“Halep’in Kaybı Bizim Kaybımızdır”

Rusya ve İran destekli Beşşar Esed rejiminin Suriye’nin Halep kentindeki ihlâllerine dikkat çeken Mustafa Karaalioğlu, “Halep’in yenilgisi bizim yenilgimiz, Halep’in kaybı bizim kaybımızdır.” diyor.

Ölecek miyim Teyze?

Mustafa Karaalioğlu / Karar

Rusların ve rejimin yağdırdığı klor gazından zehirlenen bir Halep’li çocuk kendisini derme çatma bir hastanede tedavi etmeye çalışan hemşireye şunu soruyordu: Ölecek miyim teyze?

Bu sorudan birkaç dakika sonra hastane de bombalandı. Böylelikle Halep’te bombalanmamış tek bir hastane kalmadı. Rusya ve Suriye rejiminin sadece son 6 gündeki bombardımanları sonucu 300 sivil hayatını kaybetti, binin üzerinde kişi yaralandı. Sadece bombalar ve mermiler değil, klor gazı da öldürüyor. Bir aile; anne, baba ve dört çocuğu klor gazı zehirlenmesi nedeniyle hayatını kaybetti. Yani, hemşireye umutsuzca ve gözyaşlarıyla “ölecek miyim?” diye soran çocuk haksız değil. Gazın öldürdüğü komşularının cesetleri arasından geliyor çünkü...

Çocuğun akıbeti bilinmiyor ama o sorunun ardından geçen sürede onlarca sivil ve çocuk bombalar altında can verdi; bu biliniyor. 

PUTİN VE ESAD’IN UMURSAMAZLIĞI

Putin ve Esad birlikte zaten yerle bir edilmiş Suriye’yi bir kez daha katliam ülkesine çevirdiler. Öldürmeyi, yok etmeyi, yakmayı, yıkmayı umursamıyorlar. Bırakın insanları, yerle bir olmuş şehirlerin fotoğraflarına bakmak bile yürek sızlatıyor. BM’deki ateşli toplantılar ve Batı başkentlerinden gelen çaresiz itirazlar dışında da kimse Rusya’ya “Ne yapıyorsun?” diyemiyor. “Uluslararası hukuk” ve “uluslararası toplum” Suriye’de tamamen çökmüş durumda.

Tıpkı ilk ve ortaçağda olduğu gibi bir bölge önce askerler tarafından kuşatılıyor. Şehir halkı haftalarca süren kuşatma sonucunda açlığa mahkum ediliyor ve sonra mecburen şehrin ileri gelenleri (konsey) anlaşmaya razı oluyor. Ardından kuşatma mağlubu Sünni halk oraları terk ediyor, şehir veya kasaba Esad taraftarlarına kalıyor. Bütün bunlar 21. yüzyılda oluyor.

El Cezire’ye konuşan Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na göre, “Halep’te durum, en az İkinci Dünya Savaşı’nda Stalingrad’da olduğu kadar kötü.” Stalingrad benzetmesi elbette Rusya’nın sorumluluğuna bir gönderme... Davutoğlu, Halep’te savaş suçu işlendiğini de düşünüyor ve amacın “Trump görevi devralmadan önce fiili bir durum yaratmak” olduğunun altını çiziyor.

1 MİLYON SİVİL ABLUKA ALTINDA

Şu anda saldırıların hedefindeki Doğu Halep’te 275 bin kişi abluka altında. Şehirden çıkamıyorlar, yardım alamıyorlar ve yardımlara ulaşamıyorlar. Tekrarlayalım, şehirde sağlam tek bir hastane bile bulunmuyor.

Bütün ülkede 6 ay önce abluka altında olanların sayısı 486 bin kişiydi. Rusya’nın sahaya ağırlık koyduğu son 6 ayda bu rakam 975 bine ulaşmış durumda. Ve Putin, insani yardımların ulaşmasını engellerken hiçbir diplomatik engelle karşılaşmıyor. “Dünya Halep’te olanlara Gazze’deki zulme olduğundan bile daha duyarsız” dersek trajedinin derinliği bir parça anlaşılır.

Evet, Washington’da yönetim değişikliğinin yarattığı boşluğu değerlendirme analizi doğru... Rusya ve Suriye rejimi ABD’deki geçiş sürecinde, sonradan masada pazarlık konusu yapabilmek için zaten olabildiğince ilerleme politikası gözetiyordu; şimdi ise Moskova, ABD’de devir-teslim olmadan yani Trump göreve başlamadan önce Halep’i düşürmek istiyor. Trump’ın ise Suriye konusundaki İslamofobik umursamazlığı malum ve Putin sempatisi de sır değil.

Özetle, hem Suriye’de hem de Halep’te statüko bugünden daha kötü olmaya aday...

Eğer şartlar farklı olsaydı Halep Türkiye’nin tek gündem maddesi olurdu. Ama ne yazık ki sıradışı tempo nedeniyle bu trajedi Türkiye’de de konuşulmuyor.

İster konuşalım ister erteleyelim, ama unutmayalım ki Halep’in yenilgisi bizim yenilgimiz; Halep’in kaybı bizim kaybımızdır. Uluslararası hesap/kitapta bu bizim hanemize yazılan bir tatsız son olarak görülecektir.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!