‘Haçlı Savaşlarının Etkisi Altında Sünni-Şii İlişkileri’

Osman Sevim, Muhtar Şankıti’nin Mana Yayınları tarafından Türkçeye çevrilen “Haçlı Savaşlarının Etkisi Altında Sünni-Şii İlişkileri” isimli kitabını Haksöz-Haber okurları için değerlendirdi.

OSMAN SEVİM / HAKSÖZ-HABER

Bu kitap, “haçlı seferlerinden ziyade “ haçlı seferleri zamanındaki İslami devlet, mezhep ve mezhepçiliğin tarihini, fiziki ve düşünsel boyutlarını, birbirleriyle olan ilişki ve iletişimlerini ve sonuçlarını dile getirmektedir.

Şankıti, tarihi ve tarihi olayları değerlendirirken kendini mümkün mertebe “bügüncülük /peresentisim” tuzağından uzak tutmaya çalışıyor. (Bügüncülük; tarihi ve sosyal meseleleri ele alırken geçmiş toplumların olaylarını günümüzün değer sistemi ve bakış açısıyla değerlendiren analiz metodu.) Yani o zamanın imkân ve şartlarını gözden uzak tutmadan; olup bitenleri “yargılamaktan” çok “anlamaya” odaklı bir değerlendirmeyi seçiyor. Bu da onu objektif, gerçekçi, insaf ve izanlı kılıyor.

Şu tespit çok önemli: “Abbasiler döneminde önemli gelişmelerden birisi de Şiiliğin siyasi bir görüşten itikadi bir vizyona dönüşmesi ve Sünniliğin ucu açık bir düşünceler ve fikir akımları spektrumundan sınırları iyi tanımlanmış kapalı bir görüşler bütününe dönüşmesidir”.  

Şankıti, ”Haçlı seferleri, Müslüman siyasi elit arasında bir ihtilaf ve kargaşa yaratırken, siyasi birlik için bir fırsat ve itikadi bütünlük için de bir bahane sağlamış oldu” diye yazmaktadır. “Müslüman elit” dediği “idarecilerin” birbirleriyle olan düşmanlık ve rekabetinden kaynaklı ihtilafları onların farklı ilişki/ittifak ve pozisyon almalarında etkili olmuştur. “Mısırlı Fatımilerin haçlı seferlerini entrika ve manipülasyonlarla kendi çıkarları için kullanmaya düşmanları olan Frank ve Sünnileri birbirine karşı kışkırtmaya çalışmaları” tespiti önemlidir.

Sünni ve Şiilerin fiziki ve düşünsel ayrılıklarının bu esnada kısmen ertelendiğini yazan Şankıti, bunun bir sevgi ve saygıdan çok düşman korkusu yüzünden oluştuğuna dikkat çeker. Meşhur tarihçi Tireli William’dan alıntı yaparak bunu teyit eder: “Boyunduruklarını taşıma pahasına rakiplerinin kibrine tahammül etmenin, barbarların haşin ve gaddar kılıcını tecrübe etmekten daha iyi olacağı kanısına vardılar”. Yazara göre Müslümanlar, Moğol ve Hristiyan istilalarının “çifte şokuyla” birbirine itildiler.

Sünniliğin bu seferler esnasında palazlandığı ve buna karşın Şiiliğin ve türevlerinin (Mısır Fatımi İsmaililiği, Şam Nizari/Haşhaşi Batıniliği, Trablus-Halep İmamiliği vs..) küçüldüğünü tespit eder.

Edward Said, “Tarihimiz yasaklandığı için anlatılar kısıtlıdır. Köken, vatan, millet hikâyeleri yer altına itilmiştir. Ortaya çıktığında da kırık, genelde başıbozuk ve aşırılığa doğru kıvrımlı, her zaman kodlanmış, çoğunlukla da taşkındır” der. Kitap yakma mefhumu yalnız Moğol ve haçlılara özgü değildir. Rakip düşünce ve mezheplerin bu konuda sicilleri pek iç açıcı değildir.  Bu yüzden olup bitenler ile ilgili orijinal kaynaklara ulaşılmadığı için “yanlı” eserler ile piyasaya hâkim olmuş, gereken özgünlük ve hakkaniyet zedelenmiştir.    

Haçlı seferleri öncesinde Türklerin İslamlaşması ve Sünnileşmesi;  aynı zamanda İslam’ın da politik ve askeri açıdan Türkleşmesi kaçınılmaz olarak Şiiliğin daralmasını beraberinde getirmiştir. Yazar, “Haçlı ve Moğollara karşı düzenlenen İslami karşı seferler temelde bir Türk teşebbüsüydü denilebilir. Bir Kürt olan Selahaddin’in taarruz başarısı ve bir Arap olan ibni Ammar’ın büyük savunma gayreti sadece bu kuralı haklı çıkaran istisnalardır” diye yazar.

