1980 yılında başlayan İran-Irak Savaşı, Mart 1988’e gelindiğinde iki komşu ülkeyi tükenme noktasına getirmişti. İran, uluslararası ambargolara rağmen savaşı bırakmamış, sekiz yıllık muharebelerde birçok gencini cephelerde kaybetmişti. Askerî harcamalar nedeniyle borç batağında olan Irak ise, Amerika ve bazı Batı ülkelerinden aldığı destekle, bu yıpratıcı savaşı sürdürüyordu.
Güneyde Fav Yarımadası’ndaki uzun ve kanlı çatışmalardan kimse zaferle çıkamayınca, baharda karların erimesiyle birlikte kuzey cephesi hareketlenmeye başladı. Irak’ın Süleymaniye kentine bağlı sınır kasabası Halepçe, İran ordusunun bölgeye giriş kapısıydı. Bu stratejik noktanın kontrolü için kıyasıya bir mücadele vardı.
Dönemin Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin, bölgedeki peşmerge gruplarıyla güçbirliği yapan İran ordusunun ilerleyişini durdurmak için, Irak Ordusu Kuzey Cephesi Komutanı Ali Hasan el-Mecid el-Tikriti’ye kimyasal silah kullanmasına yönelik talimat verdi. el-Tikriti, Halepçe Katliamı ve kimyasal silah kullandığı diğer cepheler nedeniyle, Irak halkı tarafından “Kimyasal Ali” olarak anılacaktı.
5 Binden Fazla Kürt Hayatını Kaybetti
16 Mart 1988 günü Saddam’a ait savaş jetleri Halepçe ilçesini kimyasal başlıklı bombalarla vurmaya başladı. Bombardıman hem İran hem Irak ordusunda kayıplara yol açsa da siviler için bir katliam oldu.
Halepçe katliamında 5 binden fazla Kürt hayatını kaybetti. 7 binden fazla yaralı İran tarafındaki hastanelerde tedavi gördü. Kurbanların büyük bir çoğunluğunu kadın, çocuk ve yaşlıların oluşturduğu Halepçe’de, kimyasal silahların etkisi sonraki nesillere kadar ulaştı. Kasabada kimyasal silahın etkisi ile kanser ve solunum yolu hastalıkları nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısı tam olarak bilinmiyor. Kısırlık ve genetik bozukluklar gibi etkilerinin günümüze kadar ulaştığnı gösteren tıbbî çalışmalar var.
Halepçe’de Ölüm Sessizliği
Gazeteci Ramazan Öztürk, Halepçe’ye yönelik kimysal silah saldırısı haberini alır almaz, İstanbul’dan İran’ın başkenti Tahran’a gitti. Uluslararası basın organizasyonlarının temsilcileri ile birlikte, askerî bir uçakla, sınıra yakın bir noktaya götürülen Öztürk, Halepçe yolculuğunu dün gibi hatırlıyor:
“Askerî uçakla Hürremşehir’e ulaştık. Oradan helikopterle Halepçe’ye götürüldük. İki helikopterdik. Gittiğimiz bölge İran ve Irak arasındaki savaşın sürdüğü bir cepheydi. Halepçe mezarlığının olduğu bir tepeye iniş yaptık. İlk dikkatimi çeken şey Halepçe’nin üzerindeki ölüm sessizliğiydi. Kasabadan ne insan, ne araba, ne kuş, ne de böcek sesi geliyordu. Kimyasal silah nedeniyle ağaçların üzerindeki ilk tomurcuklar bile solmuştu.”
Tepeden kasabanın içine doğru yürüyen gazeteciler her adımda daha da dehşete kapılıyordu. Çoğunluğu yaşlı, kadın ve çocuklardan oluşan yüzlerce sivil, kimyasal silahın etkisiyle oldukları yere yığılıp kalmıştı. Öztürk’ün hatırladığı ilk şey kesif ceset kokusu:
“Çok ağır bir koku vardı. Yani insan kokusu çok ağırdır. Sonuç olarak istifra etmemek için çok zorluyordum kendimi. Korkunç bir manzaraydı. Daha önce de birçok savaş bölgesine gittim. İran-Irak Savaşı’nı izledim. Cephelerde yüzlerce ceset de gördüm. Bir savaş cephesindeki görüntü değildi, oradaki görüntü. Yaşam, sivil yaşam merkezinde bir katliam, bir soykırım vardı orada. Ben buna soykırım diyorum. Neden? Çünkü 5 farklı etki gösteren kimyasal atıldı oraya. Dolayısıyla insan ayrımı yapılmadı. Oradan ne kadar canlı varsa öldü.”
