İsmail Numan Telci / Star Açık Görüş
Suriye iç savaşının en ağır yıkımlarından birisine şahit olan Halep şehri, geçtiğimiz hafta dünya kamuoyunun gündemindeydi. Muhaliflerin elinde kalan son bölgelerin tamamen Esed güçlerince kuşatılmasının ardından bölgede yaşayan 100 binden fazla sivilin büyük bir katliama maruz kalacağına dair işaretlerin kesinleşmesiyle birlikte başta Türkiye olmak üzere birçok ülkede kamuoyları seslerini yükselterek olası bir katliamın engellenmesi çağrısı yaptı. Nitekim kuşatmanın öncesinde Rus hava kuvvetlerinin sivillerin yaşadığı bölgeleri ağır bombardımana tutması ve İran destekli Suriye kara güçlerinin sivil halka yönelik acımasız uygulamaları, bölgede daha büyük bir katliamın olması endişesini doğurmuştu.
Halep’teki insani durumun giderek kötüleşmesi ve rejim güçlerinin sivillere yönelik saldırılarını hızlandırmasının ardından Türkiye’de aktivistler İran ve Rusya’nın İstanbul ve Ankara’daki diplomatik temsilcilikleri önünde büyük kalabalıklarla gösteriler düzenleyerek ateşkes çağrısında bulundu. Aynı zamanda Bosna Hersek, Almanya, ABD ve Fransa gibi ülkelerde de Suriye, Rusya ve İran’a tepki gösterileri düzenlendi. İHH İnsani Yardım Vakfı düzenlediği “Halep’e Yol Açın” konvoyu ile Türkiye’nin dört bir yanından aktivistleri Suriye sınırına getirerek hem Suriye’den Türkiye’ye geçenlere yardım ulaştırdı hem de dünya kamuoyunun dikkatini bölgede yaşanan son gelişmelere çekti.
Erdoğan koridoru
Bu süreçte şüphesiz en dikkat çekici rolü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan oynamıştır. Özellikle Rusya nezdinde yaptığı girişimlerle ateşkesin sağlanması ve bölgede yaşayan sivillerin muhaliflerin elindeki bölgelere geçişi “Erdoğan koridoru” olarak isimlendirilen bu girişim sayesinde mümkün olabildi. Sivilleri taşıyan otobüslere İranlı kara unsurları tarafından ateş açılmasına karşı da tepkisini dile getiren Türkiye’nin çağrıları üzere Rusya, tam bir teminat vererek sivillerin geçişinin güvenli bir biçimde yapılmasında önemli rol oynadı. Nitekim ateşkesin tam olarak devreye girmesini izleyen saatler içerisinde binlerce Halepli sivil, bölgeden kurtarılarak muhaliflerin kontrolündeki kesimlere geçti.
Halep’in şehir merkezinin rejim güçlerinin eline geçmesiyle ilgili en büyük endişe burada yaşayan sivillere yönelik bir katliam gerçekleştirilmesi ihtimaliydi. Türkiye’nin çabaları bu yönde bir yıkımın gerçekleşmesini engelledi. Ancak başta ABD olmak üzere uluslararası kamuoyunun tepkisizliği nedeniyle Rusya ve İran destekli Esed rejimi Halep’i ele geçirme sürecinde son bir ay içinde binden fazla sivilin ölümüne neden oldu.
Gelinen noktada Halep şehir merkezi büyük oranda rejim kontrolüne geçerken, kırsal kesimlerde ve İdlib şehrinde muhaliflerin kontrolü devam etmektedir. Dolayısıyla Halep’te gerçekleşen bu el değiştirme durumunun savaşta tarafların pozisyonlarını nasıl etkileyeceği ve sahada elde edilen kazanımlar anlamında nasıl bir etkisinin olacağı halen belirsizliğini korumaktadır.
Halep neden düştü?
Halep’in düşüşünün uzun bir sürece yayıldığı göz önünde bulundurulduğunda rejimin beklediğinden daha sert bir direnişle karşı karşıya kaldığı söylenebilir. Fakat özellikle son aylarda Esed rejiminin hızlandırdığı Halep operasyonu olayın seyrini değiştirmiştir. Bu noktada Halep’in neden düştüğünü açıklayan birkaç unsurdan bahsedilebilir. Bunlar arasında rejimle ilgili olanlar Rusya’nın özellikle hava saldırılarıyla hem muhalif güçleri hem de sivilleri hedef alması, İranlı milislerin kara harekatına destek olması ve en önemlisi Halep’in ele geçirilmesinin psikolojik bir kazanım olacağının farkında olan Esed rejiminin tüm gücüyle taarruza geçmesi gösterilebilir.
Öte yandan muhaliflerin son dönemdeki bölünmüş yapısı da rejimin Halep’te hızlı ilerlemesinde önemli rol oynamıştır. Bu bölünmüş yapı büyük oranda İslamcı gruplar ve Özgür Suriye Ordusu’na bağlı kesimler arasında belirgin bir şekilde hissedilmiştir. Hatta Suriye’nin kuşatma altındaki kesiminde savaşan ÖSO’ya bağlı gruplar arasında bile zaman zaman koordinasyon eksiklikleri yaşanmaktaydı. Bunun yanında bu grupların dış destekçilerinin de tam bir koordinasyon içerisinde olamaması sahada belirsizliklerin artmasına ve cephede kayıpların yaşanmasına neden olmuştur. Dolayısıyla Halep’in düşmesiyle ilgili muhalifler bağlamında söylenebilecek en önemli neden bu bölünmüş yapının mevcudiyeti olarak gösterilebilir.
