Suriyeli muhacirlerin geçmişten getirdikleri yükleri, halet-i ruhiyeleri, ailevi sorumlulukları düşünülmeden güncel politik atmosfere meze yapılmaları çok acı bir durum. Kimi siyasetçilerin çoluğuyla çocuğuyla milyonlarca insanı, çöp poşeti gibi kapının önüne koyma vaatleriyle oy devşirmesi de sonraki yıllarda utanç içinde hatırlanacak. 11. yılını geride bırakan Suriye direnişi her yönüyle okunmayı, izlenmeyi ve anlatılmayı hak ediyor. Geçtiğimiz yüz yılı içe bükülmeyle geçiren, Kafkasya’dan Balkanlar’a kadar iç göçlerle burgu burgu daralan Osmanlı bakiyesi ve Anadolu insanı, kardeşlerimizle empati kurmayı unutuyor mu yoksa?
Havanın iyice karardığı ülkemizde halden anlamayı, durup düşünmeyi, merhameti ve insafı içtenlikle ile harmanlayan For Sama (Sema İçin) adlı belgeseli izlemek hepimize iyi gelecektir. Çekimlerini gazeteci Waad el-Kateab’in yaptığı belgesel, Suriye direnişinin en önemli kalesi Halep’in düşüşüne kadar olan son 5 yılık süreci anlatıyor. Rutin gündelik kayıtlar bir araya gelince Halep halkının yaşadıklarına kayıtsız kalmak mümkün olmuyor. Bu bağlamda For Sama, önemli bir boşluğu dolduruyor. Britanya Bağımsız Film ödülü, 48. Uluslar arası Emmy Ödülü, Peabody ve BAFTA En İyi Belgesel Ödülü gibi pek çok takdire değer görülen yapım, uluslararası arenada görünür olmayı da başarıyor.
Waad el-Kateab, yaşadığı süreci bir vasiyet gibi kaydediyor; sürecin sonunda sağ çıkıp çıkmayacaklarının belli olmadığı bir atmosferde yaşıyorlar çünkü. Varil bombaları, roketler, klor gazı saldırıları ve keskin nişancı ateşleriyle çevrili Halep’te her gün ölümün soğuk yüzüyle karşılaşıyorlar. Üniversite için Halep’e gelen Waad, direniş başlayınca Özgür Halep saflarında mücadeleye başlıyor. Aslında seküler bir karakter O. Tüm geçmişi, Esed ailesinin zulümlerine maruz kalan bir ailenin üyesi olması, devrimciler arasında yer almasına yetiyor. Dindarında sekülerine Suriye halkının tüm katmanları zulüm karşısında birleşiyor. Waad hanım ilerleyen süreçte arkadaşı Doktor Hamza el-Kateab ile evleniyor. Birlikte hastanede yaşıyorlar. Hem direniş içerisinde sivil olarak mücadele edip hem de kurdukları hastane ile halkın yaralarını sarıyorlar. Bir kızları oluyor, Sema. Anne olduktan sonra hayata, Halep’e bakışı değişiyor Waad hanımın. Hastanenin, can pazarının ortasında çocuklarını büyütmeye çalışan, birbirine sevgiyle bağlı bir çiftin mücadelesine tanık oluyoruz. Tüm bu ölümcül bir heyulada yaşayan bir annenin kızına mektupları gibi de okunabilir For Sama. Sema kucakta beklerken acilin orta yerinde Sema’nın akranı bir bebeğin cesedini görüyoruz; minicik elleri ve ayakları defin için bağlanmış. O koridordan acılar, çığlıklar, mucizevi hayata dönüşler yansıyor bize doğru.
