Dört komutanın kurumsal başarısızlıklarını örtmek üzere gerçekleştirdikleri sembolik harakiri olayından çıkarılabilecek iki sonuç var.
Birincisi, Türkiye bu son on yıl içinde öyle bir zihinsel ve siyasi kavşağı geçmiş ki, artık önemli olan askerin ne yaptığı değil, hükümetin ona nasıl tepki verdiği. Diğer bir deyişle artık ordunun sonucunu garanti ederek girişebileceği hiçbir siyasi eylem türü kalmadı, çünkü hükümetlerin elinde daima söz konusu eylemi boşa çıkaracak bir karşı adım mevcut. Hükümetlerin bu tercihi yapabilmeleri ise, genelde askeri bakış ve kurumun toplum tarafından nasıl algılandığıyla bağlantılı. Göründüğü kadarıyla asıl sessiz devrim bu alanda yaşandı ve askerin abartılmış ve ideolojik koruma altına alınmış olan prestiji iyice sıradanlaştı. Dolayısıyla DA hükümetler hem daha cesur hem de daha demokratik yönde tercihler elde ettiler. Bundan sonrası sadece özgüven gerektirmekte ve o da AKP'de fazlasıyla var.
Harakiri olayının ima ettiği ikinci sonuç, değişimin belirli bir eşiği geçmesiyle birlikte, o değişim dinamiğine direncin değişimin hızını daha da artırdığıdır. Nitekim komutanların istifası, hükümetin elini hem toplum nezdinde, hem de doğrudan YAŞ süreci üzerinde daha güçlendirirken, belki de hükümetin isteyip de yapamayacağı bazı tayinlerin önünü açtı. Değişime direncin de kendi içinde bir mantığı ve rasyoneli bulunuyor. Direncin değişimi geriletmesi, olmazsa en azından durdurması veya yolundan saptırması beklenir. Aksi halde direnç bizzat direneni yeni güçler önünde deşifre ederek zayıflatan bir unsur haline gelir. Örneğin son yılları hükümeti eleştirmeyi ve yıpratmayı hedefleyerek geçiren merkez medyanın geldiği nokta budur... Bugün basın organları üzerinde baskı olduğunu, basın özgürlüğünün tehdit altında olduğunu söyleyenler, herhalde kendilerine dışarıdan bakmayı bilmiyorlar. Çünkü medyanın gazetecilik yerine siyaset yapmayı tercih ettiği durumlarda, başarısız siyasetin bedelini o siyaseti hayata geçiren gazetecilerin ve medya kurumlarının ödemesi doğaldır. Bu bedel, karşılarındaki siyasi gücün baskısı nedeniyle ödenmez... Medya kuruluşlarının direnç siyasetinden vazgeçmesinin, yenilgiyi kabullenmelerinin sonucu olarak ortaya çıkar. Rasyonel davranış, kaybı artıracak olan siyasetten vazgeçmeyi ama aynı zamanda özerkliğini korumayı gerektirir. Ancak asker için durum farklı, çünkü burada kendisini siyasetin üzerinde gören, ama aynı zamanda siyasete doğrudan bağımlı bir kurumdan söz ediyoruz. Diğer bir deyişle askerin direnç siyasetini bırakması, sivil siyaset karşısında özerkliğini yitirmesini ifade ediyor.
Öte yandan ordunun bile farklı bir stratejisi olabilir ve bugünkü konuma düşmesi engellenebilirdi. Tabii ki bu muhtemel sonuç, direncin içeriğinin, miktarının ve zamanlamasının daha 'gerçekçi' yapılabilmesi ile ilgili. Öte yandan 'gerçekçilik' gerçekliğin doğru algılanmasını gerektirir. Oysa değişime direnen yapıların birçoğu, tam da bu noktada yetersizdir. Kafalarındaki paradigma yaşanmakta olanı kavramalarını engeller ve böylece değişimin 'kötüye doğru' olduğuna dair önyargılarını daha da güçlendirir. Bu ise toplumla olan mesafeyi genişleterek, onlar açısından yenilgiyi hızlandırır.
Türkiye'de siyasetçisi, bürokrasisi ve sivil toplumuyla muhalefetin basit bir gerçekliği idrak etmekte zorlandığı açık... Söz konusu basit gerçeklik son yirmi yıl içinde İslami kesimin büyük bir zihinsel dönüşüm geçirdiği ve kendi dindarlık algısını demokrat zihniyetle örtüştürme çabası içine girdiğidir. Buna karşılık muhalefetin aynı yönde ve kuvvette bir dönüşüm yaşadığını söylemek kolay değil. Sonuç bütün eksiklerine ve zihinsel ayakbağlarına karşın, AKP'nin bugün için en büyük demokratlaştırıcı özne olduğu ve AKP'ye direnmenin de demokratlaşmaya direnmek haline dönüştüğüdür.
Oysa muhalefetin AKP ve geniş İslami topluma kıyasla daha demokrat bir çizgi izlemesi de olasıydı. Ancak bu kuramsal bir beklenti... Tarihsel olarak bakıldığında, bugün AKP karşısında saf tutanların, bazı bireyler ve küçük gruplaşmalar dışında, kitle düzeyinde tüm toplumu kuşatan meselelerde 'demokrat fikirler' serdetseler de, demokrat bir tutum aldıkları pek görülmüş değil.
Nitekim askerlerin istifası sonrası bazı kalemler artık hükümetin asker bahanesinin kalmadığına işaret ettikten sonra, solun orduyu bir 'denge veya fren' unsuru olarak görmekten çıkması gerektiğini söylüyorlar. İyi de, solun askeri zaten böyle algılamış olması yeterince bir şeyler söylemiyor mu?
Değişim süreçlerinde daha azınlık olanların daha demokrat oldukları varsayılır ve tarihte de çoğu kez böyle olmuştur. Ama bugünün Türkiye'sinde öyle olmuyor. AKP Kürt siyasetinden de, sol siyasetten de daha demokrat. Bu durum, hükümeti beğenmemiz için yeterli değil... Ama bu gözlem, toplumun AKP'den de ileride olduğunu, dolayısıyla Kürt siyasetinin ve sol siyasetin gerçekte toplumdan çok daha gerilere düşmüş olduğunu söylüyor.
ZAMAN