“Biz halkız. Bize sormadan bir şey yapamazsınız” diyorlardı.
Soruldu kendilerine: “Siz gerçekten halkın tamamı mısınız? Yoksa bir kısmı mı?”
Dediler ki, “Burda her görüşten insan var. Biz halkız.”
Yeşilköy’de, Adana’da, Mersin’de, Ankara’da toplanan yüz binler gösterdi: “Taksim’dekiler, halkın tamamı değildir..”
Başbakan açıkladı: “Ne yapılacağını, halka sorabiliriz. Referandum yapalım.”
Yani teklif şu: “Taksim’dekine de, Yeşilköy’de toplananlara da, birlikte soralım..”
Herkesin bu karara şapka çıkarması lazımdı..
Ama “Biz halkız. Bizi dinlemek zorundasınız” diyenler, hemen o dakikada vazcaydılar..
“Referandum da ne imiş? Biz referandum falan istemiyoruz” dediler..
O zaman soralım bu “halkız” deyip, referandumdan korkanlara: “Ne oldu, sahtekârlığınızın ortaya çıkmasından mı korktunuz?”
•
Uyanık olanları hemen bir mazeret de bulmuş: “Ağaç kesilmesinin referandumu olmaz.”
Bunu söyleyen ahlâksızlara hatırlatalım: “Acarkent’te halka sormadan oluyor. Beykoz Konakları’nda oluyor. Koç Üniversitesi’nde oluyor da... Taksim’de mi olmuyor?”
Kaldı ki, “Ağaç kesimi” değil, “Ağacın kökü ile sökülüp, bir başka yere dikilmesi” var..
Oysa Acarkent’te, Beykoz Konakları’nda, Koç Üniversitesi’de “söküm” değil, “kesim” vardı..
Dürüst ise “Gezi Parkı” taraftarları...
Haydi hep birlikte, Acarkent’in önüne.. Beykoz Konakları’nın önüne... Koç Üniversitesi’nin önüne...
Yok musunuz?
O zaman bu çifte standartlı tavra, “sahtekârlık” denir.
Hiç kusura bakmayın!
•
“Avukatlar polis tarafından gözaltına alınamazlar, karakola götürülemezler”miş!
Böyle diyor, Barolar Birliği Başkanı, aynı zamanda Ceza Hukukçusu olan Metin Feyzioğlu. Böyle diyor, yine Ceza Hukukçusu olan İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal.
Böyle diyor, Ceza Hukuku Profesörü Ersan Şen...
Hatırlatayım, üç hukukçu da (!) milletvekili dokunulmazlıklarında, kıyametleri kopartan isimler..
Milletvekili dokunulmazlığının kabul edilemez olduğunu iddia eden hukukçular!
Şimdi geldiler, avukatlara bile “dokunulamaz” diyorlar..
Ayıptır beyler..
Halkla bu kadar dalga geçilmez..
Anayasa gereği “dokunulmaz olanlar”ın dokunulmazlığını kaldırmak için uğraş verirken..
Dokunulmaz olmayanlara, kendi kafanızdan “dokunulmazlık” nasıl ihdas edebilirsiniz?
Birazcık dahi, “tutarlı olma hassasiyeti” yok mu sizde?
•
“Avukatlara dokunulamaz” diyen Ersan Şen, gerekçesini şöyle açıklıyor:
“Adliye binasında bulunan avukatın görevini yaptığı, en azından görevi sırasında ve görevi sebebiyle orada bulunduğu tartışmasızdır.”
Aklı sıra, avukatların adliye içinde slogan atmasını, “görev suçu” kapsamına alacak, ve dolayısıyla Adalet Bakanlığı’ndan izin alınması gerektiğini söyleyecek, profesörümüz...
O zaman soralım, bizi şenlendiren profesöre: “İstanbul Barosu’na üye olan avukat Alparslan Arslan da, Danıştay’da 2. Daire üyesi hâkimi öldürürken, ‘görevi sırasında ve görevi sebebiyle orada bulunduğu tartışmasız’ mıydı?”
Güldürmeyin beyler kendinizi, güldürmeyin. Türkiye o kadar zengin örnekleri, an be an yaşıyor ki, iddialarınız hemencecik, bir başka örnek olayda iflas ediyor..
Alparslan Arslan da avukattı.
O da mahkemede idi.
O da suç işliyordu...
Ama kimse, “Arslan görevini yapıyordu, görevi başında idi” demedi...
Diyemedi...
Diyemezdi...
Şimdi Çağlayan Adliyesi’ndeki slogan atan avukatlara, nasıl “görevi başında” diyebiliyorsunuz?
Avukatların görevi, “slogan atmak” mıdır?
Veya, slogan atan avukatlar, “görevleri başında” mıydı?
Görev; ya duruşmada olur ya da şüpheli emniyet/savcıda ifade verirken olur..
Ortada sanıklar yok..
Avukatlar adliyede toplanmış slogan atıyorlar..
Üstelik çoğunun da, “Ben şu kişinin avukatıyım” diye göstereceği bir şüpheli ortada yok.
Sırf molotofçu teröristlere gönüldaşlıklarını ispatlamak için slogan atıyorlar... Bu da; “avukatlık görevinin ifası oluyor”muş!
Geçti beyler Bor’un pazarı...
Sürün eşeğinizi Niğde’ye!
İsminizin başında Prof. unvanı olduğu için, herkesin ağzı açık sizi dinlediği günler çoktan geçti...
Tokat mı atarsınız kendinize, çimdik mi...
Uyanın artık...
YENİ AKİT