“Hakikat ve Gerçeklik”

Bilgi ve Erdem Öğrenci Topluluğu, “Hakikat ve Gerçeklik” konulu konferans düzenledi.

Geçtiğimiz yıl kurulan ve Malatya İnönü Üniversitesi’nden yeni bir alan ve soluk olarak faaliyetlerine başlayan Bilgi ve Erdem Öğrenci Topluluğu, dönemin ikinci programını gerçekleştirdi.

Çoğunluğu İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden oluşan topluluğun bu ay ki konuğu, Sosyolog-Yazar Abdurrahman Arslan idi.

Sunuculuğunu topluluğun üyesi Enes Karakuş'un yaptığı selamlama konuşmasının ardından sözü alan Arslan, şunları kaydetti:  “Neye hakikat diyoruz. Gerçeklik derken neyi anlıyoruz. İslam’ın hakikat telakkisi ile günümüz sosyal gerçekliği için Müslümanın yaşadığı çatışma ve gerilimin sıradan bir gerilim olmadığını köklerinde aslında 2 farklı hakikat terakkisinin çatışma ve uyuşmasız lığının olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Bunun ise çağdaş dediğimiz kişilerle aşılmasının mümkün olmadığını söylemeye çalışıyorum. Tefsir ederek anlatıyoruz. Ama bu işin tefsirle aşılacak bir tarafı yoktur. Demek istiyorum ki İslam’ı artık başka hakikat telakkisine göre kurulmuş sosyal gerçekliklere göre tefsir etmekten vazgeçelim. Bu gerçekliklere göre yapılan tefsirler genel olarak bizi bir adım daha İslam’dan uzaklaştırır.

Tefsir yapan zihni bu gerçeklik kendi ideal ve önceliklerine göre şekillendirmektedir. İslam bu süreçlerde asla kurucu olamıyor. Yapılan tefsir İslam’ı bu gerçekliğe yamamaktadır. Uyarlamaktadır. Yâda bu gerçekliği tefsirle meşrulaştırmaktadır. Bu bizim yaklaşık bir asır içinde oluşturduğumuz bakış biçiminin zihniyet halidir. Bu sağlıklı bir bakış biçimi değildir. Bence tahlil edilmesi gerekmektedir. Birinci asrın post modern dünyasında tahlil etmemiz gerekiyor. Hakikat bir şeyin aslı esası özü anlamına gelmektedir. Arapça bir tabi olup kökeni hak dediğimiz kavrama dayanıyor Allah haktır. Neyi gösterdiğinin bilinmesi gerekmektedir. Hakikat doğruyu bulmanın kılavuzu olduğu gibi anlamında kaynağıdır.

Dil anlam düşünce ve amel üzerinde daima kurucu rol oynar. Bunun için her inanç her ideoloji veya dünya görüşünde hakikat merkezi bir yere sahiptir. İslam’ın dediği hakikat bir yaratma üzerinden açıklanır. Hakikat ölüm yâda ahiret karşısında aradığımız bir cevap değildir. Daha ziyade veya varoluşumuz gerçeklik ile alakalıdır. Zira dünyayı sadece bir hakikatin aracılığıyla anlamlandırırız. Düşünce ve insani amelin başlangıç noktasında yer alması sebebiyle insan daima bir hakikat arayışı içinde olan veya inancı taşıyan bir varlıktır. Bu arayış esasında niçin yaşadığımıza da verilen bir cevaptır. Hakikat arayışımız bizim. Unutmamak lazım ki insanın yaşamını anlamlı kılan ve bir bütün haline getiren inandığı hakikattir. Buna biz hakikat telakkisi diyoruz. Hakikat telakkisi her hangi bir düşünce ve kanaat doğru değildir. Tersine bizim doğruyu bulmak için teslim olduğumuz şeydir. Şöyle de diyebiliriz hakikat telakkisi bulunmasına imkân verdiğimiz doğrudur. Onun kılavuzluğunda doğruyu yanlıştan haklıyı haksızdan iyiyi kötüden ayırır ve tayin ederiz. Onu temel alarak karar verir mukayese yapar düşünce ve amellerimizi niyetimizi temel yaparız. Çok farkında olmasak bile ondan hareketle düşünür ve tasarlarız.”

