Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Kırılmalar
Gönlümüzce emek verdiğimiz şeyler var; onları birilerinin üstünde görmek istiyor, birilerine yakıştırıyor, üstlerine iliştiriyoruz. Farkına varmıyorlar çoğu zaman; işin hassasiyetine eremiyor, inceliğini bilemiyor, iki tarafta koşuştururken üstlerinden düşürüyorlar. İçimiz acıyor ama yerden alıp tekrar üstlerine iliştirmeye çalışmanın da bir anlamı kalmıyor o vakitten sonra. Her geçen gün etrafta böyle sahipsiz bırakılmış insanca heveslerin sayısı artıyor, ne onları toplayıp ortadan kaldırmaya, görünmeyecekleri bir yere süpürmeye razı oluyor gönül ne alıp tekrar birilerine yakıştırmaya…
Hayat bir köşede kendince birikirken neden böyle boşa düşürüyor, bu kadar eksiltiyor bizi. Bir şeylerin daha sonraki bir zamanda şimdikinden daha anlamlı yürüyeceğine inanmak herhalde kurduğumuz en kırılgan hayal!
Düştüğü yerden kalkıp yeniden denemek için mecali gittikçe azalıyor insanın. Başlarda sımsıkı tutmaya çalıştığımız şeylerin, yaşadıkça gevşemeye yüz tutan avuçlarımızdan gün gelip kayıp gidivereceği endişesi sarıyor içimizi. Oluyor da bazen böyle şeyler… Başkaları, içimizde tuttukları yer kadar var olmayı istemiyorlar hayatımızın içinde. Herkesin, herkesi var. O herkesin içindeki bir karaltı olabiliyoruz en fazla biz de. İnsan, en azından bazı başka insanlar için bundan daha fazlası olmayı istiyor doğrusu. Ama mümkün mü bu? Muhtemelen değil! Dünya gibi gelip geçiciyiz galiba hepimiz birbirimizde.
Kim başkasının hikayesine bütün bütüne tutunup kök salabilir ki! Kim kendi hikayesinden bir başkasınınkine taşınabilir? Biz ne dersek diyelim, her şeyi ne kadar süslersek süsleyelim, aslında herkes kendi hikayesinde yalnız! Hayatın kuralı, tabiatı bu! Hepimiz belki de başkalarının içinde yaşamak ve fakat sonuna kadar gidebileceğimiz konuşmaları sadece kendimizle yapmak zorundayız.
Dışımızdaki hayatta birileri yer edebiliyor, hatta kalabalıklar bile olabiliyor etrafımızda. Ama içimizde hep tek başımıza olmak, öyle yaşamak durumundayız. Dünyaya ve insanlara dönük hayallerimizin kırıldığı bir yer mutlaka oluyor; her şeyin dünya kadar fani, dünya kadar eksik, dünya kadar yalan olduğunu bilebilmemiz için belki de bu! Hakikatin fısıltısını duyabilmemiz için, dünya için beslediğimiz bütün ümitlerin tükendiği, bütün hayallerin kırıldığı bu mağlubiyete, bu kaybedişe, bu tek başına kalmışlığa, bu katıksız tenhalığa ihtiyacımız var belki de.
İnsan dışında sonlu ve sınırlı bir hayatın içinde yaşıyor. İçinden sonsuza açık oysa… Durmaya zorunlu olduğu sınırlar yok orada. İçimizle sevdiğimiz, gönlümüzden muhabbet duyduğumuz, kalbimizle güzellikler, incelikler yakıştırdıklarımızın, dışımızdakilere büyük gelmesi, oralarda karşılığını bulamaması garip mi? Değil, hiç değil! İnsan gönül bahçesinde öyle çiçekler büyütebilir ki, onları beslemeye yeryüzü toprağı da yetmeyebilir.
Dünyaya, hayata, içinden geçtiğimiz hikayelere, beraber yaşadığımız insanlara kırılmamız gerekiyor belki de. Küsmemiz gerekiyor bazı şeylere… Dünyanın tükenmesi gerekiyor gönül heyecanımızın dinmezliği karşısında bazen. Ancak o zaman bakması gereken asıl yeri bulabiliyor belki de insan! Döneceği, yöneleceği, gerçek anlamda ünsiyet ve muhabbet kurabileceği istikameti aramaya ancak o zaman ihtiyaç duyabiliyor belki de.
Ayna kırılmalı belki de, aynada görünenden ibaret olmadığımızı, gönlümüzün bundan çok daha fazlasını aradığını bilebilmemiz, bulabilmemiz için…
…
Zafere kadar sabitlenmiş son söz: Nehirden denize kadar özgür Filistin! Bir gün mutlaka!