Tüm belgesel boyunca umut kadar aşk kadar kan da bize eşlik ediyor. Her yeri kaplayan, her şeye bulaşan ve bir türlü çıkmayan kan her yerde. Ölüm, ölümlere ulanıyor. Enkazlar, toz duman ortalık içinde kalanlarla örülü her yer. Sadece insanları hayatta görmek için, hayatın olağan akışını seyretmek için dışarı çıkıyor Waad Hanım. Çünkü Halep’te normal bir hayat sürmek ve hatta bunu denemek bile rejime karşı çıkmak anlamına geliyor. Gülümsediğiniz, şakalaştığınız, kurtlu pirinçten tiksinmeyip öğününüzü geçirdiğiniz, çocuklarınızla oyun oynadığınız, eşinize muhabbetinizi izhar ettiğiniz vakit rejimle de mücadele etmiş oluyorsunuz.
Kuveyk Acısını Kanartan
Belgesel gerçek tarihli ve sahadan kayıtlardan oluşuyor. Mesela, 29 Ocak 2013’te haberlerde görüp kahrolduğumuz, Halep’te işkencelerden geçirilip elleri bağlanarak infaz edildikten sonra Kuveyk nehrine atılan 80 sivilin görüntüsüne bu belgeselde de şahit oluyoruz. İçerden görüntüler bunlar. Kamerasını alan el-Kateab, insanların arasından sıyrılıp nehir kenarına gelerek mavi ceset torbalarındaki kimi kaskatı kesilmiş, kimi şişmiş kimi ise başındaki korkunç kurşun izleriyle betonda yatan cenazelere yaklaşıyor. Yönetmen buz gibi gerçekle bizi baş başa bırakıyor. Ekran karşısında donakalıyoruz. Çok çarpıcı. Koca koca şehirlerin işkence tezgahına yatırıldığı, insanlara yıllarca kan kusturulduğu, savaşın ortasında doğan, yokluktan elmanın tadını bile bilmeyen yavrucakların hunharca öldürüldüğü coğrafyaya ilişkin kalbimizde oluşan ve kabuk bağladığını zannettiğimiz yaralar, bir daha kanıyor sanki.
For Sama’yı izlediğinizde Halep halkının ülkelerini dayanma güçlerinin son raddesine kadar terk etmediklerine, ölümle-yaşam arasındaki seçimde mecburiyetler doğrultusunda, korkunç ızdıraplar ve çelişkilerle yurtlarından ayrıldıklarına tanıklık ediyoruz. Ülkemize sığınan insanların güle oynaya değil; mallarını-mülklerini, işlerini, akraba ve dostlarını, tarihlerini ve umutlarını bırakarak geldiklerini bir kez daha hatırlıyoruz. Bir valiz yahut birkaç parça poşetle kuşatmadan çıkan yaralılar ve ailelerinin sığındığı ambulansların silahlarla acımasızca tarandığını görünce, ayrılmanın sadece psikolojik olarak değil fiili olarak da ne kadar zorlu olduğuna şahit oluyoruz. Suriye rejimi ve işbirlikçileri, yıllarca hedef gözeterek vurduğu insanları, şehirlerini boyunları bükük gözleri yaşlı terkederlerken bile katletmeye çalışması ülkenin içinden geçtiği travmatik koridoru anlamamızı sağlıyor.
Rusya’nın ne kadar acımasızlaşabildiğini For Sama’da görebiliyorsunuz. Ukrayna ile aylardır savaş halinde olan Rusya, NATO’nun sınırlarına dayanması nedeniyle verdiği mücadelenin varlık-yokluk meselesi olduğunu iddia ediyor. Putin, kendisi için bu kadar hayati olan savaşta Ukraynalıların okullarına, hastanelerine ve ibadethanelerine saldırmıyor. Aynı Rusya, Halep’teki pazar yerlerine ölüm kusmakta, camileri enkaz yığınına çevirmekte pek mahirdi. Hastaneler bile isteye hedef alındı. Sağlıkçılar ne kadar yer değiştirirlerse değiştirsinler ne kadar saklanırlarsa saklansınlar; ambulansları ve yaralıları takip eden Rusya ve rejimin kalıntıları, tüm hastaneleri buldu ve aralıksız vurdu. İrili ufaklı tüm sağlık merkezleri Ruslar tarafından bombalandı. Üstelik Suriye meselesi, Rusya için direkt bir risk teşkil etmediği halde. Rusların ırk, din ve ten ayrımı yaptığı iki savaş arasındaki farkı görmek de bu yapımla mümkün oluyor.
