Hadi biraz komplo üretelim: Türban masum değilmiş!

Abdurrahman Dilipak

Anayasa Mahkemesi başörtüsü ile ilgili kararını açıklamak için niye bu kadar bekledi dersiniz?!..

Daha önceki kararı ile de ülke genelinde krize sebeb olmuştu. Anayasa Mahkemesi’nin her kararı yeni bir krize sebeb oluyor. Barışı sağlaması gereken yargı, kargaşanın adresi haline geliyor bu tür kararlarla..

Bakın, bu tür uygulamaların olduğu rejimin adı Demokrasi ya da Cumhuriyet değil, Çete Rejimi ya da Totaliter, Jüristokratik Bizantinizm gibi bir şey olur herhalde..

Mahkeme bu kararını açıkladığı gün dolar 1,60 seviyesine yükseldi..

Hatırlarsanız Amerika’da kriz patlayana kadar 1,20’ler seviyesinde idi.. Bugün 1,60.. Yüzde 30’larda bir artış sözkonusu..
Bana bu işte bir manipülasyon varmış gibi geliyor..

Hem Amerika’da kriz var, hem dolar yükseliyor. Bu işte bir terslik yok mu sizce?

Göreceksiniz, dolar da petrol gibi, önce yükselecek, sonra çakılacak..

Bu dalgalanma değil, çalkantı.. Bunlar tabii bir durum değil..

Kararın açıklanması, sanki Ergenekon davasının başlayacağı zamana endekslenmiş gibi.

Öyle olmasa bile böyle anlaşılma ihtimali yok mu?

Üstelik 29 Ekim’e tam bir hafta kala..

Askerlerin resepsiyon boykotu için sıcak bir gerekçe.

İşe bakar mısınız, tam da terörün dalga dalga yükseldiği bir zamanda oluyor bütün bu işler..

Önce şu doların ateşinin düşürülmesi lazım.. Şimdi belki, Merkez Bankası’nın dolar satıp piyasayı rahatlatması lazım..

Şimdi sıra AK Parti’nin kapatılması ile ilgili davada.. Onun gerekçeli kararı da açıklanınca yeni bir tartışma başlayacak..

Dikkat ederseniz İP hakkında hâlâ dava açılmadı..

Anayasa Mahkemesi, gerekçeli kararında “Hukuk dinsel esasa dayanmaz. Din duyguları sömürülemez” diyor. Bunu derken, hukukun insan temal hak ve hürriyetleri çerçevesinde, bireyin tekil ya da toplu olarak inanç özgürlüğünün devletin ve hukukun koruması altında olduğunu unutuyor gibi sanki.. “Din duygusunu sömürmek” gibi “istismar”a dayalı tasarrufların nasıl nesnel delillere dayanacağına ilişkin hiçbir şey söylemiyor.. İstismardan yola çıkarak bir hakkı gasbeden bir yorum geliştiriyor..

Kararın gerekçesi; devletin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyet nedenini yok sayıyor.

Karar gerekçesi bu hali ile, dinleşen ideolojik düşünce kalıpları ile konuya yaklaşıyor. Rejimi koruma refleksi ile, resmi ideolojinin önyargılarını yansıtıyor.. Kaba, ilkel ve tutarsız.. Hukuki bir metinden çok, ideolojik bir bildiriye benziyor..

Bu gerekçeli karar, Anayasa’ya, norm hukuk’a, yani uluslararası sözleşmelerle korunan haklara ve yasalara, temel hak ve hürriyetlere aykırıdır..

Böyle bir gerekçe ancak CHP parti meclisinde, ÇYDD ve ADD’de kabul görebilir..

Bu karar toplum vicdanını yaralamış. Cumhuriyeti, mana ve mefhum olarak alaya almıştır.

Hilafeti devrim yasaları, cumhuriyetin mana ve mefhumu içinde görür.. Hilafet ise dini değerlerin evrensel anlamda korunup geliştirilmesi ve tenfizini ifade eder.
Bu karar, bu şekli ile devrim yasalarına, dolayısı ile korumaya çalıştıkları anayasanın ruhuna da aykırıdır..

Anayasa Mahkemesi, idare içindeki Diyanet kurumunun hak-hukuk ve yetkilerini de gasbederek suç işlemiştir..

Bakın sizin ne yaptığınız kadar, yapılan işin toplumda nasıl anlaşıldığı da önemlidir.

“Millet adına” karar verenlerin bu kararı, milli iradeyi gasbederek ve milletin Lozan’da kabul edilen ve devletin uluslararası kabul şartı olan “din birliği”ni ifade eden, “üssül esası” olan, Kurtuluş Savaşı’na anlam, ruh ve ilham veren ve onu gerçekleştiren, “din-i mübin-i İslâm”ı ve o dinin mensuplarını aşağılayan bir mahiyet de arzetmektedir ki, bu da hem laikliğin ihlali, hem de ayrıca bir suç mahiyeti oluşturmaktadır..

