“Hacı” demenin yasak olduğu ülke!

Ali İhsan Karahasanoğlu

Dün, “Söz verdik, geldik” dedik..

Neye söz verdik?

Kısaca tanımlarsak; “hacı” olmaya..

Nasıl olur “hacı”lık?

Musibetlere “sabır” göstererek..

Allah’ın evinin çekim merkezine girip, hiç çıkmamaya azmederek..

Allah’tan korkarak.. Allah’tan başkasından korkmayarak..

“Dur” denilen yerde durup, “Yürü” denilen yerde yürüyerek..

Yolda bizi “aldatmaya kalkışanlara kanmayarak”.. Hatta onları taşlayarak..

Bir başka açıdan söyleyelim, nasıl olur “hacı”lık?

Türkiye’nin dini otoritesi konumundaki Diyanet’in ilan ettiği zorunlu fiilleri icra ederek..

Biz de öyle yaptık..

Kendimizi Diyanet’e teslim ettik..

Diyanet’e göre “hacı” olduk, geldik..

Ama..

Garip bir ülkeye geldik.

Öyle garip bir ülke ki, bu ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kontrolünde haccın gereklerini ifa edip tamamlayan “hacı”lara, “Hacı” demek yasak!

Kendime “Hacı” denilmesini ısrarla talep edip, bunu bir menfaat aracı olarak kullanmak istiyor değilim..

Ne ihalelere girmeye niyetim var..

Ne alavere-dalavere işlerine..

Ne de büyük ticari işlere dalmaya..

Yani niyetim; “hacı”lık istismarı değil..

“Ben hacıyım, ver o tatlı işi bana” görüntüsü içinde de, “Ben hocayım, benden de onu isteme canım” görüntüsü içinde de olacak değilim..

Tek gayemiz var; “Gaflete düşerek yapacağımız hatalardan, ‘hacı’ sıfatından utanarak kaçınma ihtimalimiz..”

Kastımız; “Kutsal topraklarda verdiğimiz sözleri, hacılık sıfatı bize hatırlatsın.. İkinci bir özdenetim mekanizması oluşturalım”dan ibaret..

Düşüncemiz; “Menfaatlenme aracı olarak değil... Fedakarlıkların/yasaklardan kaçınmanın dinamosu olarak kullanmak, ‘hacı’ sıfatını..”

Bizim niyetimiz bu da.. Kanun da orda işte.. Açık ve net olarak yasaklamış, “Hacı” demeyi..

“Hadi canım sen de.. Nerdeymiş o yasak, söyle de biz de bilelim” diyenlere, tarihi ile, sayısı ile verelim, düzenlemeyi..

Kanun; 1934’de, 2590 sayı ile çıkarılmış.. Başlığı ise, “Efendi, Bey, Paşa gibi lakap ve ünvanların Kaldırılmasına Dair Kanun” şeklinde..

Bu kanunda bakın ne deniliyor:

“Madde 1- Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve ünvanlar kaldırılmıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlariyle anılırlar.”

Mevzuattaki hüküm, sadece bununla yetinip, devamında başka düzenlemelerle bu kanun desteklenmese, “1934’de çıkan kanunu kim takar? Adı var, kendi yok konumunda.. Dert etmeye değmez” der geçerdik..

Ama, bugünlerde alevlenen anayasa değişikliği tartışmalarında, büyük ihtimalle önemli ihtilaf noktalarından birisi olmaya aday bu yasaklamayı, anayasadaki 174. madde ile bakın nasıl muhkemleştirmişler:

“İnkılâp kanunlarının korunması

MADDE 174- Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının, anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz:

(...)

7. 26 Teşrinisâni 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa Gibi Lâkap ve Ünvanların Kaldırıldığına Dair Kanun.”

Demek ki ne imiş?

Hacıya, “Hacı” demek yasak imiş.

Dahası var..

Hacıya, “Hacı” demenin yasak olmasının, düşünce özgürlüğü, ifade hürriyeti gibi temel haklar çerçevesinde anayasaya aykırılığını iddia etmek de mümkün değilmiş!

Olsun.. O mevzuatta ne yazarsa yazsın.. Kanun ne derse desin. Anayasa ne emrederse emretsin.. Biz söz verdik.. Sözümüzü çiğnemeyeceğiz.

İstismar için değil ama..

Allah’a verdiğimiz sözü hatırlatması için, “söz veren” herkese, biz “Hacı” diyeceğiz..

Kendi özdenetimlerini yapmaları için, gaflete düşmemeleri için, verdikleri sözleri unutmamaları için, “hacı” sıfatını bir vesile kılacağız..

YENİ AKİT