Hafız Esed ve Kanlı Mirası

Baba Esed’den Oğul Esed’e uzanan yolu Marmara Üniversitesinden Prof. Dr. Cengiz Tomar kaleme aldı.

Prof. Dr. Cengiz Tomar’ın konuyla ilgili Karar gazetesinde yayınlanan yazısı şöyle:

1946 yılındaki bağımsızlık sonrasında Suriye’de kurulan siyasi partiler halkın Sünniler, Nusayriler, Dürziler, İsmaililer vb. gruplar halinde genellikle belirli bölgelerde (getto) yaşamalarına paralel olarak bölgesel ve mezhebi özellikler gösterir. Aslında Pan-Arap ve milliyetçi bir ideolojiye bağlı olan Baas Partisi de bu çerçevenin dışında kalamadı. Bu bağlamda Sosyalist görüşlere ve seküler bir karaktere sahip olan Baas Partisi doğal olarak Sünni burjuvanın yaşadığı şehirlerden (merkez) ziyade mezhebi azınlıkların yaşadığı kırsalda (çevre) taraftar bulmuştu. İşte kırsaldan gelen, diğer bir ifadeyle çevreden merkeze yürüyen bir Nusayri olan Hafız Esed ile Baas Partisi’nin yolu bu nedenle kesişti.

Hafız Esed, Fransızların 1920-1946 yıllarında manda yönetimde tutarak etnik-mezhebi otonom bölgelere ayırdığı Suriye’de Lazkiye kırsalında Kırdaha köyünden, güçlü ve kuvvetli olmasıyla “Vahhiş” (Vahşi, Dehşetli) lakabıyla tanınan Ali Süleyman’ın dokuz çocuğundan bir olarak doğdu. Hafız Esed’in önceleri Fransızlara muhalif olan babası, zamanla onlarla işbirliği yaparak resmi bir göreve dahi atanmıştı.  Daha da ilginç olan, Nusayrilerin Sünniler arasında zor durumda kalacağını düşünerek, kendilerine de bir devlet kurulması ya da Lübnan’a bağlanmaları hususunda Fransızlara mektup yazan Nusayri liderlerden biriydi. Vahşi lakabı pek iyi çağrışım yapmadığından olsa gerek, daha sonra aile lakabını (soyadını) içinde şiddet ve dehşeti barındıran ancak asalet çağrışımları da bulunan Esed (Arslan) olarak değiştirdi.

Hafız Esed’in otuz yıllık uzun döneminin istikrarlı olması kendi mezhebi ve memleketiyle sıkı sıkıya irtibatlı bir liderlik-ordu ve parti üçlemesinin yarattığı korku imparatorluğu sayesinde oldu.

Nusayrilerin yoğun olduğu Lazkiye’de eğitim gören Hafız Esed, erken yaşlardan itibaren Baas Partisi’nin faaliyetlerine katılmıştır. Hava harp okulundan başarıyla mezun ve subay olduktan sonra ihtisas için gittiği Mısır’da, Hüsnü Mübarek’le birlikte eğitim gördü. Küçük yaşlardan beri siyasete meraklı olan Hafız Esed, Suriye’de 1950’li yıllardan itibaren vuku bulan bir dizi askeri müdahalenin ardından, 1963 darbesinde öne çıktı. Bu dönemde ordunun Baas ideolojisi ile doktirne edilmesinde büyük rol oynadı. Önce Hava Kuvvetleri Komutanlığına, ardından Savunma Bakanlığına kadar yükseldi. Stratejik kadrolara yerleştirdiği mezhepdaşları ile Genelkurmay Başkanı olan Sünni Mustafa Tlas gibi yandaşlarının da katkısıyla, zaman içerisinde siyasi rakiplerini birer birer alt ederek 1970’de bir darbeyle yönetimi ele geçirdi. İşin ilginç tarafı Hafız Esed, 1970’de devirdiği rakibi Suriye’nin fiili hakimi Salah Cedid’le aynı mezheptendi.

KORKU İMPARATORLUĞU

Hafız Esed, Baas Partisi’ni militarist çizgide yeniden dizayn etti ve bu sayede bir ordu devleti kurdu. Suriye’nin ilk Nusayri devlet başkanı olan Hafız Esed, Suriye siyasetinde yüzyıllardır süren Sünni hâkimiyetini sona erdirdi. Baas ideolojisine bağlı Sünnileri de çeşitli görevlere getirmekle birlikte, stratejik tüm pozisyonlara kendi mezhep mensuplarını getirdi. Hafız Esed’i devirmeye çalışanlar da hep Nusayri subaylar ve sivil Baasçılardı. Bu durum onu mezhepdaşlarından ziyade kendi aşiretine güvenmeye itti. Bunun bir tezahürü olarak tüm kardeşlerini önemli görevlere getirdi. Tıpkı Saddam Hüseyin’in Irak’ta hep Tikritlileri; Enver Sedat’ın Mısır’da hep memleketi Menufiyelileri; Kaddafi’nin de Sirtelileri önemli görevlere getirmesi gibi… Hafız Esed’in otuz yıllık uzun döneminin istikrarlı olması kendi mezhebi ve memleketiyle sıkı sıkıya irtibatlı bir liderlik-ordu ve parti üçlemesinin yarattığı korku imparatorluğu sayesinde oldu.