Sözlerine şunları da ekleyerek devam eden Arslan : “Tarih boyunca insanlar başka hakikat telakkilerine sahip bilhassa hayat tarzlarına özen göstererek yaşadılar. Modernlik gelişiyle bu kökten bir kırılmaya uğratmıştır. Elbette ki bu başlangıçta modernlikti ama şimdi artık post modern oldu. Bu ise modernlik gibi bir hakikat telakkisiyle karşımıza gelmiyor. Hâlbuki hakikatin olmadığı yerde ne doğru ne yanlış ne hak nede batıl tanımını yapamıyoruz. Hakikat ile gerçeklik arasındaki ilişki üzerinde konuşuyorsak aslında bu demektir ki olan ile olması gereken hakkında konuşmamız gerekiyor. Ama bu bir idealin aranması değildir. Sadece bir tutarlılık meseledir. Her Müslümanın bildiği gibi din muamelattır. Kendi hakikatiyle ilişkilerinin arkasındaki niyeti belirler. İnsanlara hem bir gelecek ideali hem de bir form kazandırır. Bugün olduğu gibi eğer inandığımız hakikat ile yaşadığımız gerçeklik arasında çatışma ve uyuşmazlık varsa bu aynı zamanda iman ile muamelat arasındaki bir bölünmüşlüğe de işarettir. Dolayısıyla bu meseleyi her zaman yaptığımız gibi mevcut gerçekliğe nispet edilerek yapılan tefsirlerde çözemeyiz. Böyle yaptığımızda İslam hakikatinin bizden istediği muamelat yerine mevcut gerçekliğin talep ettiğine göre yaparız. İdealleri imkânları zaman ve mekânları ile İslam’a ait olmayan bu gerçekliğin dünyasında yaşadığımızı kabullenmek elbette ki kolay değildir. Sebebi de onunla olan ilişkilerimize rahatlıkla dini bir içerik katabilmekteyiz. Ama her şeyi İslam’a göre yaptığımızı söylemekten de geri durmuyoruz. Acaba bu bir tatmin yolumu? İtikadı boyutlarda olan sorunlarımızın bu azalmıyor ama aksine sorunlar giderek büyüyor. Hakikatimiz ile gerçeklik arasındaki mahiyet farkından dolayı bir uyuşmazlık olduğunu görmekten ziyade bunu İslam’ın iyi anlaşılmadığına yormaktayız. Netice de İslam’ın aşırı yoruma tabi tutmayı getiriyor. Böylece usulü olmayan bir tefsir anlayışı ve her gün sayıları durmadan artan tefsirleri çoğaltıyoruz. Yirmi birinci asrın oluşturduğu şartlar bu düşünme biçimini artık işlevsiz kılmaktadır. Yaklaşık bir asırdan beri modernlik karşısında oluşturduğumuz ve sürdürdüğümüz bu entelektüel faaliyetin ya da düşünme tarzının belirgin vasfı İslami daima mevcut gerçekliğe göre ya da mevcut gerçekliğin veri alan onun üzerinden İslam’ı anlamaya çalışan bir bakış ve tefsir anlayışı gelişti. Bu yolla dinimize sahip çıktığımızı varsayıyoruz. Bu süreçlerde de İslam en başta da zihinlerdeki kurucu vasfını yitirmiş oluyor. Müslümanın zihninde İslam kurucu bir din değil. Müslümanlar tüketim toplumu olmuştur. Örtülü ya da çarşaflı bayana bakıyorum çarşının ortasında dilini 15 cm dışarı çıkarıp kamusal alan dediğimiz uyduruk kavramda dondurma yalıyor. Kimliğini belli ettiği için bu örneği veriyorum. Niçin nefsimizi o anda terbiye etmiyoruz, niçin eve götürüp yemiyoruz. Tesadüf mü acaba lokantaların iftar günlerinde masalarını sokaklara çıkarması yoksullara karşı bu bir meydan okumama mı? Bu bir gösteriş mi? Bütün bunları konuşmalıyız. Bütün bunlar kredi kartıyla birlikte gelen tüketim toplumunun kültürüdür. Peki o zaman İslam’ın ahlakı nerededir. Hani göz hakkı hani alamayanların nefislerinin uğradığı sıkıntı. Niye bunlar yok artık hayatımızda? Bugün yeni bir tecrübenin başlangıcında sayılırız. İslam’a ait değildir dediğimiz gerçekler geçmişteki gibi artık Kemalistler tarafından değil bizzat Müslümanların eliyle inşa olmaktadır. Ama bu bir yandan da inşa edilirken diğer yandan da dinileştirilmektedir. Kamusal alan rahatsız olacak kadar yüksek tonlu ezanlarla dolduruluyor. Bunun yanında da modern siyaset ve kapitalizmle tanışmanın neticesi olarak Müslümanlar siyaset ve ekonomiye ahlaki bir boyut katma peşindedirler. Burada iki hususa değiniyorum. Biri çağdaş post modern felsefe tabi ki neo-liberal siyaset iktisadın dine ihtiyacının olmasıdır. İkincisi de artık post modern Kemalist dönemde yaşamakta olmamızdır. Tabi ki bu süreç Müslümanlara siyasi iktisadi hayatında dini bir aşk ve  dinamizm katıyor. Fakat öte yandan da bu yeni durum yarattığı kültürle dini kendi mantık ve ideallerle yeniden formatlayarak içini boşaltıyor. Ayrıca önemli olduğunu bildiğim bir başka ayrıntı sözünü ettiğimiz gibi modern siyaset ve iktisada ahlaki bir boyut katmak başka bir şeydir. Ziya ikisi çok farklı şeylerdir. Kaldı ki, modern siyaset ve iktisadın mantığı zaten Hristiyanlığın ahlakını yıkarak kendine benzeterek ortaya çıkmıştır. Öte yandan bugün geldiğimiz yerden memnun değilsek kabul edelim ki bizi buraya İslam adına inşa ettiğimiz bir bakış biçimi bir zihniyet hali getirdi. Diyelim ki bu bir tecrübeydi kaderimizde de vardı ve yaşadık. Netice de buda bizim imtihanımızdır. Ancak yolumuza aynı entelektüel alışkanlık ve bakış biçimi ile artık devam edemeyeceğimizi düşünüyorum. Zira bugün karşı karşıya olduğumuz durum en başta modern dönemde oluşturduğumuz zihniyet dünyamızın değişmesini gerektiriyor”

Konuşmasının sonunda sözlerini: “Toplumsal gerçeklik nasıldır. Tasavvur edebilir miyiz? Bence esas olması gereken budur. İslam’a ait gerçekliğin dünyasını kurmak. Belki orda bugün sorunlu olduğumuz birçok şey sorun olmaktan çıkacak. Benim öyle bir hayalim var. Bu bir hayat nizamıyla olur. Bunun başlangıç noktası da sünnettir. Bu modern dünyaya bu dünyanın silahlarıyla silahlanarak cevap veremeyiz. Ona sadece en zaafı olan hayat tarzıyla cevap verebiliriz.” sözleriyle bitiren Abdurrahman Arslan, konferansın sonunda soru-cevap faslıyla programını sonlandırdı.

Haber: Mehmet Kılıçaslan 

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi