16 aralık tarihli yazımda, Yunanistan’da devam etmekte olan olayların Türk basınının temel problemlerinden bir bölümünü açığa çıkaran bir rol de oynadığını söylemiş, bunlardan özellikle gözüme çarpan ikisini işaret etmiştim: 1. Meraksızlık, 2. Manipülasyon; hakikati kendi siyasi çizgisinin yararına araçsallaştırma...
O yazıda “meraksızlık” meselesini ele almış, “manipülasyon” meselesini 20 aralık tarihli yazıya bırakmıştım. Fakat o gün, Ergenekon davasındaki çok önemli iki gelişmeyi Hürriyet’in ele alış tarzının anlamı üzerinde durmak zorunda kaldığım için, konuyu mecburen bugüne ertelemiştim. Daha fazla ertelemeden konuya dönüyorum...
Gazetecilik, malum, ideal biçiminde olgusal hakikati arama ve aktarma mesleği... Fakat bir yandan da gerek gazeteci-muhabirlerin gerekse de gazeteci-yorumcuların kendi fikirleri ve toplumsal tahayyülleri var. Olgusal hakikat zaman zaman gazetecilerin kendi fikirleri ve toplumsal tahayyülleri açısından “can sıkıcı” bir tarzda ortaya çıkabilir. Müşkül şuradadır: Böyle anlarda gazeteci, bağrına taş basıp “işine gelmeyen” hakikati okurlara aktaracak mıdır, yoksa onu eğip bükecek, hakikatin bir kısmını gizleyecek ve neticede kendi tahayyülüne uygun bir hale getirdikten sonra mı okurlara sunacaktır ya da yorumlayacaktır?
Bir meseleyi anlatmanın en iyi yollarından biri, o meseleyi en tipik, en yalın haliyle ortaya koyan örneklerden yola çıkmaktır. O nedenle, “hakikati kendi arzularının yararına araçsallaştırma”nın Yunanistan olaylarındaki yansımalarına geçmeden önce, daha tipik, daha yalın bir örneği hatırlatarak başlamak istiyorum.
11 Eylül saldırılarının hemen sonrasında, ABD Afganistan’ı bombalamış, Taliban iktidarı çok kısa bir süre içinde çökmüştü. Fakat ülkede denetimin sağlanması için ciddi kara savaşlarını da göze almak gerekiyordu. Başta İngiltere olmak üzere, bazı ülkeler ABD’nin davetine icabet edip savaşmak üzere Afganistan’a asker gönderdiler. Türkiye’de bazı gazeteler ve gazeteciler ortaya çıkan “yeni dünya”da Türkiye’nin de ABD’nin yanında “muharip” olarak görev alması gerektiğini savunuyorlar, bu yönde açık propaganda yapıyorlardı. (Dönemin sembol cümlesi, o zamanlar Milliyet’in yayın yönetmeni olan Mehmet Yılmaz’ın bir yazısında kullandığı “pısırık hükümet istemiyoruz” cümlesiydi.)
Neyse ki hükümet “pısırık” çıkmış, Afganistan’a muharip birlik göndermeyi reddetmişti. Fakat Türkiye’nin de “askere alınmasını” isteyen kalem erbabı yılmamıştı, ülkede askerî denetimin kurulmasından sonra bu defa da Afganistan’a “barış gücü” gönderilmesi yönünde çalışmaya başladılar. Böyle diyorum, çünkü yapılan şey gerçekten de “çalışma”ydı, bu çerçevedeki gelişmeleri ve tartışmaları aktarmak değil... Nitekim:
17 Aralık 2001’de Milliyet’in “BARIŞ GÜCÜ SADECE TÜRKLERDEN OLUŞSUN” manşetinin altında şu satırlar okunuyordu: “Taliban’la savaşan Kuzey İttifakı’nın tercihi: Afganistan’da operasyon bitince kurulacak Barış Gücü sadece Türk askerinden oluşsun.”
Birinci sayfada bu kadar kesin bir dille sunulan haber, devam sayfasında bakın ne hale gelecekti: Haber, “Muhaliflerin Washington Temsilcisi Amin”in “Bir an evvel toparlanabilmesi açısından, söz konusu gücün sadece bir ülkenin askerlerinden oluşturulmasını tercih ediyoruz” biçimindeki sözlerine dayandırılıyordu. Peki, buradan nasıl “Sadece Türkler” sonucu çıkmıştı? Bu sonuç, Milliyet yazıişlerinin şu katkı-yorumuyla mümkün hale gelmişti:
“Amin’in, bu sözlerle, muhtemel barış gücünün en azından ilk aşamada sadece Türk birliklerinden oluşmasını yeğlediği tahmin ediliyor.”
Anlatmak istediğim şey işte bu: Bir gazete, ülkenin askerlerini yurtdışına göndermek istiyor ve bu uğurda hakikati bu seviyede eğip bükmeyi göze alabiliyor...