Otoritesi, müdahale ettiği Lübnan İç Savaşında başarısızlığa uğramasıyla ilk kez sorgulandı. Bu dönemde Suriyeli muhalifler pek çok Nusayri siyasetçiye suikast gerçekleştirdi. 1977’de Hafız Esed’in kurduğu yolsuzlukları araştırma komisyonu başta kardeşi Rıfat Esed ve Nusayri üst rütbeli subayların yolsuzluğunu ortaya çıkarınca olay apar topar kapatıldı.

SÜNNİLERE BASKININ ARTMASI

Hafız Esed’in mezhebi bağlara dayalı yönetiminin Sünnilere yaptığı baskılar, idareci elitin yaptığı yolsuzluklar, despotizm ve çeteleşmeye karşı tepkiler 70’li yılların ortalarından itibaren İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) ve benzeri (Mücahidûn) muhalefet hareketlerini ortaya çıkardı. Hafız Esed yönetiminin İhvan-ı Müslimin taraftarlarına yaptığı baskılar halkın büyük bir kesimini oluşturan Sünnileri rejime karşı yabancılaştırdı; tıpkı Maliki yönetiminin Iraklı Sünnileri yabancılaştırması gibi. Tabii buna bir türlü önlenemeyen yolsuzluk, kayırmacılık ve rüşvetin yarattığı rahatsızlıkları da ilave etmek gerekir. Bugün Şebbiha (hayalet) denilen Baas milisleri ta 1980’li yıllarda kurulmuş Baasçı çetelerin mirasçısıdır. 1980 Mart ve Nisan aylarında Sünnilerin kalesi konumundaki Halep ve Hama’daki hükûmet karşıtı olaylar şiddetle bastırıldı. Hafız Esed’e 26 Haziran 1980’de Şam’da gerçekleştirilen suikast girişiminin ardından, intikam yemini eden kardeşi Rıfat Esed’in emriyle zaten kötü bir şöhrete sahip Palmira (Tedmür) Hapishanesinde, tutuklu 500’ün üzerindeki İhvan mensubu hücrelerinde katledildi.

Beşşar Esed, 2011’de Deraa’da başlayan özgürlük yanlısı toplumsal hareketleri ‘babasının oğlu’ olduğunu kanıtlamak istercesine kan dökerek bastırınca kanlı savaşın fitilini ateşledi.

Ancak Müslüman Kardeşler’in Baas rejimine karşı mücadelesinin zirvesini 1980’lerden itibaren Suriye’de yaşanan bir dizi şiddet olayının ardından vuku bulan 1982 Hama İsyanı oluşturur. Şubat boyunca yaklaşık bir ay süren Hama çatışmaları modern Suriye tarihinin 2011’e kadar gördüğü en kanlı olaydı. Şehir nüfusunun yüzde 10’unu oluşturan tahminen 20 bin Hamalı bu olaylar sırasında katledildi. Tarihi şehir ise bombardıman neticesinde yerle yeksan edildi. Bu olaylardan 30 yıl sonra dahi Hama’yı ziyaret edenler, şehre çöken hüznün canlı olduğunu ve tarihi su dolaplarının (naura) çıkarttıkları iniltilerle bu katliam (meczera, me’sa) için yas tutarcasına ağıt yakmaya devam ettiklerini görmüşlerdir. Şüphesiz bu katliam, Suriye muhalefetinin uzun süreli bir suskunluk devresine girmesine sebep oldu, ta ki 2011’e kadar. Aslında bugün yaşanan mezhebi nefretin tohumları, New York Times’in bol ödüllü Orta Doğu uzmanı Thomas Friedman’ın “modernist bir siyasetçinin! (Hafız Esed) büyük başarısı” olarak gördüğü Hama katliamıyla ekilmişti.

BABADAN OĞULA

Hafız Esed Suriye’yi otuz yıl boyunca demir yumrukla yönetti, zaman zaman kadife eldivenler takması bu gerçeği değiştirmedi. Lübnan’ı uzun yıllar işgal ederek Bekaa Vadisi’ndeki terörist örgütleri siyasi amaçları doğrultusunda kullandı, keza uzun yıllar PKK ve Abdullah Öcalan’dan Türkiye’ye karşı bir koz olarak faydalandı. 1990’lı yıllarda baş destekçisi Sovyetler Birliği’nin de çökmesiyle politikalarında bir miktar yumuşama olduğu söylenebilir.

Baba Esed’ın, veliahtı olarak yetiştirdiği, gençlerin stil ikonu olan büyük oğlu Basil Esed 1994’te bir trafik kazasında ölünce, siyasi ibre mecburen tıp tahsili gören Beşşar Esed’e yöneldi. Soğuk Savaş döneminin Orta Doğu’nun demir yumruklu liderlerinden Hafız Esed 2000 yılında otuz yıllık bir iktidarın ardından öldüğünde, yerine göz doktoru olan oğlu Beşşar Esed geçti. Aynı yıl Humuslu Sünni bir aileden gelen Esma Esed ile evlenmek suretiyle Sünnilerle sıhriyet bağı kurarak iyi bir başlangıç yapan Beşşar Esed; ilk yıllarında, babasının son dönemde yumuşatma eğilimine girdiği siyaseti devam ettirmeye çalıştı. Ancak 2011’de Deraa’da başlayan özgürlük yanlısı toplumsal hareketleri “babasının oğlu” olduğunu kanıtlamak istercesine kan dökerek bastırınca, hâlâ süren ve 500 binden fazla Suriyelinin ölümüne ve ülke nüfusunun yarısının mülteci durumuna düşmesine yol açan uzun ve kanlı savaşın da fitilini ateşlemiş oldu.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!