Kitapta, Mehmet Akif’in “şarkın en sevgili sultanı” diye andığı Selahaddin ile ilgili ilginç ve değerli bilgi ve değerlendirmeler var. İbni Şeddat’ın tanıklığıyla Selahaddin’in “Arap şecere ve savaşlarını ezbere bildiğini” onların tarih ve yaşam biçimlerini çok iyi bildiğini, “hatta Arap atlarının şeceresini bile ezberden bildiğini” ileri sürer. Şark’ın “bulaşıcı ihtilafıyla ve ayrılıkçı atmosferiyle” mücadelesini, siyasi ve askeri dehasını kayıt altına almaktadır. Komutanı olan Nureddin Zengi’nin özellikle Halep’te Nizari ve diğer Şiilere gösterdiği “demir yumruğunun(?)” aksine (ki, Nizariler hem babasını hem dedesini katletmişlerdir. Bu nedenle Nureddin öç alma hissi ile davranmış olabilir!) Selahaddin, savaşı kazanmaktan çok kafa ve kalpleri kazanmaya çalışmıştır. Seyyah ibni Cübeyr, Selahaddin başa gelince Şam ve Kahire’de Şii cami ve vakıfların yoğunluğundan, hareket serbestisinden bahseder. Başka tarihçiler (mesela Şeyh İbni Tay) de Selahaddin’in o ilişkilerini politik ve taktik olmaktan çok samimi ve iyi niyetli olduğunu yazar. Oğlu Zahir’i Halep’e vali olarak tayin edince şu üç öğüdü verir:

  • Tüm hayrın kaynağı olan Allah’tan kork!
  • Kan dökmekten sakın. Çünkü kan davası hiçbir zaman yok olmaz.
  • Halkının, devlet adamlarının, ileri gelenlerinin ve seçkinlerin kalbindeki sadakati muhafaza et. Ben ne başardıysam insanların kalbini kazanarak başardım.

Nizarilerin Selahaddin’in hayatına kastetmeleri sonrasında yeni bir sayfa açılır ve aralarında “yazısız bir saldırmazlık antlaşması” imzalanır. Yer yer Franklara karşı ittifak bile yapılır.

 “Nizarilerin hayatta kalma stratejisi üç pratik prensip üzerine dayanır. İlk olarak, kendilerini her türlü istilacı düşmandan koruyacak muhkem kaleler gibi kapalı yerlerde yaşadılar. İkincisi, siyasi ittifaklarda esnek davrandılar ve onlara hayatta kalma mücadelelerinde yardımcı olmaya razı olan her efendiye hizmet etmeye hazırlardı. Üçüncüsü, zayiat yönünden en az riski taşıyan fakat düşmanlarının kalbine geniş bir korku salan suikast yolunu benimseyerek düşmanlarıyla toplu bir şekilde karşılaşmaktan kaçındılar”.

Amerikalı yazar Jill Edy, “Bir toplumsal grubun belli hatıraları, baskıya direnmede bir güç kaynağı olabilir, fakat ayırıcı hatıraların korunduğu ve beslendiği yerde şiddetli toplumsal çatışma tekrar patlak verebilir” der. Kabuk bağlayan yaraların tekrar kanaması işten bile değil. Bununla birlikte yazarın, eski ve çağdaş Şiilerin Selahaddin’e iltifat etmemeleri hatta onu “haçlı seferlerine göz yuman, Müslümanları ezen (Salih el Verdani) olarak görmeleri” tespiti ilginç anekdotlardı.

Sonuçlar

- Kitap 10 ve 13. Yüzyıla ait devlet, mezhep ve önemli aktörlerine ilişkin detaylı bilgiler vermektedir.

-Haçlı seferleri bir bütün Hristiyan taarruzunda ziyade paralı askerlerin ve kısmen de “dava sahibi Frenklerin” dini-siyasi-iktisadi bir saldırılarıydı.

-“İslam âlemi”, Haçlılarla mücadele ettiği gibi –belki de daha fazlası kadar- kendi içinde de kanlı savaşlar vermişlerdir. Müslümanlar arası tartışma, kavga ve savaşların çoğu inanç ile ilgili olmaktan ziyade siyasi iktidar ve siyasi meşruiyet ile ilgili olmuştur.

-Haçlı seferleri, kısmi de olsa İslam âleminin birlikteliği için bir katalizör görevi görmüştür.

-Yüzyıllar önce yaşanmış olanlar hala canlı ve yürürlükte olabilir. Ejder Okumuş’un da belirttiği gibi “İnsanlar üç boyutlu zaman içerisinde hayatlarını sürdürürler. Dün, bugün ve yarın. Bu üç boyutu birbirinden ayırmak, birbirinden bağımsız olarak ele almak mümkün değildir. Zira insanlar, dünden gelen birikimlerle geleceği de öngörerek bugünü yaşarlar”. Vesselam.

Kitap Haberleri

Norman Finkelstein’ın kaleminden Gazze direnişi
Ellinci yılında Filistin Şiiri antolojisi
Ümmetin gündemine katkı: Zeydîlikten Husîliğe Yemen
Filistin için kelimelerden bir anıt: Diken ve Karanfil
Orhan Alimoğlu’nun Gazze anıları