“AB üyeliği ülkeyi işte böyle yapar!”
Yunanistan olayları üzerine yapılan haberler esas olarak, geçen yazımda anlatmaya çalıştığım gibi, “meraksızlık” illetiyle malûldü ve oradaki eylemlerin özgünlüğünü bize hiç yansıtmayan klişe anlatımlardan ibaretti. Yani, haber çerçevesinde kalırsak, yukarıda Milliyet örneğiyle anlattığım, “haber marifetiyle manipülasyon” gibi bir durumla karşı karşıya değiliz.
Yunanistan olaylarını manipülatif bir biçimde ele alma süreci, ilk haberleri izleyen yorumlarla başladı. Hemen hemen her kesimden yorumcu olayda kendi fikirlerinin “doğrulanmasını” gördü ve bu kestirmeci tespitler, onları Yunanistan olaylarını özgün kılan şeyi görebilmelerini engelledi. (Bu “şey”, Herkül Millas’ın yazısında tespit ettiği “şey”di: Cunta sonrasında, ona tepki olarak gelişen ve neredeyse bir “tabu” haline gelen “protesto kutsaldır” anlayışı...)
Burada tek tek her siyasi meşrebin, “hakikati kendi siyasi çizgisinin yararına” nasıl araçsallaştırdığını örnekleyemem. O nedenle en “şenlikli”sini, Cumhuriyet yazarı Hikmet Bila’nınkini aktarmakla yetinip bitireceğim...
Bila’ya göre, Yunanistan’ı bu hale getiren şey, onun Avrupa Birliği (AB) üyesi olmasıdır. Abartmıyorum; buyurun, “Bir AB ülkesi yanıyor” başlıklı yazısından siz de okuyun:
“Yunan halkının, tek bir polis kurşununa karşı topluca ayaklanacak bilinç düzeyine ulaştığını söylemek herhalde kolay değil. (...) Bu ne iştir?
Yunanistan’ı Avrupa Birliği’ne götürenler de, Avrupa Birliği de başka şeyler söylemişlerdi oysa... ‘Yunanistan AB’ye girecek, dertler bitecek’ demişlerdi. Gül bahçeleri vaat etmişlerdi. Bugün Yunan ağlıyor, Yunanistan yanıyor. ‘Yunanistan’ın temelinden sarsıldığı’ yorumları yapılıyor. Bu bir dönüm noktası. AB için de AB üyesi Yunanistan için de... Herhalde Yunanistan örneğinden alınacak çok ders var. Ders almasını bilenler için...”
Bana gelen iki eleştiri
Yunanistan olaylarını anlamak için iyi bir başvuru makalesi olduğunu düşündüğüm ve o nedenle geniş bir özetini sayfamda aktardığım Herkül Millas’ın Zaman’da çıkan yazısıyla ilgili olarak bazı eleştiriler aldım. Bunların ikisine burada yer vermek istiyorum...
Emrah Altındiş (İtalya’da doktora öğrencisi): Bugün yazdığınız yazıyı okuyunca gözlerime inanamadım. Çok üzüldüğümü ve şaşırdığımı sizinle paylaşmak istedim. Yunanistan’daki arkadaşlarımla sürekli iletişim halindeyim. Olan bitenin övdüğünüz yazar Herkül Bey’in anlattığı değerler aşınması ile alakasının olmadığı konusunda ikna olmuş durumdayım. Herkül Bey’in yaptığı tam çiğ muhafazakârlık, koskoca bir isyanı değerlere indirgemek. Sizi seven bir okurunuz olarak, çok büyük bir hayal kırıklığına uğradığımı belirtmek isterim.
Meriç Özgüneş (dört yıldır Yunanistan’da yaşayan doktora öğrencisi): Gazetecilik kültürü üzerine yazdıklarınızı ve Yunanistan’daki olayların Türkiye’deki medyada yansıtılış biçimi konusundaki yorumlarınıza katılıyorum.
Ancak İraklis Millas’ın anlattığı gibi, olanlar “değerler krizi”ne indirgenemez. Bunu yapan Yunanlı birkaç başka yazar da oldu (Amerika’da yaşayan Kalivas, eski bakan Manos vb. gibi) ancak bu Yunanistan’daki muhafazakârlara (yani düzen, güvenlik ve biraz daha otoriterlik isteyen kesime) hizmet etmekten öteye gidemeyen bir görüş. Bunun nedeni bu tür genellemelerin sorunun özüne inememesi. Sorunun sadece “şiddet”, “gelişen anarşist alt kültür”den kaynaklandığı üzerine yoğunlaşarak Yunan toplumunun yaşadığı ağır siyasi ve ekonomik krizi; son senelerdeki öğrenci protestoları genel grevler, vb. gibi hareketleri; yaşadığımız ve gördüğümüz bıkkınlığın özünde yatan siyasi tepkisizliği ve isteklerin siyasete yansıyamamasından dolayı duyulan öfkeyi gözardı ediyor.
TARAF