Ahmet Varol’un Yeni Akit gazetesinde yayımlanan yazısı (04 Haziran 2020) şöyle:
Mavi Marmara’yı Yıpratma Çabaları
31 Mayıs tarihi siyonist işgal güçlerinin Mavi Marmara gemisine yönelik saldırılarının ve on kişiyi şehit etmelerinin 10. yıldönümüydü. Bu vesileyle medya alanında muhtelif programlar düzenlendi ve değerlendirmeler yapıldı. Bu arada daha önce benzerlerine alışık olduğumuz türden bazı mesajlarla da Mavi Marmara yolculuğuna, Gazze üzerindeki insanlık dışı ablukanın kırılması amacıyla vicdan sahiplerini bir araya getiren kalkışmaya çamur atma amaçlı iftiralarla ve saçmalıklarla dolu birtakım karalama çabaları da dikkat çekti. Buna neden ihtiyaç duyulduğunu henüz tam anlayabilmiş değiliz.
Bazı arkadaşlarımız söz konusu mesajlardaki suçlamalara isabetli cevaplar verdiler ve ortaya atılan iddiaların tamamen tutarsız, mantıksız ve dayanaksız bağlantılar kurulmasından kaynaklandığını, hiçbir geçerliliğinin olmadığını ortaya koydular. Dolayısıyla aynı şeyleri tekrar etmeye ve tartışmalara mesnet teşkil eden iddiaları buraya taşımaya gerek görmüyorum. Ben sadece yıpratılması ve üzerine çamur atılması hedeflenen Mavi Marmara yolculuğunun gerçekte onurlu ve haklı bir kalkış olduğunu, kimsenin bunu karalamaya gücünün yetmeyeceğini hatırlatma amacıyla bazı noktalara temas etmek istiyorum.
En başta şunu belirtmem gerekir ki Mavi Marmara yolculuğunun Filistin davasına hiçbir şekilde olumsuz bir yansıması olmamıştır ve Filistin’de Müslümanlardan hıristiyanlara, solcu kesimlerden, İslami hareket mensuplarına, Arap ulusçuluğunu benimseyenlerden liberal düşünceye sahip olanlara kadar bütün oluşumlar bu yolculuğu benimsemiş, desteklemiş ve onurlu bir yolculuk olarak kabul etmişlerdir. Mavi Marmara yolculuğunun onuncu yıldönümü münasebetiyle yapılan açıklamalarda da bu husus dile getirilmiştir.
Bu konudaki yaklaşım bugün olduğu gibi olayın gerçekleştiği tarihte de böyleydi. Yolculuktan sonra bazı Arap ülkelerini ziyaret ettiğimde bana Mavi Marmara gemisi yolcularından olmam sebebiyle özel bir hürmet göstermeleri bunu ortaya koyuyordu.
Her ne kadar söz konusu gemide dünyanın çok farklı ülkelerinden insanlar bir araya gelmiş olsa da başı genellikle Türkiye’den katılanlar çektiği ve organizasyonun ön saflarında da Türkiye merkezli bir kuruluş olan İHH ve onunla birlikte hareket eden sivil toplum kuruluşları yer aldığı için söz konusu onurlu mücadele İslam dünyasında özellikle halk tabanlarında Türkiye’ye olan desteğin artmasına vesile olmuştur. Buna olaydan sonra ziyaret ettiğim bütün İslam ülkelerinde bizzat şahit olduğumu söyleyebilirim. Dolayısıyla Türkiye’nin bunu önemsemesi ve dünyaya verdiği mesajı sahiplenmesi kendi lehinedir.
İşgalci siyonistin insanlık dışı ablukasını kırmak için çaba göstermek insani değerlere önem verme ihtiyacı duyan herkesin yapması gereken bir görevdi. Mavi Marmara yolculuğu işte bu görevi yerine getirenlerin bir araya gelerek harekete geçmeleriyle gerçekleştirilen bir yolculuktur. Dolayısıyla olayın bu tarafı insanlık adına olumlu ve desteklenmesi, benimsenmesi gereken bir harekettir. Bu gemiye saldırı düzenlenmesi ve insanların hunharca katledilmesi veya yaralanması, insani amaçla gönderilen yardımlara el konulması yani eleştirilmesi, reddedilmesi gereken hareket ise Mavi Marmara yolcularına değil saldırıyı düzenleyen işgalci siyonistlere aittir. Dolayısıyla bundan dolayı eleştirilmeleri ve mahkum edilmeleri gerekenler insani görevlerini yerine getirmek için yola çıkanlar değil bütün insanî ve ahlaki ölçüleri ayaklar altına alan siyonist işgalcilerdir. Ama ne kadar ilginçtir ki sanki suçu saldıranlar değil de saldırıya uğrayanlar işlemiş gibi bir yaklaşımla yorum yapılıyor ve onların mahkum edilmesine çalışılıyor.
“Mavi Marmara yolculuğu olmasaydı bugün daha iyi bir durumda olunabilirdi” iddiası da tamamen saçma ve tutarsızdır. Çünkü siyonist işgalcinin kendisini zorlayan bir kalkış olmadığı sürece hiçbir zaman insafa gelmediğini, onun insafına sığınmanın asla bir sonuç getirmediğini tarih ispat etmiştir.