Belgeselde, Çocuk Doktoru Muhammed Wassam Maaz’ı sağken görebiliyorsunuz. Gündüzleri Halep Çocuk Hastanesi’nde geceleri ise Kudüs Hastanesi’nde aralıksız çalışan Muhammed Wassam Maaz, Halep’in tek çocuk doktoruydu. Hastanede iken 53 kişiyle birlikte şehid oldu. Belgeselde şehadet anı da var. Dr. Wassam’ın, Dr. Hamza’nın yakın arkadaşı olduğunu, aynı hastanede çalıştıklarını öğreniyoruz. Sema’nın doğduktan sonra ilk kontrolünü yapan kişi de Dr. Wassam oluyor; belgeselde muayene anlarını görüyoruz. O adanmış insanı, örnek kişiliğiyle savaşın ortasında son nefesine kadar hastalarının yanında kalıp onlarla birlikte can vermesini büyük bir hürmetle hatırlayacağız.
Halep’e ve Sema’ya Yol Açın!
Sema İçin belgeselinin son kısmı Halep’in düşmesine hasredilmiş. Aylar süren kuşatma giderek daralırken halk hem soğukla hem açlıkla hem de aralıksız süren bombardımanla boğuşuyor. Bıçak kemiğe dayanmış. O bıçak, deriyi ve eti kesip kemiğe kadar gelmiş. Acı da kan kaybı da had safhada. Bıçak, kemiği de parçalarsa iyileşmenin imkânı yok. İşte tam bu noktada, on binlerce sivil birkaç sokaklık alana sıkışınca Türkiye’nin girişimiyle Halep’teki sivillere sürgün kararı alındı. Tam bu kararla eş zamanlı olarak İstanbul’dan Halep’e doğru Halep’e Yol Açın adıyla bir konvoy oluştu. 5 binden fazla araç darboğaza giren Halep için yollara düştü. O konvoya Sivas’ta dâhil olmak da bize nasip oldu çok şükür.
Halep’te katliamdan kurtulmanın sevinci, yurdu yitirmenin ve işgalciye yenilmenin hüznü bir arada iken yaralılar ve aileleri ambulanslara alındı. Konvoy, direnişin çeperlerinden ayrılıp tam çıkacakken saldırıya uğradı. Ambulanslar, yaralılar, kadınlar ve çocuklar hedef alındı. Yaşanan katliam nedeniyle konvoy geri dönmek durumunda kaldı. Binlerce araç, yardım dolu yüzlerce tır ile bizler de bu esnada Reyhanlı’ya ulaşmak için yollardaydık. 17 Aralık 2016. Hava güneye indikçe ılıyor, bölgedeki belirsizlik ve gerginlik her geçen saat artıyordu.
