüyor: “Bu cahil halkın tercihlerine mi güveneceğiz?”
***
‘Hayır’ cıların kimyası bozulmuş gibi görünüyor. Öfkeli bir tepkisellik içindeler. Kendileri gibi düşünmeyenleri, kendileri gibi hareket etmeyenleri ellerine geçirseler yer ile yeksan edecekmişçesine bir kontrolsüzlük görüntüsü veriyorlar.
Solculuğu büyüklerimiz bize, ezilenlerin, dışlananların, sömürülenlerin, alttakilerin haklarının savunulması şeklinde öğretmişlerdi. Bizler de onların haklarını alabilmeleri için sosyalist bir düzen kurulması gerektiğine inanmıştık.
‘Halkı bilinçlendirecek’tik ve onlara ‘kendi gerçeklerini öğretecektik.’ Tabii bunu hiçbir zaman tam anlamıyla başaramadık. Halkın frekanslarıyla, bizim frekanslarımız arasında hiçbir zaman doğru dürüst bir uyum oluşmadı. Bu gerçeği birçoğumuz sadece seçim dönemlerinde hatırlasak da,bu gerçeklik tüm derinliğiyle hep var oldu ve var olmayı sürdürüyor.
Devletle solcular arasındaki çelişme ve çatışmalarda, ‘halkımız’ hiçbir zaman bizim düşündüğümüz yerde durmadı. Neden halkın hiçbir zaman solcuların istediği yönde hareket etmediğini tam olarak açıklayabilen bir ‘sol teori’ de, hâlâ üretilebilmiş değil.
Suçu halkın üzerine atarak kendimizi temize çıkarmayı ve anlamadığımız şeylerin üzerini örtmeyi tercih ettik çoğunlukla. Zaten biz solculuğa başladığımızda büyüklerimiz bizi uyarmışlardı: “Siz bunlar için kendinizi feda ediyorsunuz, onlar ise bunun değerini bilmiyorlar. Boşuna kendinizi helak ediyorsunuz.”
***
İslamcıların, milliyetçilerin, sağcıların; solculara kıyasla halka daha yakın bir yerde durdukları gerçeğini hâlâ içine sindiremeyen, bu gerçeğe gözlerini kapamayı tercih edenler, hâlâ solun büyük bir bölümünü oluşturuyorlar. Onlar, toplumun geniş kesimleriyle birlikte hareket etmeyi, eskiden de bizden daha başarılı gerçekleştirebiliyorlardı, şimdi ise bu daha da belirgin hale geldi. Hep kendimize göre bahaneler ürettik. “Toplumun geri ideolojisini değiştirmek gibi bir dertleri olmadığı için varolan durumla birleşerek, geri düşünce sisteminin parçası haline geliyorlar” gibi söylemlere sığındık.
Belki bir yönüyle doğru olan bu saptama, solculuğun temel bir zaafının gizlenmesine de hizmet ediyor: “Halka bilinç dışarıdan götürülür, bunu da öncü parti yapar” fikriyatı, solculuğun amentülerinden birisidir. Kapsamlı şekilde sorgulanması gereken bir amentü bu. Sen kimsin ki, hangi bilinci götüreceksin?
Cumhuriyet kurulurken de, Sovyetler Birliği kurulurken de egemen anlayış buydu... ‘Geri halk’, ‘ileri solcular’ tarafından aydınlatılacaktı. Kurucu partiler bu amaçla ‘kitleleri’ harekete geçirdiler. Bir modernleşme seferberliği yürütüldü. Tek parti yönetimi hüküm sürdüğü için, ‘kitlelerin’ ne dediği, bu ‘bilinçlendirme seferberliği’nin ne gibi sonuçlar verdiği gibi konuların üzerinde pek durulmadı.
Cumhuriyet çok partili sisteme geçince, halkın hiç de onların istediği gibi ‘bilinçlenmediği’ ortaya çıktı. Halk, kurucu partiyi değil, onun rakiplerini, onu eleştiren partileri tercih etti. Aynı dramatik durum, sosyalist blokta da yaşandı. Halk, beklenenin tersine kilisesine, camisine yeniden dönüverdi.
***
Halka güvenmezseniz, halkın sizin dediğiniz gibi hareket etmediği gerçeğiyle her defasında karşı karşıya kalırsanız ve buna rağmen mutlaka ülkenin yönetiminde söz sahibi olmak isterseniz ne yaparsınız? Halkın siyasi tercihlerini bloke eder, sizin düşündüğünüz düzeni devam ettirecek demokrasi dışı kurumlaşmaların takipçisi olursunuz. Zekânızı ve bilginizi, halka hizmetine değil halkın tercihlerini bloke etmenin tekniklerini geliştirme yönünde kullanırsınız.
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 darbe ve müdahalelerine işte bu ‘güvensizlik’ damgasını vurdu. Halkın tercihleri silahlı güçler, yargısal güçler tarafından berhava edildi.
***
Türkiye ekonomisi büyüyen, küresel dünyadaki etkisi artan, özellikle de Avrupa ile çok güçlü ilişkiler içinde olan, dünyanın ‘görmezlikten gelme’ gibi bir şansının/lüksünün olmadığı bir ülke. Böyle bir ülkenin evrensel demokrasi standartlarına yönelik hareketi, bu noktadan sonra hiçbir güç tarafından engellenemez.
Halkın son derece gerçekçi, pragmatik ve kendi ihtiyaçlarından yana kararlar verdiğini her seferinde yeniden görüyoruz. Halk kendisine en çok değişim vaat eden ve kendi istediği yönde değişim vaat eden seçenekleri tercih etmek konusunda son derece ısrarcı ve tutarlı bir çizgi izliyor. Halk, darbeci rejimin kurumlarının tasfiyesi yönünde, kısmen içgüdüsel, kısmen bilinçli şekilde de olsa, son derece net bir tutum sergiliyor.
***
Solcuların halka güvenmeyen kesimleri, her geçen gün daha da çaresiz bir görünüm veriyor. Rehabilitasyon ihtiyacı artıyor. Ama rehabilitasyonun tamamen yeni yöntemlerle, yeni ilaçlarla, yeni metotlarla gerçekleşmesi şart... Referandum sürecinde laikler arasında, halka güvenen ve güvenmeyen solcular arasında gerçekleşen bölünmeyi oldukça sağlıklı görüyorum.
Halk ve solcular arasındaki ilişkiyi yeni kavramlarla, yeni söylemlerle, klişeleşmiş ‘yeni bir sol’ tartışmalarının ötesine geçen gerçek bir yenilikçilik zemini üzerinde en baştan tartışmanın aciliyeti artıyor. Mesela şu sorudan başlanabilir: Değişime, dönüşüme bu kadar uzak, bu kadar durağan bir topluluk neden kendisini hâlâ sol içi de tanımlamaya devam ediyor.
Soru çok...
RADİKAL