16 Mart 1988, Halepçe...
Sekiz yıldır devam eden Irak-İran savaşının son günleri. Saddam Hüseyin’in Batı ve genel olarak Arap âlemi tarafından İran “tehdidine” karşı savaşması hasebiyle desteklendiği zamanlar. Amerikan kulislerinde Saddam’ın nevi şahsına münhasır manyaklıkları espri konusu yapılırken, “yapacak bir şey yok, elbette deli olmayan bir müttefik tercih ederiz, ancak elimizdeki bu” argümanı ile bölgenin kaderi gözü dönmüş bir diktatörün eline terk edilmiş durumda.
Kimseler Irak’ın içinde olup bitene bakmıyorken, Saddam bir yandan İran cephesine, kazananı olmayacak bir savaşa, Iraklı gençleri sürüyor; diğer yandan Irak’ı “tehlikeli” unsurlardan “temizliyor”. 1986 yılında Saddam kuzeni Ali Hasan el-Macid’e bir misyon veriyor. Misyonun amacı savaş sonrası Saddam’ın huzurunu bozma ihtimali olan grupların savaş bitmeden pasifize edilmesi. Misyonun amacı soykırım.
Daha sonra “Kimyasal Ali” lakabı ile anılacak olan el-Macid’in önderliğindeki misyonun ismi, günahın üzerine günah eklemek için olsa gerek, Kur’an’dan seçiliyor. Bedir savaşından sonra inmiş olan Enfal suresinin ismi, bu korkunç operasyon için uygun görülüyor.
Kürtlerin yanı sıra operasyon Türkmen, Süryani, Ezidi, Yahudi, Mandeanları da hedef alıyor. 1986 yılında başlayan ve üç sene devam eden sistematik imha operasyonu dâhilinde, şehirler bombalanıyor, kara harekâtları uygulanıyor, köyler boşaltılıyor, yerleşim birimleri yıkılıyor, idam mangaları kuruluyor ve kimyasal silahlar cömertçe kullanılıyor. Bilanço ise trajik kelimesinin bile kifayetsiz kalacağı kadar ağır oluyor: 182 bin kişinin öldüğü, 17 bin kişinin “kaybolduğu”, 4.500 Kürt köyünün boşaltıldığı ve bir milyon Kürdün yer değiştirmek zorunda kaldığı belirtiliyor.
Ve 16 Mart 1988 tarihinde Halepçe’de olanlar böylesi bir arkaplan içinde gerçekleşebiliyor.
Bir grup Kürt genci bu amansız imha operasyonuna karşı sokağa dökülüyor. Halepçe Baas rejimine karşı direnişte sembolik bir yer. Bu tarihten on ay önce Halepçe’de başlayan ve katliama kadar devam eden protestolar ile Halepçe halkı Saddam rejimine kolay lokma olmadıklarını gösteriyor. Fakat hesaba katmadıkları şey, bir diktatörün zulüm çantasında masum sivilleri katletmek için her tür meşum aracın olduğu gerçeği oluyor.
Gökten sarin ve hardal gazı yağıyor
Sabah saat 11:30’da Irak ordusunun savaş jetleri Halepçe’yi bombalamaya başlıyor. Sivil halk sığınaklara koşuyor. Savaş jetleri ilk turu tamamladıktan sonra gidiyor. Başlarına yağan bombaların sağır edici gürültüsünün yerini bir anlık sessizliğe bırakması ile derin bir nefes alan Kürt sivilleri ise kötücül bir sürpriz bekliyor. Bombalardan kaçmak için yeraltı sığınaklarına kaçan siviller için bu sığınakları bir cehennem hâline getirecek bir hamle geliyor Baas ordusundan. İlk tur ile sivilleri sığınaklara toplayan Baas ordusu, savaş jetlerini ikinci defa tekrar gönderiyor. İkinci turda gökten yağan ise sarin ve hardal gazı içeren zehirli ve kimyasal gaz kokteyli oluyor.
Havadan ağır bu zehir, sığınaklara sızıyor. Bombalardan kaçan siviller için sığınaklar bir ölüm kampına dönüşüyor. Kasaba bir ölüm tarlasına dönüyor, sokaklar ölü bedenler ile sessizleşiyor. Bu sessizliği sığınaklarda ıslak havlular ile burunlarını ve ağızlarını kapatmaya çalışan masumların yardım çığlıkları ile deliniyor.
Bir günde beş bin kişi ölüyor. Kuşaklar boyu bu zulmü bedeninde taşıyan yaralıların ise sayısının yedi bin ile on bin arasında olduğu tahmin ediliyor.
Halepçe katliamının (veya soykırımının) 25. yıl dönümünde, Halepçe kadar insanın canını acıtan ise hâlâ Ortadoğu’da Saddam Hüseyin’e sempati besleyen grupların olması oluyor.
Katiller yabancı değil
Kürtlerin talihsizliği katillerinin “ecnebiler” olmaması belki de. Kürtlerin katili Amerikalılar, İsrailliler değil. Bölgede dört ülkeye bölünmüş Kürtlerin katilleri, bölge insanları. Türkler, Araplar, İranlılar, Sünniler, Şiiler. Bu yüzden Kürtler bölgedeki kirli stratejilerin joker unsuru olmak dışında bir anlam ifade etmiyor bölge despotları için. Türkiye’de PKK’yı destekleyen Suriye ve İran rejimleri kendi ülkelerindeki binlerce Kürd’ü vatandaşlık hakkından mahrum kılmakta, buna itiraz eden Kürtleri ise idam etmekte beis görmüyor.
Bu yüzden Kürtler, bölgemizin favori mağdurları değil. Bu yüzden bölgede kimse Kürtlerin hamisi olmak için sıraya dizilmiyor. Bu yüzden örneğin Ariel Şaron’u övecek bir Arap, Türk veya İranlı bulmak imkânsızken, Dersim’in veya Halepçe’nin failleri teveccüh görebiliyor. Bu yüzden Kürtlere karşı “kutsal savaş” emri veren İran devrimi bazı İslamcılar için hâlâ şanlı sıfatını hak edebiliyor.
Ve bu yüzden hesaplaşılacak ortak ve uzun bir tarih biz Türkler, Araplar ve İranlıların önünde bekliyor.
cerenkenar@gmail.com
TARAF