Daha ziyade üniversite kökenli yorumcuların Kürt meselesine ilişkin olarak yazıp çizdiklerinde yararlanılacak birçok nokta oluyor.
Ama sanki bu yazılanlar meseleye tam da dokunmadan geçip gidiyorlar. Son derece doğru şeyler okuyoruz ama bunlar yaşadığımız gerçekliğe neredeyse hiçbir katkı sağlamayabiliyor. Çünkü doğruların nasıl üretileceğine dair adım atmak, önünüzdeki soruna daha yakından ve derinden bakmayı gerektiriyor. Yani hem toplumsal dinamiğin çoğulculuğu üzerinden hem de zihniyeti açığa çıkaracak şekilde... Bu ise standart bilimsel pratiğin zorlanmasını, onun dışına çıkılmasını ima etmekte.
Kürt meselesinde de kamuoyuna sunulan klasik bilimsel değerlendirme, bu sorunun demokrasi içerisinde karşılıklı müzakere ile ve rızaya dayalı ortak çözümler üretilerek halledilebileceği. Bu tamamen ve kesinlikle doğru bir tespit. Ne var ki bu tespitten hareketle ilerlemek pek mümkün değil. Belki bazı siyasi aktörlerin söz konusu tespitten etkilenerek tavır değiştirecekleri ve yeni bir strateji geliştirecekleri umuluyor, ancak hayat bu şekilde akmıyor. İnsanlar ideali görünce onun peşinden gitmedikleri gibi, aslında çoğu idealin ne olduğunu da zaten biliyor. İnsani çatışmaların temelinde bilgisizlik değil, iradi yanlış tercihler yatmakta ve bunu da zihniyete girmeden anlamak pek mümkün değil.
Böyle bir analiz, çözüme giden yolun sadece çatışan iki taraf veya fail ile mağdur arasındaki güç dengesine bakarak üretilemeyeceğini, aynı zamanda fail ile mağdurun zihniyetini de dikkate almak gerektiğini ortaya koyuyor. Çünkü herhangi bir tarafın hiçbir adımı, diğer tarafı seçeneksiz bırakmaz. Zihniyet çalışmaları her zaman ve her durumda önümüzde bir seçenekler yelpazesi olduğunu ve bizlerin zihni yapımıza göre onlardan birini seçtiğimizi söylüyor. Siyasi ve ideolojik olarak gözüken tercihlerimizin de ardında söz konusu siyasi veya ideolojik bakışı anlamlı kılan bir zihniyet yapısı var. Bu durumda 'çözüm' iki tarafın zihniyetinin ne olduğunu ve nasıl çalıştığını da irdeleyen, bu gerçekle yüzleşen bir yol haritası gerektiriyor. Çünkü hemen her zaman asıl engeller bu arkaplanda...
Öte yandan çatışmalı meselelerin çözümleri, iki tarafın farklılıkları üzerinde değil, benzerlikleri üzerinde durulmasını gerektiriyor. Ortak bir noktaya varmak, çoğu zaman o noktaya kadar nasıl müştereken yanlış yapıldığını ve aslında iki tarafın birbirine ne kadar benzediğini gördüğümüzde çok daha kolaylaşır. Ve Kürt meselesinde olduğu üzere, iki tarafın en büyük benzerliği de zihniyettedir... Devlet de Kürt siyaseti de esas olarak otoriter bir yaklaşımı, kendi pozisyonunu diğerine kabul ettirmeyi ve bunu elindeki gücü sonuna kadar kullanarak yapmayı tercih etmekte. Diğer bir deyişle aslında iki taraf da barışı hak etmiyor... Tabii ki durumun asimetrik olması nedeniyle mağduru desteklemek daha meşru. Ama aynı mağdurun zihniyet olarak çözümü hak etmediğini de söylemek şartıyla.
Bilimsel konumdan hareketle çözüm önermesi yapanların bu alanda epeyce eksik olduğunu belirtmekte yarar var. Zihniyet dikkate alınmadığı zaman ise mesele daha da siyasileştirilmek durumunda kalınıyor. Kısacası, herhangi bir siyasi aktörün niçin o anki tercihine sarıldığını anlamadan, kendisine 'doğru' olan söyleniyor. Böylece doğruyu seçmek sanki teknik bir meseleymiş gibi sunuluyor. Örneğin hükümet 'doğru' davranacak ve buradan çıkan siyasi sonuçlar Kürt meselesini çözecek... Keşke böyle olabilseydi... Ama dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zamanında bu tür bir çözüm üretilememiş. Çünkü güçlü olan siyasi aktör bu türden bir adım atmaya kalksa bile, çözüm için bu yeterli değil. Diğer tarafın da bu 'doğru' davranışı kabullenmesi, uzatılan eli tutması ve ilk adımı atanın kendi cenahında yıpranmaması için onu kollaması gerekiyor. Bir adım öncesine gidersek güçlü olanın mağdurun tepkisinin olumlu olacağına dair ikna olması lazım. Diğer bir deyişle her iki tarafın da aynı anda demokrat zihniyet içinde davranmaları şart.
Oysa meselenin kritik noktası da burada... Demokrat zihniyete doğru gidiş, bir yandan geçmişe dönük özeleştiriyi, öte yandan şu anki örgütsel yapının özgürleşmesini ve nihayet geleceğe ilişkin de sonucu belirgin olmayan bir müzakere sürecini taşımayı ima ediyor. Dolayısıyla buna hazır olmayan bir çatışmacı güç için demokratlık kolayca bir tehdit olarak algılanabiliyor.
Açıkça söylemek gerekirse Kürt meselesinde mağdurun Kürtler, failin ve esas sorumlunun ise TC Devleti olduğu belli... Ama 'çözüm' için bu tespit yeterli değil. İki tarafın zihniyetinin ne olduğu ve hangisinin demokratlığa daha hazır ve istekli olduğuna da bakmak gerekiyor. Çünkü çözüm sadece adalet değil, meşruiyet zeminine de muhtaç. Ve bana öyle geliyor ki örneğin AKP ile PKK arasında bir mukayese olacaksa, AKP'nin kat ettiği yol, PKK'ya göre çok daha fazla. Sıkışmanın nedeni de bu...
ZAMAN