Gerekçeli kararda deniyor ki; “Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları gözetildiğinde, Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan düzenlemenin, yöntem bakımından dini siyasete alet etmesi, içerik yönünden de başkalarının haklarını ihlale ve kamu düzeninin bozulmasına yol açması nedeniyle laiklik ilkesine açıkça aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen Cumhuriyetin temel niteliklerini dolaylı bir biçimde değiştiren ve işlevsizleştiren bu düzenleme Anayasa'nın 4. maddesinde ifade edilen değiştirme ve değişiklik teklif etme yasağına aykırı olduğundan, Anayasa'nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen teklif koşulunun yerine getirilmiş olduğu kabul edilemez.”

Başörtüsü, başkalarının haklarını ihlale sebeb oluyor, kamu düzenini bozuyormuş. Kamu düzenini bozup, eğitim hakkını engelleyenler kimler?

Bakın bu iddia, aynı dereden su içen kurtla kuzunun hikayesine benziyor.

Kurt yukarıda, kuzu aşağıda.. Kurt kuzuya “suyu bulandırma” diyor. Kuzucuk, “Ama siz yukarıdasınız, ben sizin suyunuzu nasıl bulandırabilirim ki” diyor. Kurt da, “Şuna bak, bir de cevap veriyor” diyor ve gidip kuzuyu yiyor.. Yaşanan bu. Ama birileri bunu görmek istemiyor. Milletin % 80-90’ına karşı kaba bir dayatmaya girişiyor.. Dini pratiklere uygulama imkânı sağlanması nasıl “istismar” olarak tanımlandırılabilir ya da dini pratiklerin serbestiyeti, nasıl dini kuralların bütün topluma dayatılması olarak iddia edilebilir?. Ortada dini pratiklerin uygulanmasının kaba bir şekilde engellenmesi sözkonusu iken üstelik.. Hristiyan ülkelerde, Rusya’da, İsrail’de, Fransa’da bile böyle bir yorum, anlayış, dayatma yok. Müslümanların, halkı Müslüman olmayan ülkelerde sahip oldukları haklara Türkiye’de sahip olmalarının engellenmesi garip değil mi?

Baykal’ın, CHP’lilerin hiç vicdanı sızlamıyor mu, halkın gözünde ne duruma düştüklerini düşünmüyorlar mı?

Bu yasak, hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu, insan haklarının, laikliğin, inanç hürriyetinin, öğrenim hakkının gasbıdır.. Tekrar söylüyorum, devletin varlık temellerine, anayasaya, uluslararası sözleşmelere, yasalara aykırı bir yorumdur.. Bu kararla korunmaya çalışılan değer yaralanmıştır..

Laikçilerin “laiklik” dedikleri şey, aslında devletin dine egemen olduğu bir tarz olan Bizantinizmdir. Aslında burada devlet de yok. Jüristokrasinin bir dayatması var.. Bunun adı olsa olsa Totaliter, Jüristokratik Bizantinizmdir.. Ya da devletin resmi ideolojisini dinleştiren, mutlaklaştıran, dogma haline getiren ve dayatan bir yaklaşımla teokratik bir bakış açısının ürünüdür bu bakış açısı. Böyle bir laiklik uygulaması yoktur. Bu, demokrasi diye faşizmi, diktatörlüğü dayatmanın bir başka biçimidir..

Milletimizin alamet-i farikası olan temel değerlerini yasak ve suç kapsamına alan, hayattan, dünya gerçeklerinden kopuk bir dayatmadır..
Bakın efendiler: Bu istediğiniz, ancak tek parti rejiminde, adayların atama yolu ile seçildiği, Takrir-i Sükûn uygulamaları olan, sıkıyönetimde idare edilen, kuvvetler birliği olan, parti başkanlarının vali ve kaymakam da olabildiği, meclisinin açık oy ve gizli tasnifle seçildiği, sofrada ya da parti kulislerinde şekillenen kararların gerekçesiz olarak meclise sevkedilip, müzakeresiz bir şekilde oy birliği ile kabul edildiği rejimlerde, ülkelerde, dönemlerde olur..

Yargıçlar orada icabında savcısız, savunmasız, temyizi olmayan ve kanuna göre değil, verdikleri karar kanun sayılan yargılama yaparlarsa, o zaman bu gerekçelere dayalı yargı kararları daha rahat bir şekilde alınabilir..

Bilmem anlatabiliyor muyum? Selam ve dua ile.

VAKİT