Peren Birsaygılı Mut/Düşünce Günlüğü
Halep ve Hama halkına açık mektup
Sevgili Halepli ve Hamalı arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, ablalarımız, abilerimiz…
Biliyor musunuz, şimdi size baktığımızda, söylenecek o kadar çok şey var ki. O güzeller güzeli Halep ve Hama şehirlerine baktığımızda, anlatmak istediğimiz ne çok şey var, bir bilseniz. Sokaklarına mesela ya da çarşısına… Yıkılmış minarelerine veyahut çökmüş köprülerine baktığımız zaman… Yüreklerimiz kıpır kıpır ve gözlerimiz sevinç gözyaşlarıyla doluyken… Bir babayı, seneler sonra kavuştuğu evladına sarılırken gördüğümüzde mesela. Bir vakitler şehrinden kovulan bir çocuğun ya da muzaffer bir kumandan olarak geri döndüğüne şahitlik ettiğimizde. Bir annenin, becerikli elleriyle bahçesine yine çiçekler diktiğini izlediğimizde… Bir alçalıp bir yükselerek, insan sesinin alabileceği en güzel hallere bürünen o ezan sesinin peşi sıra camiye doğru giden cemaatin adımlarını takip ettiğimizde… Şimdi size baktığımız vakit, söylenecek o kadar çok şey var ki. Geride bıraktığı koca bir tarihin ve tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden büyük katliamların yükünü omuzlanmış Halep ve Hama şehirlerine baktığımızda, anlatacak ne çok şey var…
ŞEYTANİ AKIL
Suriye’deki Fransız işgalinin başlamasından yaklaşık 30 sene önce ölen Ernest Renan isimli meşhur bir Fransız filozof ve tarihçi var ya hani; bu Renan, 29 Mart 1883 günü Sorbonne Üniversitesi’nde “İslam ve Bilim” başlıklı bir konferans vermişti. Ve Müslümanlara yapılacak en büyük iyiliğin, onları dinden kurtarmak olacağını zira ancak bu şekilde ilerleyebileceklerini söylemişti. Yani Renan’a göre İslam terakkiye maniydi ve Müslümanlar da Müslüman kaldıkları takdirde, cahil kalmaya mahkûmlardı. Eğer Müslüman kimliklerinden kurtulmazlarsa, bir fikir de üretemezlerdi. Müslüman olarak hiçbir iş gelemezdi ellerinden. Boşuna yaşıyorlardı bu hayatı. Bir tür insan israfıydılar hatta. Renan, Ernest adında bir adamdan ziyade Haçlı ruhunun bir temsiliydi aslında ve Türkler ile Araplar olarak, bizim çok yakından tanıdığımız, bildiğimiz bir halin adıydı bu. İsmi bazen Napolyon’du ve Mısır’da çıkıyordu ortaya bazen Edmund Allenby’dı, Kudüs’te görülüyordu. Bazen ise Henri Gouraud oluyor ve Suriye’de dolaşıyordu. Sürekli başımıza iş açıp durmuş, canımıza, malımıza, inancımıza göz dikmiş o şeytani Haçlı aklıydı bu…
TOKAT GİBİ CEVAP
Kahraman Halepli ve Hamalı arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, ablalarımız, abilerimiz…
Siz sürekli yanlış anlatılmanıza, haksızlığa uğramanıza ve yalnız bırakılmak istenmenize rağmen gösterdiğiniz o muazzam kararlılıkla sadece bu Haçlı aklına değil, dünyada bu akıldan habersiz yaprak bile kıpırdamayacağını düşünen herkese bir tokat attınız aslında. Bu büyük zaferlerinizle, zihinlerinde bizleri ezeli mağlup olarak kodlayan ve haysiyetimizi koruma iradesini gösterebileceğimize inanmayan herkesin zavallılığını gösterdiniz bizlere. Bu öyle zavallı bir haldi ki, Gazze için keskin bir zalim-mazlum ayrımı yapanlar, yüzbinlerce insanın katledildiği ve milyonlarca insanın yollara düşerek başka ülkelere hicret etmek zorunda kaldığı Halep’e gelince başlarını kuma gömmüşlerdi. Sizler büyük bir ölüm kalım mücadelesinin ortasındayken ve sadece zalim Esed’a değil, Rus bombardımanına ve İran destekli Hizbullah ve Haşdi Şabi çetelerine karşı ayakta durmaya çalışıyorken sessiz kalanlar, bir şey olmamış gibi havaya bakarak elleri cebinde ıslık çalanlar; siz şehirlerinize geri dönünce birden bire canlanmışlardı: Sizin bu soylu mücadelenizi kirletmek için canlanmışlardı…
SİYONİZM ESED SEVER
Diyorlar ki, sizin topraklarınızı söke söke geri almanız ve seneler süren bu hicretinizin ardından Halep ve Hama’ya dönmeniz, İsrail’in istediği bir şeydir. Sanki Filistin direnişinin büyük kumandanı Suriyeli Şehit İzzeddin el Kassam, işgalci Fransızlar tarafından idam kararıyla arandığı vakit, onlara yardım edenler yine Esed ailesinin dedeleri değilmiş gibi… Sanki Hafız Esed, Golan Tepeleri’ni tek kurşun atmadan İsrail’e teslim etmemiş gibi… Sanki orada İsrail’e düşman gibi görünen ama Filistin halkının her kritik anında İsrail’in yanında duran yani aslında tamamen bir Siyonist projesi olan bir oligarşi yokmuş gibi… Sanki 1976 senesinde, Filistinli mültecilerin yaşadığı Tel al Zaatar Kampı Katliamı’nda Baas askerleri Filistinli yaşlı kadınların bile göğsünü bıçakla deşmemiş gibi, Mahmud Derviş bu konuda şiir yazmamış gibi sanki… Sanki Hama’da on binlerce Filistin destekçisi Müslüman katledilmemiş gibi. Ya da sanki daha dün Yermük Mülteci Kampı’nda binlerce Filistinli, bunlar tarafından katledilmemiş gibi. Sanki Filistinli mülteciler, tarihleri boyunca ilk kez Suriye’de açlıktan ölmemişler gibi… Sanki Filistin ve Suriye halkları, ortak bir trajedinin ve zulmün kurbanı değillermiş gibi!