Belgeselde konvoyun geri dönüşüyle beraber hastaneler tekrar yaralılarla dolunca el-Kateab ailesi ve arkadaşlarını derin bir umutsuzluk kaplıyordu. Biz de o esnada yaklaşık 40 bin kişiyle birlikte Reyhanlı’dan Cilvegözü sınır kapısına doğru yürüyüşe başlamıştık. Amacımız yaşanan süreci protesto ederek Halep’teki kardeşlerimize destek olmaktı, o kadar. Türkiye’nin her yerinden dereler, çaylar gibi süzülerek bir araya gelip coşkun bir ırmağa dönüşerek akıyorduk yollarda. Manzara müthişti. Büyükçe bir alanda kortej toparlanmaya başladı. Bekleme sırasında konuşmalar yapılırken arka planda telefon diplomasisi devam ediyordu. Yaşanan gelişmelerden anlık haberdar ediliyorduk. Anlaşmanın ihlal edildiği, tahliyelerin iptal olduğu haberleri üzerine İHH Başkanı Bülent Yıldırım, “Sizler baskı yapmak için burada kalacaksınız ve tahliyeler olmazsa ‘Halep’e yürürüz!’ mesajı vereceksiniz” deyince bir anda her şey değişti; destek gösterisi kuşatmayı yarmaya dönük tarihi bir yürüyüşe dönüştü. Tahliyeler devam edinceye kadar nöbet tutacağımıza dair söz verdik. Kimse geri adım atmadı. 18 Aralık 2016 günü, o meydanda olan bizler, bir işaretle Halep’e girip kuşatmayı yarmak ve halkı neye mal olursa olsun kurtarmak için gözlerimizi karartmıştık. Tarihin göreceği en kıymetli feda hareketlerinden biriydi yaşanacak olan. Uçaklar, zırhlılar ve cümlesi taassup dolu zalimlerce kuşatılmış bir şehri kurtarmak için sınır hatlarını hedef alan siviller, ölümün üzerine üzerine yürüyecekti. Kararlıydık. Durumun vahametinin farkındaydık; Halep’te soykırım yaşanmak üzereydi. Blöf yapmıyorduk.
Halep’te sıkışıp kalmış insanların salıverilmesi adına Türkiye’nin öncülüğünde yapılan uluslararası baskılar ile sahada bizlerin oluşturduğu yüksek basınç sonuç verdi ve siviller için koridor açıldı. Evet, “yaz siz koridoru açarsınız yahut biz ölümüne gelip açarız!” anlamına gelen kararlı duruşumuz sonuç vermişti. Cenderenin ortasından çıkarılan Halepliler güveli bölgelere ulaştırıldılar. Binlerce kalbin binlerce kalp ile karşı karşıya kaldığı, tarihi bir yürüyüşün ve tarihi bir kurtuluş hikâyesinin tam ortasındaydık. İşte tam o an Halepli Sema bebek ile yollarımız kesişmiş, yıllar sonra anlıyoruz. O soğukta, onların namluların ucundan çıkmasında bizim de küçücük bir katkımız olmuştu.
For Sama belgeseli, Halep’ten hüzünle, ağlaya ağlaya ayrılan insan manzaralarıyla nihayete erince oralardan kopup gelenlere ülkemizde reva görülen yaklaşımın acımasızlığı daha belirginleşiyor. Halden anlamayı, düşene tekme atmak yerine koluna girmeyi şiar edinen bir toplumun hızla zehirlenmesini izlemek de acı verici.
Sema, annesi, babası ve kardeşiyle birlikte şimdilerde Londra’da yaşıyor. Belgeselde iyimserliklerini hiç bırakmayan komşuları Afra ve Salim de hayatta. Pek çok arkadaşları, meslektaşları ve akranları bugünleri göremedi ne yazık ki. Anadolu’dan Lonra’ya geçen Waad el-Kateab, burada Edward Watss ile yüzlerce saatlik kayıtlardan damıttıkları görüntülerle bu belgeseli hazırladılar. Waad Hanım gazeteciliğe devam ederken Doktor Hamza da işini oralarda yapma imkanınsa sahip oldu.
Yabancı düşmanlığının kol gezdiği ülkemizde, sakinleşmek ve durulup ülkemize sığınan 3 milyon civarındaki muhacir kardeşimizle (hastalıklı ruh halleri nedeniyle bu sayıyı halka 10 milyondan fazla diye sunup, toplumun sinir uçlarında tepinen siyasetçilere rağmen) empati kurabilmek için bir doz bu belgeselden almak faydalı olacaktır. Halden anlamadığımız, düşenin elinden tutmadığımız, merhameti kapı önüne bıraktığımız gün ziyandayız çünkü.