Radikal’den Murat Yetkin, geçen gün “Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) Halep’i terk etti, lideri Türkiye’ye kaçtı” başlıklı bir yazı kaleme aldı. “Suriyeli muhalifler Türkiye’ye kaçtı, keyif çatıyor” özetindeki WSJ haberini ‘Ankara’yla soslayıp İran medyasına taşımada arabuluculuk yapan bir yazıydı bu. “IŞİD güçlenir, Halep zayıflarken Türkiye neden İran’la anlaşmalı ve BM’in Halep planını sualsiz kabul etmeli” tandanslı mesajlar dizisinin bir parçasıydı aynı zamanda. Yetkin’i geçtim, Ankara’daki kaynakları gerçekten Halep’te ne olduğunu bilmiyor mu yoksa biliyor da böyle mi sunuyorlardı acaba? Zira İdlib’deki Cemal Maruf’un Cebel ez Zaviye’den çekildiğini değil de Halep’ten kaçtığını söyleyecek kadar konuya miyop olmak için ya Şap Enstitüsü’nde mesai yapıyor olmak gerek ya da İran Ankara Büyükelçiliği’nde.
Yazıda iddia edildiği gibi Cemal Maruf liderliğindeki Suriye Devrimcileri Cephesi’nin (SDC) Halep’te bir varlığı yok, uyuyan hücrelerinin olduğu iddiaları vardı ama bu da doğrulanabilmiş değil. Dolayısıyla Maruf 14 bin savaşçısını alıp Halep’ten kaçmış değil. Cemal Maruf İdlib’de Ahrar eş Şam, Sukur el Şam ve Cund el-Aksa’ya silah doğrultunca, karşısında Nusra’yı buldu ve çekilmek zorunda kaldı.
Peki Halep’te kim var? ÖSO’nun bir bileşeni olan ABD’nin desteklediği Hazm Hareketi 1000 civarında savaşçısıyla burada. Mücahidler Ordusu 3000 civarında savaşçıyla burada. Halep kırsalında en güçlü gruplardan biri olan Nureddin Zengi Tugayı da 2000 savaşçısıyla burada. IŞİD’in hedefindeki İslami Cephe’nin en önemli grupları da burada. Şura Meclisi’ne düzenlenen saldırıyla tüm lider kadrosunun katledilmesinden sonra zayıfladığı düşünülen Ahrar eş-Şam ve geçen yıl liderleri Abdulkadir Salih’in ölümünden sonra hala ayakta duran Liwa-i Tevhid de burada. İstakim Kama Umirta, Ebu Amara gibi çeşitli yerel gruplar da burada. SDC yok ama ÖSO’nun bir başka bileşeni burada. Örneğin Özgür Yerel Konsey burada. Pek güvenilmese de Suudi Arabistan’ın finanse ettiği Liwaa Ahrar Suriye burada. Ve el Nusra burada. Ve Nusra’dan ayrılan ancak IŞİD’e de katılmayı reddeden Çeçenlerden oluşan 1000 kadar savaşçısıyla Selahaddin Şişhani liderliğindeki Ceyş’ul Muhacirin ve’l Ensar da burada.
Yazıda da değinilen El Nusra meselesine geleceğiz ama önce şunu belirtelim. Halep terk edilmiş değil, muhalifler Türkiye’ye kaçmış, burada batak oynuyor değil. Yukarıda saydığım gruplardan bazıları, örneğin en güçlülerinden Hazm ve Zengi’nin liderleri John Kerry ile dahi irtibat halinde. Mesele ılımlı görünme meselesi ya, Akhbar’ın yazdığına göre sakal uzatıp uzatmama konusunda dahi ABD tarafından söylenenler konusunda kendilerine tavsiyeler iletiliyor.
Dolayısıyla, Halep kaybedilmiş gibi gösterip okuyucuyu ‘iş bitmiş’e ikna etmeye çalışmanın manası yok. Mevcut algıyı “Kimi eğitip donatacaksın, orada savaşçı kalmadı ki” noktasına getirmek için operasyon çekmeye çalışanlara alet olmanın da bir anlamı yok. Ankara’da konuşulan kaynaklar İran Büyükelçiliği’nde mesai yapıyorsa ya da gazetenin dış haberlerini İran’ın dümen suyunda idare ediyorsa orası ayrı. Ama öte yandan, bu algı yönetme faaliyetleri devam ederse ve yanında sahada hiçbir şey yapılmazsa olacağı bu. Kobani’ye yapılan seferberliğin binde biri Halep’e yapılmadığı sürece Handerat düşecek ve Halep’in ikmal yolu kesilecek. Ondan sonra rejim askerlerinin Atme’ye kadar ilerlemesinin önünde bir engel kalmayacak. Şam’da, Humus’ta ve başka alanlarda tekrarlanan senaryonun aynısı Halep’in hemen ardından İdlib’de yaşanacak ardından sıra Deraa’ya gelecek. Bunun da nedeni, masa altından oynamada mahir İran, Kobani’den Kalamun’a tüm bölgedeki rejim güçlerini ve rejime yardımcı güçleri tek bir yerden Kudüs Güçleri’nin stratejik önderliğinde yönetmeyi becerebilirken, muhaliflere destek olanların pasifliği sayesinde muhalif savaşçıların neredeyse atomlarına ayrılacak kadar bölünmesi olacak. Zira geçiniz silahı, eğit-donatı, yiyecek yemeği bile zor bulan muhalifler, hem askeri ve lojistik bakımdan desteksiz bırakılmakta ve bu yüzden strateji kuramamakta, hem de rejime karşı yer yer sapanla savaşanlar aralarındaki iradesi zayıf ve gardları çabuk düşenler tarafından satılarak sık sık iç bölünmelere kapı açar hale gelmekte. Böylece Suriye, sadece IŞİD ve Esad’ın birbirleriyle savaştığı ve uluslararası toplumun Esad’ı tercih edeceği bir noktaya çekilmekte.
Şimdi gelelim IŞİD-Nusra birleşmesi meselesine. İki yıldır Nusra ve IŞİD’i birbirinden farksız göstermeye çalışan üst akıl, bugün de Nusra’yı IŞİD’e doğru iterek sonuç almaya çalışıyor. Zira muhalifler zayıflatıla zayıflatıla Suriye’de Esad’ın karşısında tek güçlü bırakılan yapı insanlıktan ve Müslümanlıktan çıkma IŞİD kaldı. Nusra lideri Colani’nin itilmeye çalışıldığı çukura aslında diğer muhalif liderler de itilmeye çalışılıyor. Herkes bir karar vermek zorunda bırakılıyor: IŞİD’e karşı savaşıp Esad’ı güçlendirmek ve devrime ihanet etmek mi, Esad’a karşı savaşıp IŞİD’i güçlendirmek ve ‘terörist’ olmak mı? Böyle bir karar verme aşamasında Nusra mecburen IŞİD’i seçebilir de diğerleri ölmeyi seçebilir.
Bu sırada, BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura’nın özellikle Halep’e odaklanan dondurulmuş bölge teklifine dahi ‘geliştirilmesi lazım’ diyerek zaman kazanan Esad, pardon İran, “Halep’i kazanabilecekken niye ateşkese razı olayım” diyor. Öyle ya, sistematik biçimde aç bıraktığı sivillere yardım ulaşabilsin diye muhalifler tarafından boşaltılan Suriye’nin kalbi Humus’u da aynen böyle kazanmıştı. İran’ın sahadaki faaliyetleri ve medyadaki operasyonları tıkır tıkır işlerken ve başkaları sadece izlerken bu çok zor olmasa gerek.
YENİ ŞAFAK