KİMLİKSİZLİĞİN DİK ÂLÂSI
Diyorlar ki, sizler “cihadist” gruplardan ibaretmişsiniz. Halep kırsalında, senelerden bu yana evlerine dönmek için bekleyen o güzel gözlü çocuklar mesela. Ya da ellerinde baston, dimdik ayakta durmaya çalışan Hamalı yaşlı amcalar, teyzeler “cihadist” gruplara üyeymiş. Sizi karalamak için yollar ararken bile batılı kavramlarla düşünüyorlardı. CIA, Mossad gibi istihbarat örgütleri tarafından sipariş edilen ve Martin Kramer ya da Gilles Kepel gibi günümüz Haçlı zihniyetinin bazı temsilcileri tarafından kullanıma sokulan ifadelerin arkasına sığınıyorlardı. Yani batı kaynaklı büyük bir kara propaganda, adeta damarlarındaki kana dahi nüfuz etmişti. Ve onların yalanlarının birer sözcüsü haline gelmişlerdi. “Biz her yerdeyiz, bizsiz bir şey olmaz” diye propaganda yaptıkları vakit, papağan gibi “onlar her yerde, onlarsız bir şey olmaz” diye tekrarlıyorlardı mesela. Haysiyeti ve özgürlüğü için korkusuzca savaşan, büyük bedeller ödeyen sizleri, onların terazisinde tartıyorlar ve bunun adına da analiz diyorlardı. Ve o terazide ağır gelen taraf, sizin o sarsılmaz duruşunuz karşısında daha da belirgin hale gelen kendi kimliksizlikleriydi. O terazide tarttıkları siz değil kendi çaresizlikleri, korkuları ve vehimleriydi. Çıktıkları o kürsüde yaptıkları tek şey, ellerine verilen kâğıdı okumaktı. Ve kürsüye boylarının yetişmesinin sebebi de, ayaklarının altına verilen basamak sayesindeydi aslında.
ANANIZIN AK SÜTÜ GİBİ HELALDİR
Bizim canımız Halepli ve Hamalı arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, ablalarımız, abilerimiz…
Keşke hepinize tek tek isimlerinizle seslenebilseydik ya da gözlerinizin içine bakarak konuşabilseydik. Ama bir gün mutlaka geri döneceğiz diye kapısından çıktığınız o şehirleriniz, sizlere ananızın ak sütü gibi sonuna kadar helaldir şimdi. Uğruna her şeyinizi kaybettiğiniz, en yakınlarınızı kendi ellerinizle toprağa verdiğiniz, uzak diyarlarda yaşamak zorunda kaldığınız bu haysiyet kavgasının ardından geri döndüğünüz o taşınız, toprağınız, bağınız, bahçeniz sonuna kadar helaldir size. Anne babalarınız, evlatlarınız, eşleriniz helaldir. Şiirleriniz, öyküleriniz, şarkılarınız, türküleriniz helaldir. Hep bir şeylere rağmen inatla var olmaya çalışan, Haçlı zihniyetine ve içimizdeki işbirlikçilerine karşı haysiyetinden taviz vermeyen ve başını dimdik tutan kahraman dostlarımıza, güzeller güzeli Halep ve Hama şehirleri sonuna kadar helaldir şimdi. Soğuk analizlerin ve üzerinize atılan türlü iftiraların hiçbir hükmü yokken, bu sevincimiz ise bizlerle helaldir, hoştur şimdi…