Bununla birlikte belki daha az dikkat çeken ancak diğer unsurlar kadar önemli olan bir başka neden de muhaliflere destek veren ülkelerin son dönemde yardım konusunda beklenen performansı göstermemeleridir. Türkiye’de yaşanan darbe girişiminin etkilerini halen hissettirmesi Ankara’nın Suriye’deki ılımlı muhaliflere yardımları ulaştırmasındaki etkinliğini azaltmıştır. Bununla birlikte Suudi Arabistan’ın dış politika önceliklerinde Suriye’nin konumu da Yemen’deki Kararlılık Fırtınası operasyonundan sonra değişmiş gözükmektedir. Önceki dönemlerde Suriye, Suudi Arabistan’ın İran’la mücadelesinde “tek ve en önemli cephe” olarak görülürken, artık Yemen’le birlikte ikinci bir cephe olarak ele alınmaktadır. Bu yeni durum Riyad’ın Suriye’deki muhaliflere olan desteğini etkilemiştir.
Esed’in kapasite sıkıntısı
Muhalifler cephesinde bir destek sorunu mevcutken Esed rejimi benzer bir sıkıntıyı yaşamamaktadır. Rusya ve İran’ın desteğinin devam edeceğinden emin olan Esed, Halep’ten sonra muhaliflerin elindeki diğer kesimleri hedef almaya devam edecektir. Ancak bunun kısa bir zaman diliminde gerçekleşeceğini düşünmek gerçekçi değildir. Nitekim hem kış aylarının hava ve kara operasyonlarında lojistik zorluklar çıkarması hem de rejimin insan kaynağı açısından yeterli kapasiteye sahip olamaması Esed’in aynı anda ya da kısa aralıklarla operasyonlar gerçekleştirmesini engellemektedir.
Bu durum son günlerde daha açık biçimde kendisini göstermiştir. Halep’teki operasyonlarını yoğunlaştıran Esed rejimi, bir taraftan da Palmira bölgesini DEAŞ’a yeniden kaptırmıştır. Bunda olumsuz hava koşullarından dolayı hava kuvvetlerinin operasyonları gerçekleştirememesi de etkili olmuştur. Palmira’nın bu şekilde kaybedilmesi rejimin kara kuvvetleri anlamında gücünün ne kadar zayıfladığı göstermekte, ayrıca hava desteği olmadan da ciddi bir ilerleme gerçekleştiremeyeceğini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda Esed rejiminin Irak’takine benzer bir karar alarak kara kuvvetlerini güçlendirmeyi planladığı ifade edilmektedir. Buna göre Şii milislerin Suriye ordusunun bir parçası olarak sayılmasına olanak verecek bir kanunun hazırlandığı iddiaları dillendirilmektedir. Bu yönde bir kararın İran’ın Suriye’deki varlığını kurumsal bir boyuta taşıyacağı, bunun da Suriye iç savaşındaki dengeleri önemli ölçüde etkileyebileceği söylenebilir.
Hedef İdlib mi?
Kara gücü anlamında kapasitesini artıran ve Rusya’nın hava desteğini devam ettiren Esed rejiminin öncelikli hedeflerinden birisinin İdlib olacağı düşünülebilir. Hatta İdlib’e yapılacak saldırının Halep’ten çok daha ağır olabileceği de dillendirilmektedir. Nitekim her ne kadar ılımlı muhalifler mevcut olsa da bu şehirdeki muhalif grupların El-Kaide gibi aşırıcı örgütlerle anılması, burada yapılacak operasyonlara uluslararası kamuoyunun da göz yumacağını düşündürebilir. Bu yönde kapsamlı bir operasyonun siviller açısından da ciddi sonuçlarının olacağı ve can kayıplarının önemli boyutlara ulaşabileceği endişesi de dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Ancak İdlib operasyonunu rejim açısından güçleştirecek unsurlar da mevcuttur. Bunlar arasında en önemlisi İdlib’in Halep gibi kuşatılmaya uygun olmayan bir coğrafi konumda olmasıdır. İdlib’in doğrudan Türkiye’ye sınırının olması, muhaliflerin lojistik destek anlamında daha rahat bir konumda olmalarını sağlayacaktır. Bununla birlikte İdlib’e yönelik bir operasyonun gerçekleşmesi durumunda bölgede bulunan muhalif grupların birleşmesi konusunda bir uzlaşının sağlanması Esed rejiminin ve destekçilerinin İdlib’i ele geçirmede işlerini hayli zorlaştıracaktır.
Suriye devriminin geleceği
Önümüzdeki dönemde Rusya’nın hava desteğini alan Esed rejiminin İranlı Şii milislerin de yardımıyla şehir savaşlarında yeni kazanımlar elde edebileceği beklenebilir. Ancak bu yönde gelişmelerin Suriye’deki savaşın son bulmasına etkisinin olup olmayacağı tartışmalıdır. Nitekim muhaliflerin şehir savaşlarında mevzi kaybetmesi, devrim hareketinin son bulmasına değil, stratejisini değiştirmesine yol açacaktır. Bu anlamda akla gelen ilk stratejilerden birisi ise gerilla savaşıdır.
Ancak bu yönde bir gelişmenin hayata geçmesi için sahadaki şartların muhalifleri böyle bir strateji değişikliğine zorlaması gerekmektedir. Rejim karşısında tüm mevzilerini kaybetmesi durumunda muhaliflerin bu yönde bir değişikliğe gidebilecekleri tahmin edilebilir. Öte yandan Rusya ve İran gibi dış aktörlerin Suriye’deki iç savaşa müdahil olmaya devam etmeleri muhalifler için gelecek dönemin çok daha zor şartları beraberinde getireceğini de göstermektedir. Dolayısıyla Suriye’deki devrim sürecinin geleceği de dış aktörlerin müdahalesinin yoğunluğuna ve çerçevesine bağlı olacaktır.