Halepçe’yi Özetleyen Fotoğraf
Gruba eşlik eden İran askerleri sıkı sık gazetecileri hızlı hareket etmeleri gerektiği konusunda uyarıyordu. Zira Irak uçakları hâlâ bulutların arasındaydı. Yeni bir bombardımanın başlaması işten bile değildi. Ramazan Öztürk bu baskı altında kasabanın sokaklarında dolaştı:
“Ben sonuçta gazeteci adamın. Bir olayın kaç sütundan, kaç fotoğrafla verileceğini bilirim. Ama bu manzara karşısında dehşete düşmüştüm. Biliyordum ki bu sayfalarca yazıyla, çok fotoğrafla anlatılacak bir olay değildi. Öyle bir kare bulmalıydım ki Halepçe’de yaşananları özetleyebilmeliydi. Bunu düşünürken, bir yandan da fotoğraf çekerek dolaşıyordum ki, daha sonradan adının Ömer Havar olduğunu öğrendiğim, bebeğine sarılmış şekilde ölen babayla karşılaştım.”
Öztürk, aradığı fotoğrafı bulmuştu. Savaşın tüm kirliliğine karşın, tertemiz bir bebek ve onu korumaya çalışırken can veren bir baba. Batı medyasında daha sonraları “Sessiz Tanık” olarak adlandırılacak olan bu kare Halepçe’de yaşananların simgesi hâline geldi. Üzerlerinde hâlâ kimyasal kalıntılar olan cesetlere dokunmak doğru olmazdı. Öztürk, kendini oğluna siper eden babanın suratını hiç görmedi, ama bebeğin yüzü aklından çıkmıyor:
“Çocuğun yüzü beni çok etkilemişti. Daha bir bebek, dünyaya gözlerini yeni açmış ve hiç hak etmediği, en zalim biçimde katledilmiş. Yani hak etmediği bir ölüm. Ölümün şekli de çok iğrenç.”
“Halepçe’nin Sorumlusu Batı”
Ramazan Öztürk’ün çektiği fotoğraflar, o dönem çalıştığı Sabah gazetesinde manşetten verildi. Bir iki gün sonra da, Öztürk’ün Halepçe fotoğrafları, Gökşin Sipahioğlu’nun Paris merkezli Sipa Press adlı ajansı aracılığıyla tüm dünyaya ulaştı. Öztürk’e göre dünya ülkeleri o dönem gerekli tepkiyi göstermedi:
“İran İslâm Devrimi Amerika ve Batı dünyası için bir tehditti. Hepsi Irak’ı destekliyodu. Kuveyt ve Suudi Arabistan gibi ülkeler de savaşın finansmanını yürütüyordu. Saddam’ın İran-Irak Savaşı’nı başlattıktan hemen sonra da, İran’a karşı her zaman cephelerde kimyasal silah kullandı. Ama o kimyasal silahların ham maddelerini de Batı dünyası verdi. Dolayısıyla Batı biliyordu orada ne olup bittiğini. Ama işine gelmiyordu, çünkü destekliyordu. Dünya Halepçe’de gerekli tepkiyi gösterseydi Saddam Kuveyt’e girmeyecekti. Sırplar Bosna’da ve Kosova’da yaptıları katliamlara cesaret edemeyecekti. Veya Beşşar Esed Suriye’yi kan gölüne çeviremeyecekti. Dahası IŞİD denen insan görünümlü canavarlar ortaya çıkmazdı. Dünya gerekli tepkiyi, gerektiği zaman göstermediğinden, kötüler bundan cesaret alıyor.”
Halepçe’den 28 Yıl Sonra
Öztürk, Saddam Hüseyin ve Ali Hasan el-Mecid davasında tanık sıfatıyla, Halepçe’de gördüklerini Irak mahkemelerine anlattı. Ancak Saddam Hüseyin, Halepçe davasıdan hüküm giymeden, Şii Duceyl kasabası davasından çıkan kararla 30 Aralık 2006 tarihinde asılarak idam edildi. “Kimyasal Ali” lakaplı el-Mecid ise, Halepçe ve diğer bölgelerde insanlığa karşı suç işlemek ve soykırım suçlarından idama mahkûm edilerek, 25 Ocak 2010 tarihinde infazı gerçekleştirildi.
Ramazan Öztürk meslekteki 40. yılını doldurdu. Bütün dünya Öztürk’ü ve Halepçe’yi “Sessiz Tanık” fotoğrafıyla tanıyor. Merkezi Hollanda’da bulunan Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nün bahçesinde, bebeğine sarılan Ömer Havar’ın heykeli yer alıyor. Ama kimyasal silahlar Irak’ın içinde hâlâ ciddi bir tehdit olmayı sürdürüyor. Mart 2016, Halepçe katliamının üzerinden 28 yıl geçti. Amerikan Özel Kuvvetleri, Irak’ta IŞİD’e ait bir kimyasal silah imalathanesine operasyon düzenledikten bir gün sonra, bu sefer de Kerkük’ün Tazehurmatu ilçesinde yaşayan sivil halk kimyasal silahların hedefi oldu. IŞİD’in roketlerle düzenlediği kimyasal saldırıda 600’den fazla Türkmen yaralandı ve 3 yaşında bir kız çocuğu yaşamını yitirdi.
Bugün 1988'deki Halepçe Katliamı'nın yıldönümü. Katliamın sembolü olan "Sessiz Tanık" fotoğrafının hikâyesi https://t.co/r0Sh5akvCf pic.twitter.com/vXqo9XhIzM
— Al Jazeera Türk (@AJTurk) 16 Mart 2017
Kaynak: Al Jazeera