Haksızlığa Karşı da İşbirliği

Ahmet Varol

Türkiye’yle Suriye arasındaki siyasi ve ekonomik işbirliğinin geliştirilmesini her zaman savunduk ve savunmaya devam edeceğiz. Sadece Suriye’yle değil tüm İslâm âlemiyle ilişkilerin güçlendirilmesi ve işbirliğinin artırılması karşılıklı yararlar sağlayacaktır. Türkiye’nin “komşularla sıfır problem” projesi de İslâm coğrafyasında aynı bölgelerdeki ülkeleri hep ikili problemler içine sokarak kendi desteğine mahkûm etmeye çalışan ve bunu özel hesapları için kullanan sömürgeci güçlerin planlarını boşa çıkarma açısından önemlidir.
Fakat diplomatik ilişkiler, siyasi ve ekonomik işbirliği, haksızlıklar karşısında sessiz durmamımızı da gerektirmez. Tam aksine bu işbirliğinin meşru hakların ve özgürlüklerin garantiye alınmasını sağlayacak bir reformu da beraberinde getirmesi için sivil dayanışmanın güçlendirilmesi lâzım. Bunu belki diplomatik alana bire bir yansıtmakta zorluklar yaşanabilir ama sivil işbirliğinin önündeki engellerin aşılması kolaydır.
Suriye’nin başkenti Şam’daki Askeri Suçlar İkinci Mahkemesi, bu ülkenin insan hakları mücadelesi alanında tanınmış isimlerinden Avukat Heysem el-Malih’i yeniden yargılayarak mahkûm etti. 1931 doğumlu yani 79 yaşında, daha önce de muhtelif zamanlarda hapis hayatı yaşayan ve son olarak 9 Ekim 2009’da göz altına alınan el-Malih 4 Temmuz 2010 tarihinde son kez mahkemeye çıkarılmıştı. Av. Heysem el-Malih’in böyle bir yargılamaya maruz kalmasının sebebi, ülkede siyasi özgürlüklerin ve hakların çerçevesininin genişletilmesini, bu alandaki zorbalıkların, yasaklamaların son bulmasını sağlama amacına yönelik meşru bir mücadele vermesinden başka bir şey değildi. Dolayısıyla tamamen siyasi sebeplerle hapiste tutuluyordu ve yine aynı sebeple mahkemeye çıkarılmıştı.
79 yaşındaki bir avukatın ve insan hakları savunucusunun siyasi gerekçelerle yargılanması ve mahkûm edilmesi her şeyden önce Suriye’deki sistemin her ne kadar bir ekonomik ve diplomatik açılım gerçekleştirse de haklar ve özgürlükler alanında hâlâ yerinde saydığını, en ufak bir ilerleme kaydedemediğini göstermesi açısından ibret vericidir. Oysa bu ülkedeki yönetimin gerçek anlamda ilerleme kaydetmesi halkıyla bütünleşmesine bağlıdır. O da haklar ve özgürlüklerin çerçevesini genişletmekle, insanların meşru haklarını talepte kendilerini daha rahat ve özgür hissetmeleriyle mümkün olacaktır.
Bir insanın insan hakları alanındaki mücadelesinden dolayı askerî mahkemede yargılanması Suriye’de yargının askerî sulta altında olduğunu, hukukileşme yolunda bir ilerleme kaydedemediğini gösterir. Oysa bir ülkede yönetimin halk tabanıyla dayanışması karşılıklı güven oluşmasını gerektirir. Halkın yönetime güvenebilmesinin en önemli şartlarından biri de yargıya güvenmesidir. Çünkü mağdur edildiği, haksızlığa uğratıldığı zaman hakkını orada arayacak. Yargının hukukileşememesi, adaleti icra etmemesi, hakkı aramak yerine devlet, hâkim sistem ve sistemin askerî organı adına haksızlık etmesi güven oluşmasını engeller. Bu durum tuzun kokması demektir. Çünkü haksızlığa karşı işletilmesi gereken mekanizmanın bizzat kendisi haksızlığı icra eden mekanizma olmuştur. Suriye’de bu problem yeni ortaya çıkmış değil, yılların problemidir. Ülkedeki halkın beklentisi bu problemin aşılması, yargıya güvenin oluşması için bir değişim, reform, hukuk ve adalet temelli yeni bir düzenleme gerçekleştirilmesi yönündedir. Ama ne yazık ki bugün 79 yaşındaki bir insan hakları savunucusunun askerî mahkemede yargılanması ve mahkûm edilmesi sistemin bekleneni verebilmenin hâlâ çok gerisinde durduğunu, tamamen yerinde saydığını, bir ümit ışığı oluşturacak en ufak bir adım dahi atamadığını gösteriyor.
Avukat Heysem el-Malih olayı ibret verici bir örnektir. Bu gerçeği daha başka uygulamalarda da müşahede ediyoruz. En basitinden insanları inanç ve düşüncelerinden dolayı idama mahkûm etme imkânı veren 49 numaralı yasanın yürürlükte olması Suriye’nin bu alanda en önemli ayıbıdır ve bu ayıptan kurtulma cesareti gösteremediği sürece de göz doldurur bir ilerleme gerçekleştirmesinden söz etmek mümkün olmayacaktır.
İslâm âleminin kendi içindeki haklar ve özgürlükler sorunlarından kurtulabilmesi için haksızlıklar karşısında sivil işbirliğine de ihtiyaç var. Diplomatik ve ekonomik alandaki işbirliği buna engel teşkil etmez ve biri diğerini ortadan kaldırmaz, kaldırması da gerekmez. Bazıları “zülfi yâre dokunur” endişesiyle bu konulara dokunmaktan veya bir işbirliğine öncülük etmekten çekinebiliyorlar. Oysa haksızlıklar varsa bunu bizim görmezden gelmemiz durumu değiştirmez.

VAKİT